Güney Kafkasya'da Ermenistan ile Azerbaycan arasında alevlenen çatışmalar 9-10 Ekim'deki Moskova toplantısıyla dört maddelik insani ateşkes anlaşmasını getirirken, tarafların karşılıklı ihlalleri eşliğinde gerilim sürüyor. Rusya, ABD ve Fransa'nın dahil olduğu AGİT Minsk Grubu formatı eşliğinde insani ateşkesi müzakerelere çevirmeyi hedefliyor.
Güney Kafkasya'daki krizde açıkça Azerbaycan'dan yana tavır koymuş Türkiye'nin pozisyonu eşliğinde gelişmeleri Güvenlik analisti Metin Gürcan ile konuştuk.
'Kafkaslar'da çatışma dinamiği değişiyor'
Metin Gürcan'a göre Kafkaslar'da artık çatışmanın doğası İHA saldırıları eşliğinde değişiyor. Azerbaycan ile Ermenistan arasında geçmişteki örnekler düşünülünce alışılmışın dışında uzun bir çatışma dinamiği belirdiğini belirten Gürcan, bunda Batı'ya göz kırpan, muhaliflerini baskıcı tedbirlerle hapse atan ve 'Soros yanlısı' vakıflara izin vermesiyle tanınan Paşinyan'ın Erivan'da iktidarda bulunması karşısında Rusya'nın takındığı tavrın rol oynadığında herkesin hemfikir olduğunu belirtti:
“27 Eylül sabahı 6’da başlayan önce topçu roket atışları müteakiben 6-7 gün süren bir hızlı drone savaşı gördük. Bu ilk kez gördüğümüz Karabağ’daki en önemli çatışma dinamiği. Çünkü artık çatışma doğası değişiyor Kafkaslarda. Bu silahlı droneların daha etkin şekilde kullanılmasıyla bu önemli bir parametre, bütün analizlerimizi etkileyecek. Nisan 2016’daki çatışmalar da 6-7 gün sürmüştü Karabağ’da. En son bu yaz Tavuz bölgesinde yaşanan çatışmalar var. 90’lı yıllardan bu yana tüm Karabağ’daki çatışmalar 5-6 gün süren, Rusya’nın sert müdahalesiyle sona eren paterni olan çatışmalardı. Bu yeni çatışmalar yeni bir dinamik ortaya koyuyor. 12 gün kadar bir süre, alışageldik çatışma süresinin iki katı. Moskova niye bu kadar bekledi tarzında sorular akla geliyor. Genel olarak herkesin fikir birliğiyle verdiği cevap, Rusya istediği kadar savaşı uzattı ve sonrasında bitirdi. Rusya yanlısı olmayan, batıya göz kırpan, Putin yanlısı muhalifleri baskıcı tedbirlerle hapse atan, hatta batı Soros yanlısı vakıfların ve STK’ların ülkede aktif olarak çalışmasına izin veren Paşinyan hükümetini yıpratmak tarzında açıklamalar vardı. Bu bence de doğru bir açıklama. Rusya’nın bu kadar çok beklemesinin sebebi bu."
'Azerbaycan açısından masada elini güçlendirecek başarı henüz yok'
Gürcan, Azerbaycan aısından ise ortada 'büyük başarı' yok. Bakü'nün bir yıldırım harekatıyla azami 8-9 günde 'işi bitirecekken' bunu yapmadığını belirten Gürcan, kendisinin 'toprak kazanımı ve askeri gücün verdiği dayanakla masaya oturulmasını' başarı addedeceğini ekledi:
"Dağlık Karabağ bölgesi, adı üstünde dağlık, aynı zamanda yaklaşan kış şartları var. Şayet Azerbaycan bir başarı umacağı bir askeri hareket yapsaydı, bir yıldırım harbi şeklinde yakın hava desteğiyle ve yoğun topçu ve roket atış desteğiyle görmeyerek atış desteğiyle yürüyen böyle bir Azerbaycan zırhlı birliklerini, tugaylarını, kolordularını görmemiz gerekirdi. Bunlar maksimum 8-9 gün içerisinde yıldırım harbiyle harekatı bitirmeleri ve bu toprak kazanım ve askeri gücün verdiği dayanakla müzakere masasını kurabilmesi olarak başarıyı tarif ederdim. Fakat bu başarı ortada yok şu anda. Harekatın temposu başlangıçta çok hızlıydı. Sonrasında cephe statikleşti. Burada harekatın gereği olarak topraklar işgal altında olan Azerbaycan taarruzi harekât yapması lazım. Ermenistan’ın da savunuyor olması lazım. Hem arazi hem hava şartları savunana kolaylık sağlıyor. Diplomatik zemin de savunana kolaylık sağlıyor."
'Ankara'nın temel amacı Astana benzeri bir formattı'
Gürcan Moskova'da 11 saatlik müzakere sonucu uzlaşılan dört maddelik metnin AGİT Minsk Grubu'nun altını çizdiğini belirtirken, Ankara'nın rahatsız olduğu bir görüntü çıktığını söyledi. Gürcan'a göre Ankara'nın temel amacı Suriye ve Libya'daki gibi eşit aktör haline gelmek ve Astana benzeri bir süreci sağlamaktı:
"Şu an itibariyle daha önce hiç görmediğimiz türden 11 saat süren bir müzakere süreci ve sonrasında çıkan 4 madde. Bu maddeler doğrudan Türkiye’yi de ilgilendiren maddeler. Bunlar üç önemli gerçeği Türkiye’ye dayatıyor. Birincisi, müzakereler aşamasında Rusya bu işi Fransa ve Amerika ile yani Minsk grubuyla istediğini söylüyor. Ankara’yı biraz rahatsız eden bir gerçeklik. Ankara’ya masada çok yer vermek istemiyorlar. Bence aslında görüşmelerde Ankara’nın temel amacı şuydu. Suriye veya Libya’da olduğu gibi Rusya’yı eşit aktör olarak görüp Astana süreci benzeri, Rusya’nın Ermenistan, Türkiye’nin de Azerbaycan garantörü olduğu hatta bir ateşkes süreciyle birlikte İdlib’de gördüğümüz gibi biraz daha Rusya ile Türkiye’nin yakın işbirliği halinde olduğu bir format öngörmüştü. Ama demek ki söz konusu olan yer Kafkaslar Rusya’nın arka bahçesi, jeopolitik merkezi olduğunda Rusya meselelere Suriye ya da Libya’daki gibi yaklaşmıyor. Ankara bunu böyle hesapladıysa bu yanlış bir hesap. Masada müzakerede Ankara’ya pek koltuk verme niyetinde değiller. Aliyev de bunu kabullenmiş görünüyor.”
'Türkiye açıkça çatışmanın devamından yana tavır aldığı için masada yer bulamadı'
Gürcan, Dağlık Karabağ konusunda Rusya'nın Batı ile aynı cephede olduğunu söylerken, Ankara'nın diplomasisiyle bu cepheyi ayrıştırmak için ağırlığını koymayı başaramadığı görüşünü aktardı. Açıkça çatışmaların devamından yana tutum alan Türkiye’nin bu sebeple müzakere masasında yer bulamadığını belirten Gürcan, Aliyev’in de başarılı bir politika izleyerek Ankara’yı enstrüman olarak kullandığını dile getirdi. Gürcan, Türkiye, Bakü’yü sürekli destekleyen ve çatışmaların devamından yana tutum alan bir aktör konumunda olursa bunun hem Rusya hem de uluslararası ortamda Ankara'yı sıkıntıya sokacağını vurguladı:
“İkincisi, Ankara’nın çok ciddi bir diplomasi açığı var. Diplomatik ortamın şekillendirilmesi denen bir kavram vardır. Akıllı devletler askeri çatışmalardan önce ya da yaklaşmakta olan çatışma ihtimalini gördükten sonra diplomatik ortamı kendi çıkarlarına uygun şekilde şekillendirmeye çalışır. Burada da Ankara’nın en önemli yapması gereken şey Rusya ile Batı blokunu birbirinden ayırması gerekiyordu. Biz bunu başaramadık. Rusya ile Batı Karabağ’da son çatışmalarda yine gördük ki söz konusu Karabağ, Ermenistan, Azerbaycan çatışmaları olduğunda birbirlerine paralel düşünüyorlar. Aynı çıkar penceresinden olaylara bakıyorlar. Böyle olunca Ankara daha da yalnızlaşmış kaldı. Moskova anlaşmasının bence ikinci dezavantajlı sonucu. Üçüncü dezavantajlı sonucuysa, şu anda kırılgan bir ateşkesten bahsediyoruz. Taraflar buna rıza göstermiş gözüküyor. Her ne kadar Ermenistan’ın tahrik üzerinden uluslararası ortamda bir mağduriyet devşirme, müteakiben bunu bir meşruiyete çevirme çabası olsa da çatışmaların devamından yana olan ‘gerginlikten’ yana olan taraf konumuna düşme durumumuz var. Bakü’yü sürekli destekleyen ve çatışmaların devamından yana tutum alan bir aktör konumunda olursak, bu başta Rusya ve uluslararası ortamda bizi sıkıntıya sokabilecek şeyler."
'Bakü Ankara'yı sopa stratejisinin parası şeklinde başarıyla kullandı'
Gürcan'a göre bu çatışmada Azerbaycan Ankara'yı 'sopa stratejisinin parçası' olarak kullandı ve başarılı oldu. Gürcan, Ankara'nın ise Azerbaycan'ın 'diplomasi enstrümanı haline geldiğini' dile getirdi. Aliyev'in 'başarılı bir diplomasi' yürüttüğünü belirten Gürcan, "Paşinyan gibi batı yanlısı, Rus karşıtı bir duruşa düşmedi. Ama çok fazla Rusya yanlısı da durmadı. Bence Türkiye ile birlikte NATO ve batı kartını Moskova’ya karşı çok iyi kullandı" vurgusu yaptı:
"Konuya lütfen biraz Azerbaycan perspektifinden bakalım. Bence burada kazanan Bakü. Çünkü ilk kez daha önceki çatışmalarda olmamış bir şekilde Ankara’yı sopa stratejisinin bir parçası şeklinde başarılı bir şekilde kullandı. Ankara’nın desteğini alarak hatta aktif olarak çatışma sürecine girme ihtimali kozunu kullanarak Bakü sahada bir kısım kazanım elde etti. Bu sayede Moskova’ya gitti ve Moskova’da 11 saatlik pazarlığa oturdu Azerbaycan Dışişleri Bakanı. Kör topal da olsa ortaya bir ateşkes anlaşmasıyla çıkıldı. Bundan sonra Bakü’nün diplomatik süreci nasıl yürüteceği önemli. Ankara’nın umduğu gibi Rusya ile Azerbaycan-Ermenistan arasında üst düzeyde arabulucu rolü oynaması gerekirken şu anda Azerbaycan’ın bir diplomasi enstrümanı haline gelmiş oldu. Bu da Ankara lehine olmayan ama bence Bakü’nün lehine olan bir durum. Aliyev’in başarılı bir dış politika yapım sürecini takip ediyorum, krizi iyi yönetti. Paşinyan gibi batı yanlısı, Rus karşıtı bir duruşa düşmedi. Ama çok fazla Rusya yanlısı da durmadı. Bence Türkiye ile birlikte NATO ve batı kartını Moskova’ya karşı çok iyi kullandı. Karabağ’a Gürcistan saldırsaydı veya Karabağ’daki çatışmalara Türkiye’ye aktif olarak katılsaydı, bence Moskova’nın tutumu çok daha sert olurdu. Doğrudan batı yanlısı ve NATO ile adaylık süreçleri konuşulan Gürcistan, bir NATO üyesi olan Türk ordusunun Karabağ bölgesindeki aktif harekatı, bunun üzerinden Kafkaslara, Rusya’nın jeopolitik arka bahçesine açılan bir NATO penceresi Rusya’nın çok da hoşuna gidecek bir hamle olmazdı. Aliyev bu kartı bence iyi kullandı. Biz her ne kadar iki devlet bir millet diyoruz ama günün sonunda hadiselere biraz reel politik bakmak lazım. Aslında Aliyev’i de Bakü’yü de Türkiye kartını çok iyi kullanabildiği için de tebrik etmek lazım. Artık süreç masayı dayatıyor. 12 gün gibi kısa bir sürede yıldırım harbi yapamadı Azerbaycan ordusu. Fakat daha önceki çatışmalarda görmediğimiz bir dinamik söz konusu; silahlı İHA’lar ve yeni askeri teknolojiler. Özellikle topçu mühimmatların, hassas güdümün, menzilin artması, görmeyerek atışlardaki tahrik gücünün artması, gözlem İHA’ları çatışmayı yeni bir evreye taşıyor."
'Çatışma dinamiği müzakereler eşliğinde sürerken vekalet meselesi gündeme gelecek'
Gürcan'a göre, bundan sonraki süreçte çatışma dinamiği müzakereler eşliğinde devam ederken sürecin 'vekalet' boyutu ortaya çıkabilir. Dağlık Karabağ'a taşınan militanlarda gerçeklik payı var gibi göründüğünü belirten Gürcan, diğer yandan Erivan'ın da 'tezlerine yakın' yabancı savaşçıları cepheye ektiği hatta Wagner güçlerinin savunma maksatlı yerleştirildiği bir sürecin olabileceğini söyledi. Gürcan'a göre bu süreçte masanın mı yoksa sahanın mı belirleyici olacağında ise hava gücü etkili olacak:
“Eskiden Karabağ’da çatışmaların hızla donduğunu ve statükoya hızlı bir şekilde dönüldüğünü görüyorduk. Fakat benim öngörüm bu yeni çatışmada böyle olmayacak. Zaten olmadığını da görüyoruz. Uzun menzilli hassas vuruş güzü olan balistik füzeler, silahlı İHA’lar ve hassas topçu ve roket mühimmatları sayesinde bence bu sefer çatışmalar çok da soğumayacak. Çatışma dinamiği devam edecek. Çatışmalar devam ederken biz yine müzakereleri göreceğiz. Burada bir de vekalet boyutu da ortaya çıkıyor. Suriye’den taşınan militanlar. Görebildiğimiz kadarıyla uluslararası medyada da yazıldı ve gerçeklik payı var gibi duruyor ama hala spekülatif bir konu. Ama resmi olarak açıklanmadı. Yeni teknolojik teçhizatlarla birlikte yine çatışmanın değişen karakteri savaş olgusunun da Kafkaslara gelmesi. Ermenistan’ın da Suriye hatta Irak’tan tezlerine yakın yabancı savaşçı unsurları cepheye çektiği, hatta Rus Wagner paralı asker güçlerinin de savunma maksadıyla da olsa civarına yerleştirildiğine dair güvenilir rapor ve haberler de düştü. Bu vekalet savaşı boyutunu da kattığımızda hızlı bir şekilde diğer çatışmaların aksine bir donma sürecine gidilmeyecek, çatışmalar devam edecek. Ama günün sonunda masa mı saha mı belirleyici olacak, bunda da hava sahası hakimiyetine bakmamız lazım. Azerbaycan ve Ermenistan hava kuvvetleri arasında bir uçakların savaşını görmedik. Çok ciddi bir hava hareketliliği, helikopter hareketliliği görmedik. Bunlar neden oluyor, çünkü Rusya bölgedeki orta ve yüksek irtifa hava hakimiyetine tamamen hakim olmasından kaynaklı. Büyük çaplı zırhlı birlik hareketleri de görmedik, bu da bence Rusya’nın etkisinden. Günün sonunda masaya gözler işaret ediyor. Ama masada müzakereler devam ederken sahanın sıcaklığı da devam edecek.
'Ne değişti de Oruç Reis gönderildi?'
Metin Gürcan'a Türkiye'nin sismik araştırma için Doğu Akdeniz'e açılan Oruç Reis gemisi nedeniyle yeniden başlayan gerilimi de sorduk. Gürcan, Almanya, AB ve NATO'nun çabalarıyla bir müzakere süreci yürürken neden yeni NAVTEX ilan edilip Oruç Reis'in açıldığının anlaşılmaz olduğunu söyledi. Bir yandan Karabağ'da gerilim sürerken Doğu Akdeniz'in de alevlenme tehlikesine işaret eden Gürcan, "Bu kavgacı, çatışmacı, gergin dış politika iç siyasi tüketime yönelik" derken, bunun dış politikada Türkiye'nin itibarı ve ciddiyetini zedeleyici olduğunun altını çizdi:
"Doğu Akdeniz’i yaklaşık iki senedir çok yakından takip ediyorum. Diyalog ve müzakere sürecine başlanmıştı. Almanya, Avrupa Birliği, NATO’nun ayrıştırma prosedürleri kapsamında bir müzakere süreci yürüyordu. Fakat şunu anlamadım. Mevcut durumda ne değişti de Oruç Reis’in yeni NAVTEX alanı biraz daha Rodos ve Meis’e yani kuzeye yakın tam da Yunanistan’ın hassas olduğu bölgeye doğru görebildiğimiz kadarıyla 12-22 Ekim tarihleri arasında başlayacak. Bugün itibariyle Oruç Reis’in hareketini göreceğiz. Durum da ne değişti? Aslında Oruç Reis için sefere çıkması ve NAVTEX ilanına karşı taraftan bir hamle gelmedi. Hatta tam tersine çok önemli çarşamba günü Alman Dışişleri, Ankara’ya geliyor. Sonra Lefkoşa ve Atina’ya gideceğini biliyoruz. Bu önemli bir kriz hamlesi. Bu hamleye de hemen Yunanistan’ın karşı NAVTEX’i geldi. Tekrar Doğu Akdeniz’de suların ısınacağını gösteriyor. Karabağ bir yandan sönüyor, Doğu Akdeniz bir anda alevlendi. İkisi arasında bir bağlantı var mıdır bilemiyorum. Bu kavgacı, çatışmacı, gergin dış politika iç siyasi tüketime yönelik, iç siyasete aşırı yapışmış dış politika kapasite odaklıdan ziyade mevcut iç siyasi dinamiklere göre şekillendirilen dış politika, hep eleştirdiğimiz konular. Bunlar bizim uluslararası ortamda ciddiyetimizi, itibarımızı ve inanılırlığımızı zedeliyor. Bir NAVTEX savaşlarına dönüyor. Türkiye’yi Yunanistan’dan çok büyük bir devlet olarak görüyorum. Karşılıklı NAVTEX ilanlarına olayı objektif gözle analiz etmeye çalışan bir Kanadalı, Danimarkalı veya Çinli bir analist, gazeteci veya akademisyen olarak bakın. Uluslararası ortamda çok da tutarlılığı olmayan hızlı parlamalar, hızlı müzakere süreçleri, ister istemez dış politikanızın da savrulmalarla sürekli dönen ve bir türlü ne dediği ve ne istediğini bilemeyen, uluslararası ortamdan dış politika tercihlerini net ifade edemeyen bir aktör konumuna düşürüyor. B da Türkiye açısından üzücü bir durum.”