Libya’da çatışan tarafların 21 Ağustos'ta gelen ateşkes yolunda askeri eylemlerini durdurma kararları eşliğinde diplomasi hareketlenirken, başkent Trablus'taki hükümette iç sarsıntılar yaşanıyor. Başkent Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayiz es-Serrac, tam da Türkiye'de temaslarda bulunduğu esnada İçişleri Bakanı Fethi Başağa'yı görevden alıp hakkında soruşturma başlattı. Misratalı milisler üzerinde etkili Başağa'nın ülkesine dönüşte adeta gövde gösterisiyle karşılanması şüphe uyandırdı. Hem Sarrac'ın hem de Tobruk'taki Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih'in ateşkes niyetlerini beyan ettikleri ve uluslararası toplumdan destek gördükleri bir ortamda Türkiye'den açıklama yapılmaması dikkat çekiyor.
Libya’daki ateşkes girişimi ve gelişmeleri ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller’le konuştuk.
‘Türkiye uzun süre sessiz kaldı’
Mehmet Ali Güller’e göre Libya’da yaşananların hem Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesi hem de son zamanlardaki Türkiye-Yunanistan gerginliği bakımından önemli. Güller, 21 Ağustos’ta Libya’da ilan edilen ateşkesi birçok ülkenin olumlu karşıladığını fakat Türkiye’nin uzun bir süre buna sessiz kaldığına dikkat çekti:
“Libya meselesinin Doğu Akdeniz meselesinden ayrı olmadığının altını çizelim. Çünkü Libya netice itibariyle, Doğu Akdeniz konusunda yıllarca ve yıllarca önündeki gelişmelere sessiz kalan AKP iktidarının kuşatılmışlığı yarmak üzere 2019 yılında askerlerin de verdiği akılla o kuşatılmışlığı yırtmak üzere yaptığı hamleydi Libya’yla anlaşma. Dolayısıyla Libya’daki her konu bizi Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesi bakımından da ilgilendiriyor. Ege sorunu temelinde şu günlerde oldukça gergin yürüyen Yunanistan-Türkiye meselesi bakımından da ilgilendiriyor Libya’daki gelişmeler. İzleyicilerimiz için konuyu şöyle özetleyelim; 21 Ağustos’ta Türkiye’nin desteklediği Trablus hükümetiyle, daha çok Mısır’ın destek verdiği Tobruk meclisi karşılıklı, eş zamanlı, birlikte mutabakata vardıkları belli olacak şekilde ateşkes çağrısı yaptılar. Mısır başta olmak üzere pek çok ülke de bu ateşkesle ilgili olumlu değerlendirmeler yaptı. Ateşkesi memnuniyetle karşıladıklarını açıkladılar. Fakat Türkiye’den herhangi bir açıklama gelmedi. Ben iki gün sonraki yazımda da Türkiye’nin sessizliğine dikkat çekerek bir Libya analizi yapmıştım ateşkesle ilgili. Fakat üzerinden tekrar bir hafta daha geçti, Türkiye hala sessiz diye yeni yazımda da belirttim. Neredeyse Moskova’da Türk ve Rus heyetleri yan yana gelene kadar bu konuda herhangi bir açıklama yapılmadı.”
‘Sebep ilan edilen ateşkesin Türkiye kontrolünde olmaması’
Türkiye’nin sessizliğinin Türk ve Rus heyetlerin Moskova’da yaptığı temaslardan sonra bozulduğunu işaret eden Güller ancak Moskova ve Ankara’nın yaptığı açıklamaların da örtüşmediğini ifade etti. Güller'e göre, Türkiye'nin uzun süren sessizliğinin nedeni aslında ilan edilen ateşkesin kontrolünde olmaması. Güller aynı zamanda Fethi Başağa gibi Türkiye’ye fazlasıyla yakın olan bir ismin Türkiye’de temastayken görevden alınmasına da dikkat çekti:
“10 gündür Türkiye’nin bu konuda bir açıklama yapmadığını ve ne hikmetse Moskova’da temaslar olunca artık bu konuda bir açıklama yapma gereğinin olduğu görülüyor ama iki açıklamanın birbirini tutmadığını görüyoruz. Moskova’nın açıklaması çok açık bir şekilde ‘Moskova ve Ankara ateşkes kararını memnuniyetle karşılıyor’ diyor. Fakat Türkiye’nin açıklaması böyle değil. Az önce Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesine girdim ve oradan baktım. Söylenilen şey, bu konuya en yaklaşık ifade ‘Libya’da sürdürülebilir ve kalıcı ateşkes sağlanması açısından Sirte ve Cufra önemli’ diyor. Ama bunu zaten diyor. Bu doğrudan 21 Ağustos tarihli ateşkese bir atıf ve buna memnuniyet ifadesi anlamına gelmiyor Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması. Bunun altını çizelim ve esas meseleye gelelim. Bu bile aslında şunu gösteriyor; Tobruk ve Trablus arasında yapılmış olan ateşkes Türkiye’nin kontrolünde olan bir ateşkes değil. Böyle olmadığı için de hem Türkiye 10 gündür bu konu hakkında bir açıklama yapamıyor hem de Türkiye’nin desteklediği kuvvetler içerisindeki belki de sıralamada en tepede olan bir isim hem de Türkiye’de temaslardayken tasfiye ediliyor. Bu oldukça anlamlı bir durum."
'Darbe ve karşı darbe alametleri'
Güller'e göre Başağa Türkiye'nin belki Serrac'dan bile daha önemsediği bir isim. Salt Başağa değil, hem savunma bakanı hem de genelkurmay başkanının görevden alınmasıyla yeni bir tablo oluştuğunu söyleyen Güller, bütün bunların Libya'da bir darbe girişimi olduğu ve karşı darbe ile bastırıldığına işaret olduğu değerlendirmesinde bulundu. Güller'e göre, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de bir güç mücadelesine giriştiği bir dönemde Fransa'nın Serrac'a yaptığı Paris daveti ve Mısır faktörünün işleri değiştirebileceğine dikkat çekti:
"Fethi Başağa Türkiye’nin belki Serrac’ın kendisinden bile daha çok önemsediği birisiydi. Türkiye aslında Libya anlaşmasını da Fethi Başağa üzerinden yapmıştı. Fethi Başağa Ankara’da Hulusi Akar ile görüşürken, yine Ankara’nın çok önemsediği bir başka isim de Erdoğan’la görüşürken Serrac doğrudan bu ismi görevden aldı. Üstelik idari soruşturma açılacağını söyledi. Üstelik bu isimle irtibatlı olabileceği yorumları yapılan hem Savunma Bakanı’nın hem de Genelkurmay Başkanı’nın da görevden alındığı ve yeni bir tablo oluştuğu ortada. Bu aslında Libya’da bir darbe girişiminin olduğunu fakat bir karşı darbeyle de bunun bastırıldığı sonucunu getiriyor. Hem Libya yerel kaynaklarının hem de oradaki gelişmeleri izleyen diğer basının bu konudaki yaptığı açıklamalar, kabileler arası güç mücadelesine vakıf olan isimlerin yaptığı değerlendirmeler ortada Başağa ile Serrac arasında bir güç mücadelesi olduğu gerçeğine işaret ediyor. Bunun özellikle Paris’in Serrac’a bir el uzatıp onu Paris’e davet etmesi, Serrac’ın buna olumlu yanıt verme eğiliminde olduğu Türkiye’nin rahatsızlıklarından biri. Çünkü Doğu Akdeniz’de de şu anda Türkiye Mısır’la tamamen karşı karşıya gelmiş durumda. Böylesi bir durumda Serrac doğrudan Mısır’ın radarına girerse bu Türkiye açısında Libya’da oldukça ciddi bir sıkıntı olacak. Bu nedenle Başağa üzerinde durulduğu anlaşılıyor. Anlaşmadan hemen sonra Türkiye’ye geldi ve uzunca bir süredir de Türkiye’de bulunduğu söyleniyor Başağa’nın, yaklaşık 10 gün Türkiye’deydi. Buraya İçişleri Bakanı sıfatıyla gelmiş durumda ama Başağa’nın konumu İçişleri Bakanlığı’nın ötesinde doğrudan savunma kuvvetlerine de Trablus’ta, Mısrata’da özellikle kumanda ettiği gibi bilgiler de birleşirse Hulusi Akar’la yaptığı görüşmenin çok daha ehemmiyet kazandığını söyleyebiliriz. Ama tam bu görüşme yapılırken Serrac bu ismi görevden alınca Türkiye’deki temaslar da bir gayriresmi temasa dönüştü özetle.”
‘İhvan'ın yaşadığı güç mücadelesi ve paranın izinin takip edilmesi gerek'
Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail’in normalleşme sürecinin ve Hamas’ın İsrail ile anlaşmasının Libya’daki durumdan bağımsız olmadığına işaret eden Güller tüm bu durumu anlayabilmek için İhvan’ın yaşadığı güç mücadelesini anlamak gerektiğini vurguluyor. Katar’ın İhvan’a verdiği destekle Körfez’de yalnızlaştığını anımsatan Güller Katar’ın bu olaylarda siyasi bir kuvvet değil finansal açıdan rolü olduğunu ve olanı biteni anlamak bakımından paranın izinin takip edilmesi gerektiğini ifade etti:
“Dikkat çekici bir başka gelişme de İsrail’in tam da Birleşik Arap Emirlikleri ile bir normalleşme sağladığı, bunu Amerika’nın doğrudan İran karşıtlığı temelinde formüle ettiği, bugün de üçlü bir görüşme yaptığı şartlarda Hamas da bir açıklama yaptı ve İsrail’le anlaştı. Libya’daki durum ve bu birbirinden bağımsız değil. Toplam İhvan içerisinde ciddi bir güç mücadelesi yaşanıyor. O güç mücadelesini anlayabilirsek Libya’daki meseleleri de, Filistin’de Hamas’ın İsrail’le, üstelik El-Fetih bu konuda İsrail’le normalleşmeye, Yüzyılın Planı’na kökten karşı çıkarken, bir anlaşma eğilimine girmiş olması doğrudan İhvan içerisindeki durum ile ilgili gelişmeler. Katar’ın pozisyonu da bununla ilgili. Katar da aslında Körfez’deki yalnızlığına giden yol İhvan’a verdiği destekle başlayan bir süreçti. Dolayısıyla bunların hepsinin temelinde Ankara hükümetinin de bütün bu Doğu Akdeniz politikasındaki yanlışlıkları İhvancılığı temelinde yürüttüğü, dış politikasını o yönde yürüttüğünü düşünürsek her şey dönüp dolaşıp İhvan’a düğümleniyor. Libya’daki bu mesela, Hamas-İsrail anlaşması, Katar’ın pozisyonu, Türkiye’nin Mısır’la anlaşamaması.. Hepsi bir İhvan düğümü içerisinde değerlendirilebilecek gelişmeler. Bu bakımdan önümüzdeki günlerde İhvan içindeki güç mücadelesine odaklanmak gerekir, işlerin nereye gideceğini anlayabilmek bakımından. Özellikle merkez bankası ve bugün Tobruk ve Trablus anlaşmasının içerisinde merkez bankasının değil de petrol paralarının birikeceği başka bir bankanın seçilmiş olmasını da işaret ederek İhvan-para meselesine de dikkat etmek gerekiyor. Zira bir yeni anlaşma da Türkiye Merkez Bankası’nın Libya’yla yaptığı anlaşma. Bütün bunları toplam bakımından düşünmek gerekiyor. Çünkü Katar bütün bu meselelerde bir siyasi kuvvet değil, bir finansman kaynağı olarak rolü var. Dolayısıyla paranın izini de takip etmek gerekiyor olan biteni çok daha iyi anlayabilmek açısından.”