Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin NAVTEX ilanı ve Oruç Reis sismik araştırma gemisinin yeniden göreve gönderilmesi üzerine Avrupa Birliği (AB), Almanya, Fransa ve ABD’den tepkiler art arda yükseldi.
13 Ekim’de açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı, Ankara'nın Oruç Reis sismik araştırma gemisini yeniden Doğu Akdeniz'e göndermesine dair 11 Ekim'de yaptığı açıklamayı üzüntüyle karşıladığını duyurdu.
“Ankara'yı bölgede gerilimi tırmandırmak ve Atina ile istikşafi görüşmelerin başlamasını kasten zorlaştırmakla” suçlayan açıklamada, Türkiye’nin 'hesaplı tahrike son vermesi' gerektiği belirtildi. Bu sert açıklamaya tepki Türk Dışişleri Bakanlığı'ndan geldi:
- “Doğu Akdeniz’de Yunan/Rum ikilisinin maksimalist deniz yetki alanı iddialarını temsil eden Sevilla Haritası’nın hukuki geçerliliğinin olmadığını açıklayan ABD’nin, Oruç Reis’in Türkiye’nin kıta sahanlığında sürdürdüğü sismik araştırma faaliyetlerini eleştirmesi ciddi bir tutarsızlıktır. Bu tutarsızlık, bazı AB ülkelerinin açıklamalarında da gözlemlenmektedir. Ege ve Akdeniz’de gerginliği artıran taraf Türkiye değil, GKRY ve Yunanistan’dır. Nitekim, Yunanistan’ın 12 Eylül tarihinden bu yana gerginliği tırmandıran faaliyetleri Bakanlığımız tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır.”
Mevcut durumda Yunanistan, Oruç Reis geri dönmeden Türkiye ile istikşafi görüşmelere başlamayacağını açıklarken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Doğu Akdeniz'de faaliyet göstereceği lokasyona vardığını belirtti. Geminin bugün ilk sismik okumaları almaya başlayacağını belirtti.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Deniz Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi (DEHUKAM) Müdürü Prof. Dr. Hakan Karan, konuyu Sputnik’e değerlendirdi. Karan’ın ABD’nin açıklamasına verdiği yanıt şöyle oldu:
- “Normal şartlarda, uluslararası hukuku göre devletler, sınır ihtilafı çıktığı takdirde ileride çözümü engelleyecek davranışlardan kaçınmakla yükümlüdürler. Dolayısıyla sınır uyuşmazlığı konusu da Doğu Akdeniz’de çıkmış durumda. İlk bakışta, ABD’nin, tarafları iş birliğine, çözüme yönelik, görüşmelere ardından da ileride çözümü engelleyecek davranışlardan kaçınmaya yönelik teklifi makul görülebilir. Fakat Türkiye’yi mevcut uygulamaya iten ana gerekçe Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin daha önceden Türkiye’yi dışlayacak bir şekilde, Kıbrıs adasının güneyinde ve özellikle Türk kıta sahanlığı ile çatışan bölgelerinde ruhsat bölgesi ilan etmesi ve ardından da bu bölgelerin birçoğunda tek taraflı olarak ardından sondaj faaliyetlerine girişmesidir.
- Türkiye yapılan bu eyleme karşı karşılıklılık ilkesi çerçevesinde bir davranış şekli belirlemiştir. Ardından Yunanistan benzeri bir uygulamayı ortaya koymuş ve Yunanistan tarafından reddedilmeyen, İspanya’da bir profesör tarafından ortaya konan ve akademik olmayan bir harita üzerinden uygulama geliştirme çalıştırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye buna da karşılıklılık ilkesi çerçevesinde uluslararası hukuku göre bir davranış şekli geliştirebilme hakkına haizdir.
- Türkiye’nin yapmış olduğu bütün bu eylemler, aslında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın hukuku aykırı, gayrimeşru ve tek taraflı davranışlarına karşı geliştirilen bir uygulamadır. Bu kapsamda, Yunanistan, Seville Haritası’nı reddetmediği sürece aynı zamanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, tek taraflı eylemlerinden vazgeçmediği ve söz konusu kaynakların işletimi bakımından Kıbrıs Türkü’nü masaya dâhil etmediği sürece, Türkiye söz konusu araştırma faaliyetlerini, NAVTEX ilanını ve benzeri uygulamaları yapabilecek hukuki uygulamalara sahiptir. Bunların hepsi, uluslararası hukuka uygundur.”
‘Türkiye, şu anda kapasite ve yeterliliği itibarıyla Yunanistan’ın katbekat önünde’
Yunanistan’ın yeniden istikşafi görüşmelerden vazgeçmesi de çözümü bir hayli zora soktu. Karan, bu konuda şu değerlendirmelerde bulunuyor:
- “Yunanistan, ne zaman Seville Haritası’nı dikkate almıyorum ve dolayısıyla gelin beraber oturalım derse, Türkiye de uluslararası hukukun vermiş olduğu yükümlülük çerçevesinde istikşafi görüşmelere devam edebilir. Bunların hiçbirinde sıkıntı yoktur. Yunanistan, ön koşullar ile masaya oturmak istiyor. Bir görüşme koşulsuz yapılır. Sonraki görüşmelerin neticesinde bir takım uzlaşı prensipleri belirlenir. Bu aşamada, ne yazık ki Yunanistan’ın bu tavrı dolayısıyla Türkiye, görüşmelere başlamıyor.
- Bu görüşmelere başlayabilmek için de Yunanistan’ın gayrimeşru uygulamalarına karşı, meşru uygulamalar geliştiriyor. İstikşafi görüşmelerin temel gayesi sorunu çözüme getirmek değildir. Çözümü sağlayacak ön prosedürleri sağlar. Bunlar, taraflar arasındaki yol gösterici görüşmeler. Örnek olarak diyeceksiniz ki bizler bu sorunu, Uluslararası Adalet Divanı (Lahey) yoluyla çözeceğiz. Bu sorunu sağlayacakken şu hukuk kaynaklarından çözüme gideceğiz. Bu ön görüşmelerden bile kaçınıyor ve bunu belli şartlara bağlı tutuyorsanız zaten sorun çözme ihtimaliniz yok ve bunu istemiyorsunuz demektir. Türkiye, şu anda, kapasite ve yeterliliği itibarıyla Yunanistan’ın katbekat önünde.
- Yunanistan bundan kaçındığı sürece, Türkiye’yi, Doğu Akdeniz’de veya Ege Denizi’nde söz sahibi kılıyor. Bunun farkında değiller. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, yapmış oldukları gayrimeşru uygulamalarla Türkiye’yi uyandırdılar. Türkiye’ye, Mavi Vatan’da egemen yetkileri olduğunu hatırlattılar. Bu egemen yetkiler üzerinde haklarını ve yetkilerini ne şekilde koruyabileceklerini anlamalarına sebep oldular. Ve Türkiye envanterine 2 tane araştırma gemisi, sondaj gemileri ilave etti. Artık bırakın bölgeyi, Türkiye, dünyada bir güç haline geldi. Bu kapsamda artık Türkiye’nin, Yunanistan’ın bu şartlarına taviz verebilme ihtimali yok.”
Oruç Reis’in limana geri dönmesinin çözüm için bir fırsat olduğunu hatırlatan Karan, Yunanistan’ın bu fırsatı kaçırdığını ifade ediyor:
- “Ortada bir sorun var ve bu sorunun çözülebilmesi için de yollar var. Bu yollardan bir tanesi de bazen çözümü kolaylaştıracak ve çözüme sevk edecek bir takım geri adımlar olabilir. Bunun hangi sebeple yapıldığını önemi yok. Türkiye’nin gerek bakım ihtiyacı ile gerekse de bakım ihtiyacı olmaksızın gemiyi çekmesi iyi niyet adımıdır. Çözümü teşvik edici bir adımdır. Fakat ne yazık ki Türkiye’nin atmış olduğu iyi niyet adımını dahi, Yunanistan idrak edememiştir. Ama bu Türkiye’nin bu iyi niyetin anlaşılmaması üzerine mevcut ve meşru uygulamalarına devam etmeyeceği anlamına gelmez.”
‘Sorunun çözümü tamamen iş birliğine bağlıdır’
Doğu Akdeniz sorununun, kıyıdaş ülkeler ile çözülebileceğini vurgulayan Karan, ABD, Fransa ve Almanya gibi bölgeye dışarıdan müdahale etmeye çalışan ülkelere tepki gösterdi:
“ABD’nin, Doğu Akdeniz’de ne işi var! Bu sorun, bölgede denize kıyısı bulunan devletlerin sorunudur. ABD hangi yetki ile Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmaya çalışıyor! Anlaşılır gibi değil! Fransa hangi akla hizmetle bunu yapıyor. Elbette arka planda enerji paylaşımı, güç paylaşımı var. Ama uluslararası hukuk diyor ki, bu sorunun çözümü ancak bölgeye kıyıdaş olan devletlerce halledilir. Bu bölgeye kıyıdaş olan devletler gerektiğinde ortaklaşa olarak başka bir devletin aracılığından faydalanabilirler. Yeri gelir Almanya, yeri gelir Fransa yeri gelir ABD, bölgede iyi niyetli olarak aracılık anlamında söz sahibi olabilirler. Bu ülkelerin, sorunun çözümünü engelleyici davranışlardan kaçınması gerekiyor. Sorunun çözümü tamamen iş birliğine bağlıdır. Sorunun çözümün tamamen tarafların koşulsuz olarak masaya oturmasına bağlıdır.”
‘Asker gücü ancak gerektiğinde ve en son kullanılabilecek mekanizmalardır’
Karan’a göre, Doğu Akdeniz’de ve Ege’de savaş en son seçenek. Türk toplumunun da bölgede savaş çığırtkanlığına alıştırılmaması gerektiğini savunuyor:
- “Bunun sonucu savaş değildir, bunun sonucu diplomasidir. Asker gücü ancak gerektiğinde ve en son kullanılabilecek mekanizmalardır. İlk başta diplomasi ve hukuk yollarında bütün adımları atarsınız. Beklediğiniz gerçeği bulamazsınız hatta bulamadığınız zaman yine düşünürsünüz… Türkiye, savaş olmadan da bölgedeki hak ve yetkilerini kullanabilecek durumdadır. Türkiye bölgede güçlü konumda. Sadece teknolojik ve askeri yatırım olarak değil hukuki olarak da gücü ve yatırımı sürekli artıyor. Türkiye doğru yolda gidiyor.”