Doğu Akdeniz'de Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan gerilim 'NAVTEX savaşları' eşliğinde NATO'ya taşındı. Türkiye ile Yunanistan 10 Eylül'ün ardından 15 Eylül'de de NATO karargahında askeri teknik düzeyde 'masaya oturdu. Yunanistan'ın Ege'deki adaları anlaşmaya aykırı olarak silahlandırdığı haberleri eşliğinde Ankara, gerek Türkiye'nin deniz alanları ve MEB'i gerekse KKTC'nin haklarını savunacağı vurguları eşliğinde 'önkoşulsuz' müzakere çağrısında bulunması dikkat çekiyor. Hafta sonunda Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu Meis Adası'na giderken, MSB Hulusi Akar ve TSK komutası hemen 2 km ötedeki Kaş'a gittiler. Türk askeri heyeti ardından da KKTC'yi ziyaret etti. Akar'ın bir yandan diyalog çağrısı yaparken, diğer yandan 1974'teki Barış Harekatı'nı anması dikkat çekti.
Diğer yandan Doğu Akdeniz'deki gerilimin uluslararası boyutunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de odakta. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un ardından adanın güneyi ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'yu ağırladı. Lavrov'un geleneksel olarak ilişkileri iyi olan Güney Kıbrıs'ta Türkiye'ye Akdeniz'deki kriz ve Kıbrıs meselesinin çözüm sürecinde arabuluculuk önerisi öne çıkarken, Pompeo'nun ABD'nin 33 yıl sonra silah ambargosunu kaldırma kararı aldığı Güney Kıbrıs'tan Ankara'ya Akdeniz'deki askeri varlığın geri çekilmesi çağrısı dikkat ekti.
Türk-Yunan geriliminde askeri temaslar üzerinden 'NATO molası' verilirken, Türk diplomasisinin durumunu bağımsız siyaseti ve Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer'le konuştuk.
'Asıl sorunun Ege ve adalarla ilgili olduğu olduğu iyice anlaşılmaya başlandı'
Aydın Sezer'e göre, Türkiye'nin Libya anlaşmasıyla başlayan süreçte Türkiye'nin Yunanistan ile asıl sorunlarının Ege ve adalarla ilgili olduğu iyice anlaşılmaya başlandı. Ege sorunu çözülmeden, Türkiye tarafındaki adaların karasularıyla ilgili statüleri belirlenmeden deniz alanlarıyla ilgili müzakere yapılmasının imkansızlığını anımsatan Sezer, ancak Ankara'nın kıta sahanlığıyla ilgili dış sınırları belirleme çabasına giriştiğini söyledi. Sezer'e göre konu yine döndü dolaştı ve adalara, adaların karasuları, deniz alanları, ama daha önemlisi silahlanması konusuna düğümlendi. Özellikle Meis ve takım adalarına ait olmayan Kara ada ve Fener adasına ve silahlandırmalara dikkat çeken Sezer, "Bir anlamda küçük bir Ege yaratılmış oldu Kaş açıklarında" dedi:
“Öncelikle Yunanistan tarafı da ön koşulsuz görüşme istiyor şeklinde takip ediyorum Yunan medyasını. Özellikle geçen hafta başta Oruç Reis olmak üzere Türk savaş gemilerinin bölgeden çekilmesini de ön koşul olarak öne sürüyordu NATO Genel Sekreteri’nin yaptığı girişimler esnasında. Doğu Akdeniz’de özellikle Libya anlaşmasıyla başlayan süreçte son 9 aylık gelişmelere bakacak olursak, bizim artık Yunanistan ile asıl sorunlarımızın özellikle Ege ve Adalarla olduğu iyice anlaşılmaya başlandı. Ege sorunu çözülmeden Türkiye tarafındaki adaların karasularıyla ilgili statüleri belirlenmeden Ege’de deniz alanlarıyla ilgili müzakere yapılmasının zaten teknik açıdan imkansız olduğunu söyleyegeliyoruz. Özellikle 2000 yılında Türkiye-Yunanistan politik analiz gruplarının ortak çalışmasından. Karasuları aslında bir anlamda hem kıta sahanlığı hem de münhasır ekonomik bölgeyi bir bütün olarak kapsayan kıyıdaş devlete tam egemenlik hakkı veren bölgeler. Dolayısıyla bizim Ege’de adalarla ilgili kıta sahanlığı tartışması yapmadan önce karasularının olup olmayacağı, olacaksa da ne kadar olacağıyla ilgili konuyu netleştirmemiz gerekiyordu. Bunu biz bırakıp Türkiye’nin kıta sahanlığıyla ilgili dış sınırların belirlenmesi çabasına girdik. Önce Kuzey Kıbrıs’la 2010’da yaptık, daha sonra da Libya ile. Yine konu döndü dolaştı adalara ama bu defa Akdeniz’deki Meis ve takım adalarına ait olmayan Kara ada ve Fener adasında düğümlendi. Orası da bize çok yakın, orada da silahlandırma söz konusu. Bir anlamda küçük bir Ege yaratılmış oldu Kaş açıklarında. Yunanistan Cumhurbaşkanı da orayı ziyaret ettiğinde, Akar da cevaben gitti 1.5-2 km öteden mesaj verdi. Ama konu geldi adalar, adaların karasuları, deniz alanları, ama bunlardan daha önemlisi adaların silahlanması konusunda düğümlenmeye başladı. O nedenle bizim bugün ilan ettiğimiz NAVTEX’i okuduğum zaman ne anlama geldiğini ben yorumlayamadım. Konu uzmanlarıyla görüştüm ne anlama geliyor diye. Orada silahlanmaya yönelik bir vurgu varsa, bunun ne amaçladığını ayrıca sorgulamak gerekiyor, hatta sırası mıydı demek bile gerekebilir. Neden böylesine bir özellikle ön koşulsuz görüşmelere başlamaya ne gerek vardı denilecek."
'NAVTEX'e destek veren muhalefet bu sefer de taviz diyor'
Oruç Reis gemisinin Antalya'ya geri dönüşünün de 'taviz' görmeyen Sezer, bunun zaten iç politikaya yönelik olduğu görüşünde. "Yunanistan-Mısır anlaşmasının 28 boylamın batısına ilan edilmeyen bir NAVTEX hiçbir zaman silahlı çatışmaya ya da aşamaya evrilecek bir NAVTEX olamazdı' diyen Sezer, bu NAVTEX'te hükümete destek veren muhalefetin bugün 'tavizden' söz etmesinin anlamsızlığına dikkat çekti:
"Oruç Reis ve gemilerin dönüşünü hiçbir şekilde Türkiye’nin verdiği bir taviz olarak da değerlendirmedim. Muhalefet partileri gibi asla taviz olarak görmedim. Ama benim değerlendirmemim ötesinde tüm Yunanistan, NATO ve AB bunu taviz olarak algıladı. Çünkü bizim siyasilerin daha önce verdiği mesajlar çerçevesinde bunun bal gibi taviz olduğuna yönelik bir genel inanış var. Orada ilan edilen NAVTEX’in sınırlarına bakıldığında zaten başından beri iç politikaya yönelik bir NAVTEX olduğunu söyleyeyim. Yunanistan-Mısır anlaşmasının 28 boylamın batısına ilan edilmeyen bir NAVTEX hiçbir zaman silahlı çatışmaya ya da aşamaya evrilecek bir NAVTEX olamazdı. O zaman hükümete destek veren ana muhalefet ve İYİ Parti dünden beri bu sefer de onlar iç politikaya NAVTEX ilan ederek taviz diyorlar.”
'Meis ile ilgili konumumuz gerçekten çok dramatik'
Sezer'e göre Türkiye'nin Meis Adası ile ilgili konumu da 'çok dramatik'. Yunanistan'ın maksimalist tezlerini Türkiye'ye hasmane yaklaşan Mısır'ın dahi kabul etmediğini anımsatan Sezer, dolayısıyla Meis'e yönelik NAVTEX ilanı gibi konuların Türk dış politikasında cevap vermeye bile değmeyeceğini dile getirdi. Sezer'e göre, Yunanistan'a 'laf yetiştiren' Ankara, bu sefer de iç politikaya yönelik bir 'Meis zaferi' peşinde:
“Zaten Meis ile ilgili konumumuz gerçekten çok dramatik. Yunanistan deniz hukuku sözleşmesine taraf bir ülke olarak, bir AB üyesi olarak Meis ile ilgili maksimalist tezlerini gündeme getiriyor. 4 bin katı deniz alanı olacağını iddia ediyor. Bunu Mısır Arap Cumhuriyeti gibi yeni BM deniz hukukuna taraf olan bir ülke de kabul etti. Bunu 17 seneden beri kabul etmiyor. Meis’e siz bu kadar deniz alanı yaratamazsınız diyor. Bunu Mısır söylüyor. Mısır ile biz bugün gayet dost ve müttefik ilişki içinde bile değiliz. Bizi seviyor ya da taraf tutuyor da diyemeyiz. Dolayısıyla Meis’e yönelik etrafta NAVTEX ilan etmek, silahlanmayla ilgili tepki vermek bunlar Türk dış politikasında Yunanistan’a karşı gündeme alınacak, cevap verilecek konular dahi değil. Meis ile Türkiye arasında karasuları sınırı dahi Yunanistan’ın Ege’de hep üzerinde durduğu ortay hat esasına göre de çizilmedi. Yani yıllar önce Ocak 1932’de biz Meis gibi küçük bir adanın Anadolu gibi büyük bir kara parçasıyla eşit uzaklık ilkesine göre karasularının olamayacağını ifade ettik. Takım adalar arasından geçen çizgilerde bazı yerlerde bu var ama genel anlamda yok. Dolayısıyla Meis’in kuzeyinde işgal ettiği ya da sahip olduğu karasuları belliyken ve bu adanın güneydeki ucu Anadolu’ya yaklaşık 7.5 km uzaktayken -bunun Türkçesi bizim karasularımız içerisinde- Ege’deki yakın adalardan bir farkı yok. Üstüne burada bizim bir de İtalyanlarla yaptığımız yürürlükte olan bir anlaşma da var. Böyle bir yerde biz Yunanistan’a laf yetiştiriyoruz. Hükümet bu sefer de bir Meis zaferi yaratmanın peşinde, bu da iç politikaya yönelik olacak. Ben bunu Türkiye’nin muhatap alacağı bir soru olarak bile kabul etmiyorum."
'Türkiye Doğu Akdeniz'de gelecek kuşaklara da yansıyacak bir girdaba girdi'
Türkiye'nin 'Mavi Vatan'dan bahsederken, Libya anlaşması yüzünden Rodos Adası'nın önemli bir kısmına deniz alanları kazandırdığını, dolayısıyla 'ön koşulsuz' müzakerelere başlandığında Atina'nın Mısır'la anlaşmasını ortaya süreceğini belirten Sezer, Türkiye'nin buna karşı getireceği Libya anlaşmasının ise Libya'daki durumun akıbetinin belirsizliği yüzünden sorunlu olacağını vurguladı. İzlenen politikalarla Türkiye'nin müzakere pozisyonunun Libya sahilleri değil Meis ve Rodos haline geldiğini belirten Sezer, bunda Ankara'nın 50 senedir geçerli tezleri iyi bilen diplomatlarını devre dışı bırakıp birbirinden farklı söylemlere başvurması ve meseleyi iç politikaya alet etmesinin etkili olduğu değerlendirmesinde bulundu. Sezer'e göre Ankara Doğu Akdeniz'de gelecek kuşaklara da yansıyacak bir girdaba girdi:
"28 derece boylamın batısı Yunanistan-Mısır anlaşması oldu. Mavi Vatan’ın kolu bacağı gitti de demiyorum. Mavi Vatan, vatan mıydı değil miydi onu da tartışmıyorum. Ama şunu net olarak söylüyorum. Rodos Adası’nın önemli bir bölümü deniz alanları kazandı bu anlaşmayla. Bizim açımızdan temel sorun ya da sıkıntı bu. Dolayısıyla ön koşulsuz olarak müzakerelere başlanıyorsa, Yunanistan-Mısır anlaşmasını getirecek önümüze. Biz bunun karşısına Libya anlaşmasını ne kadar koyarsak koyalım ki akıbetiyle ilgili de ciddi soru işaretleri belirmeye başladı Libya ya da bizimkilerin müzakere pozisyonları nedeniyle. Dolayısıyla bizim Rodos’un ne kadar deniz alanına sahip olacağı konusu. Artık Girit demiyorum. Diğer adalara emsal teşkil etmemesini de diliyorum. Ama Rodos çok önemli. Bizim müzakere pozisyonumuz Libya sahilleri değil de Meis ve Rodos oldu. Bu ülke bunu hak etmiyor. Bu ülkede Türkiye’nin deniz alanlarıyla ilgili resmi tezlerini bilen ve 50 yıldır savunan çok güçlü insan kaynağı var. Dolayısıyla burada iktidarıyla muhalefetiyle Doğu Akdeniz meselesinden iç politika malzemesi yapılmasına artık birilerinin dur demesi gerekiyor. Kurumsal akılla hareket ediyor Yunanistan, çünkü diplomasi yürütüyor, monşerlerini devre dışı bırakmadı. Birçok nedeni var. Türkiye’deki gibi Çavuşoğlu başka bir şey ya da Kalın başka bir şey söylemiyor. Gemi çekiliyor, muhalefet taviz deyince birileri bakıma aldık demiyor. Böyle bir çokseslilik olamaz. Çok taraflı diplomasiyi anlarım da diplomasi de çokseslilik denilen bir şey olamaz. Bunun bir sözcüsü, konuşanı, savunmaya çalışanı vardır. Dinleyiciler de genellikle AKP’nin dış politikasına yönelik başından beri hep eleştirel baktığımı iyi bilirler. Hulusi Akar Bey’in yapmaya çalıştıklarının dışında ne olup bittiğini gerçekten anlamıyorum. Savunma Bakanı’nın da attığı adımların tümü de doğrudur demek istemiyorum. Ama NAVTEX ve Mısır anlaşmasıyla birlikte bir girdaba girdik Doğu Akdeniz’de. Bunlar gelecek kuşaklara yansıyacak sonuçlar üretecek. Haklı olduğumuz bir konuda halbuki hiçbir şekilde macera aramamak gerekiyordu. Kendi ayağımıza sıkmamamız gerekiyordu.”
'Doğu Akdeniz'de birdenbire hukuki adım atma gayretine soyunup Kıbrıs'ta tam aksine siyasi adımlar atılması muhatapların bir araya gelmesini kolaylaştırdı'
Sezer, Türkiye'nin AB üyeleri olan Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir şekilde muhatapken, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de birdenbire hukuki adım atma gayretine soyunup Kıbrıs'ta tam aksine siyasi adımlar atmasının muhataplarının bir araya gelmesini kolaylaştırdığını belirtti. Sezer'e göre, Türkiye'nin siyasi açıdan, BM hukuku çerçevesindeki hukuki temeldeki pozisyonu açısından sıkıntılar yaratıldı:
“Maalesef dış politikanın genel hatlarıyla masaya yatırılması gerektiğini ya da daha büyük resimden bakarak analiz yapmamız gerekiyor. Kıbrıs konusu ve Yunanistan ile Kıbrıs’ın AB üyesi olması, Doğu Akdeniz’de olmaları. Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıta sahanlığıyla ilgili her iki ülkeyle de bir şekilde muhatap olması, Doğu Akdeniz’de Türkiye birdenbire hukuki adım atma gayretine soyunmuşken Kıbrıs’ta tam tersine siyasi adımlar atmaya başlaması, tabii muhatapların bir araya gelmesini kolaylaştırıcı. Diğer faktörleri de üzerine ilave ettiğimizde ortaya inanılmaz karmaşık içinden çıkılamaz bir sorun çıkıyor. En başından beri dikkat etmemiz gereken konu olarak gördüm. Türkiye’nin yani Anadolu’nun kıta sahanlığı, deniz alanları konusuyla Kıbrıs’ınki birbirinden farklıdır, ilgisi yoktur, bütünleştirilemez. Hatta Anadolu’nun kıta sahanlığı sınırlarıyla Kıbrıs adasınınki de çakışmaktadır. Dolayısıyla sorunlu bir alan varken bile, bunun üzerine tek bir parçaymış gibi konu ele alınırsa, Kıbrıs’ın güneyindeki parseller ve oradaki faaliyetler Türkiye’ye tehdit gibi algılanırsa, o zaman karşı taraf Kıbrıs konusunu ondan ayırıp ele almaya başladığında bu defa bizim siyasi açıdan BM hukuku çerçevesindeki hukuki temeldeki pozisyonumuz açısından sıkıntılar doğuyor.
'Kafa tutabilmek için güç ve diplomatik kurumların işlemesiyle iktisadi gücünüz olması lazım'
Ankara'nın bölgede etkili olmak isteyen Fransa'nın faaliyetlerini sorgulayabileceğini ancak Fransa'nın 'arka bahçesi' Libya'da etkili olurken kafa tutabilmek için hem diplomatik kurumları hem de ekonomisinin iyi işlemesi gerektiğini anımsatan Sezer, Türkiye'nin maceraya sürüklendiği görüşünde:
"Öncelikle Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri. Egemen bir Avrupa ülkesi, emperyal arzuları olabilir. Macron ergen bir politikacı olarak düşünülebilir. Bu Fransa’nın neden olduğunu bizim sorgulamamızı getirir. Ama buna karşı duracak enstrümanımızın olup olmadığına bakmak lazım. Siz Libya’da ne arıyorsunuz sorusu sorulduğunda bir cevap vermek lazım. Çünkü orası da Fransa’nın arka bahçesi gibi değerlendiriliyor. Burada bir güç ve diplomasiyle birlikte askeri ve iktisadi gücünüzün de bir bütün olarak ancak olması durumunda birilerine dik durabilirsiniz, kafa tutabilirsiniz. Ekonominiz hariç diplomasi kurumlarınızı zaten siz bertaraf etmişsiniz. Gemi dolaştırarak tüm dünyaya askeri güçle meydan okumak 21. Yüzyılın politikası değil. Bunun böyle olduğunu iddia edenler olabilir. Ama bu Türkiye’yi bir anlamda resmen maceraya sürüklemek anlamına gelir.
'Hükümet dış politikada izlediği yolu bir an önce resetlemeli'
ABD, Fransa ve Rusya'nın Kıbrıs'la ilgilendiği ve rekabet ettiği bir dönemde Ankara'nın Doğu Akdeniz politikası ile Kıbrıs meselesini birleştirmekle hata ettiği görüşünü dile getiren Sezer'e göre Erdoğan hükümeti dış politikasında izlediği yolu bir an önce resetlemeli. Sezer, buna rağmen Türkiye açısından Mısır, İsrail gibi ülkelerle diplomatik ilişkileri düzeltmesinin de 'kurtarıcı etkisi olmayacağı' görüşünü vurguladı:
"Amerika, Kıbrıs’la işbirliği tesis ediyor, sınır güvenliği anlaşması imzalanıyor. Rusya, Amerika ile Kıbrıs üzerinde rekabet etme sürecinde. Dolayısıyla bizim Kıbrıs konusu gibi bir konuyla da yüzleşmemiz gereken bir döneme girdik. Rusya burada Kıbrıs üzerindeki etkisini kaybetmemek adına elbette onlara da şirin görünmek ama daha önemlisi Rus sermayesinin özellikle çifte vergilendirme ile ilgili sorunlarını da bertaraf ettiler. Bir işbirliği ek protokolü imzaladılar. Lavrov, Makarios ödülü aldı. Şu anda Kıbrıs üzerinde Fransa, Amerika ve Rusya’nın bir etki paylaşımıyla ilgili ama bir taraftan da sempati ve sanki kolluyormuş, sahip oluyormuş gibi, yardımcı oluyormuş gibi bir görünüm içerisine girdiklerini de görüyoruz. Bunu Doğu Akdeniz politikasından ayırmamız gerekiyor. En başta birleştirmekle hata ettik. Şu anda bu iki konuyu birbirinden nasıl ayıracağız, ciddi bir soru işareti. Acilen ivedilikle dış politikanın resetlenmesi gerekiyor. Burada Mısır, İsrail vs. ülke ile diplomatik ilişkileri düzeltme bu saatten sonra kurtaracak bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Karamsar tablo çizmek istemiyorum. Eğer Serrac istifa ediyorsa, bu muhtemelen yeni bir ortak yönetim kurulmakta olduğu için gelecek bu istida. Yoksa UMH, Serracsız devam edecekse o zaman Libya konusu başka bir boyuta evrilir, sonu bölünmesiyle biter. Nereden bakılırsa bakılsın bir tutarlılık, önceliklendirme ve gerçeklikle dış politika konularında bağlantıyı tekrar sağlamamız gerekiyor.”