Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kriter Dergisi'nin yeni sayısında, SETA Vakfı Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran’ın sorularını yanıtladı:
Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'u fethettiğinde ilk cuma namazını kıldığı ve fethin sembolü olarak camiye dönüştürdüğü bir mekândır. Bu yüzden toplum hafızamızdaki yeri vazgeçilmezdir. 1934'te Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesi, milletimizin içini acıtan bir karardı. Ayasofya'nın tekrar asli hüviyetine kavuşturulması gerekiyordu. Danıştay, yapılan başvuru sonucu nihai kararı verdi. Danıştay'ın kararını hukuk devleti adına, maşeri vicdanı rahatlatma adına müspet bir adım olarak görüyoruz. Dava sürecinde içeriden ve yurt dışından çıkan çatlak seslerin ise hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ayasofya'nın statüsüyle ilgili nihai karar mercii başkaları değil Türk milletidir. Bu, bizim iç meselemizdir. Diğer ülkelere de ancak alınan karara saygı göstermek düşer.
Kudüs üç semavi dinin mukaddes mekânıdır. Mescid-i Aksa ise biz Müslümanların ilk kıblesidir. Mescid-i Aksa'nın izzetini korumak, buraya el uzatılmasına mani olmak Müslümanların ortak görevidir. Bütün İslam âleminin bu gerçeği anlaması ve buna uygun davranması gerekiyor. Şunu da ilave edeyim: Bizim Musevilere karşı herhangi bir önyargımız veya husumetimiz de yoktur. İsrail halkıyla da bir sorunumuz bulunmuyor. Bizim karşı olduğumuz İsrail hükümetinin işgalci ve hukuk tanımaz politikalarıdır.
Cumhurbaşkanımız @RTErdogan, @KriterDergi‘ye Ayasofya’nın yeniden cami olması, 15 Temmuz darbe girişimine karşı milletin zaferi, Türkiye’nin Kovid-19 ile mücadelesi, Libya ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere gündemdeki konularda açıklamalarda bulundu. https://t.co/uyzf62tft7 pic.twitter.com/MUSpamqrXS
— T.C. İletişim Başkanlığı (@iletisim) July 12, 2020
Demokrasiyi ve milli iradeyi savunmak sadece iktidarın değil herkesin görevidir. Demokrasiyi hedef alan girişimler karşısında siyasi ikbal kaygısı gütmeden, korkmadan, çekinmeden tepki koymaları gerekir. Ancak 1960'tan beri CHP'nin darbeyi destekleyen, müdahaleye çanak tutan bir politika izlediğini görüyoruz. 27 Mayıs'ın da, 28 Şubat'ın da, 15 Temmuz'un da en büyük destekçisi CHP'dir. Normal şartlarda bu tarz iddialı cümleler kuran birisinden, sözünü tutması ve tankların üstüne çıkması beklenirdi. Ancak CHP Genel Başkanı tankların üstüne çıkmak yerine darbecilerle anlaşıp tankların arasından kaçmayı tercih etti. Sığındığı Bakırköy Belediye Başkanı'nın evinde, milletin mücadelesini kahve içerek televizyondan takip etti.
Tabii ortada çok ciddi bir muamma var. 4 yıl geçmesine rağmen açıklığa kavuşturulmamış sorular var. CHP Genel Başkanı 15 Temmuz gecesine dair şüphe bulutlarını artık dağıtmalıdır. O gece kimlerle konuştuğunu, kimlerle hangi pazarlıkları yaptığını öncelikle kendisinin anlatması gerekir. 15 Temmuz sonrasında kullandığı FETÖ jargonu ile o gece yaşananlar arasında bir irtibat olup olmadığını açıklığa kavuşturmalıdır.
Darbeye karışanlarla ilgili davaların önemli bir kısmı tamamlandı. Milletin kanını dökenler, millete kurşun sıkanlar işledikleri cinayetlerin hesabını hukuka verdi ve veriyor. Örgütün gizli yapılanmasına yönelik operasyonlar ise devam ediyor. Elbette 40 yıl boyunca devlete sızan sinsi bir yapıyı 4 yılda tamamen temizlemek mümkün değildir. Nitekim güvenlik ve yargı birimlerimiz, her gün yeni bir bulguya ulaşarak, örgütün kripto yapılanmasını deşifre ediyor. Firari şahısların ülkemize iadesi konusunda da Adalet Bakanlığımız gereken çalışmayı titizlikle yürütüyor. Örgütün üst düzey militanlarından bazılarının ülkemize iadesini sağladık.
Burada kimi ülkelerin tavırlarıyla ilgili şu hususu ifade etmek zorundayım. Lafa gelince sürekli demokrasiden bahsedenler, bize hukuk dersi verenler maalesef demokrasi düşmanlarına kol kanat germekten çekinmiyorlar. Birçok batı ülkesinin FETÖ'cüleri himaye ettiğini, bunlara aleni destek verdiğini görüyoruz. Kimi devletler bunu sırf bize zarar vermek için yaparken, bazıları da gafletten, FETÖ tehdidini idrak edememekten yapıyor. Ancak Antifa örneğinin herkes için bir ibret vesilesi olacağına inanıyorum. Daha birkaç yıl öncesine kadar romantik sözlerle desteklenen bu yapı şimdi terör estiriyor, sokakları ateşe veriyor. Nitekim bu taşkınlıklar karşısında Sayın (ABD Başkanı Donald) Trump, Antifa'yı terör örgütü olarak ilan edeceklerini açıkladı. Benzer tehdit FETÖ için de geçerlidir.
Terörü bu toprakların kaderi olmaktan muhakkak çıkartacağız. Bu yönde son yıllarda gerçekten önemli adımlar attık. Bölgemizin geleceğinde bu örgüte yer yoktur.
Savunma sanayiinde yerlilik oranını yüzde 20 seviyelerinden aldık, yüzde 70'lerin üstüne çıkardık. 2002'de sadece 62 savunma projesi yürütülürken, bugün bu sayı 700'e yaklaştı. Son 5 yılda yaklaşık 350 yeni proje başlattık. 2002'de yaklaşık 5.5 milyar dolar bütçeli savunma projeleri yürütülürken geldiğimiz noktada yaklaşık 11 katlık bir artışla 60 milyar dolarlık proje hacmine ulaştık. İhale süreci devam eden projelerle bu rakam 75 milyar doların üzerine çıkıyor. Aynı dönemde firma sayımız da 56 iken bugün bin 500'e ulaştı. Yine göreve geldiğimizde 1 milyar dolar olan sektörün cirosu, 2019'da 10.8 milyar dolara yükseldi. 2002'de yalnızca 248 milyon dolar olan savunma ve havacılık ihracatı, 2019 itibarıyla 3 milyar doları geçti. Neredeyse yok düzeyinde olan Ar-Ge harcaması 2019'da 1.5 milyar doları geçti. Bugün dünyanın en büyük savunma şirketleri listesinde 5 firmamız bulunuyor. Diğer taraftan havuzlu çıkarma gemimiz TCG Anadolu'nun inşasının sonuna geldik. Nitekim gemimiz 1 Temmuz'da liman test hazırlıkları için rıhtıma indi.
Tasarımından üretimine her aşamada yerli olacak savaş uçağımızı da 2023'te hangardan çıkaracağız.
Bulunduğumuz noktayı önemsiyoruz fakat daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Böyle bir iradeye, altyapıya ve birikime sahibiz.
İHA ve SİHA'lara yönelik de çok ciddi dış talep var. Tabii savunma sanayii alanındaki diğer yerli üretimlerimize yönelik de büyük bir ilgi var. Hem özel sektör, hem de devlet olarak bu alanda atılan adımlarımız kesintisiz sürecek.
Bölgemizle ilgili konularda taraflı, fırsatçı ve diğer tarafı yok sayan bir yaklaşım içinde asla olmadık. Barışın inşa edilmesi, akan kanın durması için çaba harcıyoruz. Çatışmalar sebebiyle insanların mülteci durumuna düşmesini, evini, barkını, hayatını kaybetmesini istemiyoruz. Türkiye'nin bu konudaki duruşu nettir. bizim kimsenin toprağında, egemenliğinde gözümüz yoktur. Kendi güvenliğimizin üzerine ne kadar titriyorsak, komşularımızdan başlayarak dost ve kardeş ülkelerin güvenliğine de aynı şekilde hassasiyet gösteriyoruz. Fransa ve Abu Dabi yönetimi başta olmak üzere kimi ülkelerce yürütülen propagandanın arkasında, Türkiye'nin hukuk, demokrasi ve adalet eksenli mücadelesine yönelik tahammülsüzlük vardır. Türkiye, sahada ve masada verdiği başarılı mücadelelerle kan ve kaostan beslenenlerin hesaplarını bozmuştur. Bugün yüz milyonlarca mazlum ve mağdurun nazarında Türkiye; umutla, adaletle, merhametle özdeş hale gelmiştir. Ülkemize yönelik bu teveccühü korumakta kararlıyız.
Türkiye'nin kararlı tavrı sayesinde darbeci Hafter ile destekçilerinin Trablus'u işgal planı tutmadı.
Libya'nın bir an önce istikrara kavuşması sadece Libya halkının değil tüm bölgenin çıkarınadır. Bu ülkenin siyasi ve ekonomik açıdan güçlenmesi hem Kuzey Afrika'yı hem de Avrupa'yı rahatlatacaktır. Uluslararası toplum meşru hükümeti destekleyerek artık tercihini yapmalı, savaş suçu işleyen darbecileri durdurmalıdır. Libya'yı kan gölüne çeviren lejyonerler bir an önce bu ülkeden çıkarılmalıdır. Terhune ve daha birçok şehirde ortaya çıkan toplu mezarların hesabı, darbecilerden muhakkak sorulmalıdır.
Aralarında komşularımızın da olduğu bazı ülkeler, Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de etkisizleştirmek için hatalı bir sürecin içine girdiler. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye'nin Akdeniz'deki haklarını gasp etmek istediler. Defalarca bunun yanlış olduğunu, hukuka uygun olmadığını söyledik. Türkiye'nin hak ve hukukunu koruma noktasında kararlı olduğunu ifade ettik. Hedefleri, Akdeniz'e en uzun kıyıya sahip olan ülkemizi sadece oltayla balık tutacak bir kıyı şeridine mahkum etmekti. Ama attığımız adımlarla bu planı boşa çıkardık. İki sondaj gemimizi göndererek, ülkemize ait alanlarda sismik araştırmalar yapmaya başladık. Açık ve net söylüyorum; biz tarih boyunca farklı medeniyetlere beşiklik etmiş Akdeniz'de gerilim istemiyoruz. Bilakis burada var olduğu düşünülen hidrokarbon kaynaklarının tüm bölge için bir fırsat teşkil ettiğine inanıyoruz. İş birliğini ve adil bir paylaşımı esas alan her türlü teklife kapımız açıktır. Bu prensipler temelinde herkesle çalışmaya hazırız.
18 yıllık iktidarımız döneminde, ülkemizi, milletimizi ve demokrasimizi güçlendirmek için attığımız tüm adımlarda, CHP'nin saldırılarına ve ithamlarına muhatap olduk. Suriye'nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan terör koridorunu, CHP'ye rağmen akamete uğrattık. Hendek ve çukur terörünü CHP'ye rağmen engelledik. İdlibli kardeşlerimize yine CHP'ye rağmen sahip çıktık. 15 Temmuz sonrasında FETÖ'ye karşı mücadelemizi yine CHP'ye rağmen sürdürdük. Aynı şekilde Libya ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımızı CHP'nin muhalefetine rağmen savunduk ve savunuyoruz.
40 yıllık siyasi hayatımızda edindiğimiz tecrübe, bize CHP'nin millet ve memleket gibi bir derdinin olmadığını, Türkiye'nin çıkarları konusunda herhangi bir hassasiyetlerinin bulunmadığını göstermiştir. Şu an CHP eksenini kaybetmiş bir partidir. Rüzgar nereden eserse oraya yöneliyorlar. Sürekli bocalamalarının sebebi budur. Milli meselelerde CHP ve şürekasının ne dediğine değil, milletimizin ne dediğine, neyi talep ettiğine bakıyoruz. Bizim için asıl olan Türkiye ve Türk milletinin huzuru, emniyeti ve bekasıdır. Bunun dışındaki her şey lafügüzaftır.
Devlet geleneğimiz ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın' prensibi üzerine bina edilmiştir. Biz aynı zamanda paylaşmanın, yardımlaşma ve dayanışmanın bereketine inanan bir milletiz. Korona virüs salgını, insanlık tarihinin son asırda yüzleştiği en büyük sağlık krizlerinden birisidir. Maalesef birçok ülke bu salgına sağlık altyapısı bakımından hazırlıksız yakalanmıştır. Öyle ki gelişmiş ülkeler dahi vatandaşlarına ve sağlık çalışanlarına tulum, maske, koruyucu ekipman gibi temel ihtiyaç malzemelerini sağlamakta zorlanmıştır.
İnsanların ilgisizlikten öldüğü, sağlık çalışanlarının maske dahi bulamadığı, yaşlı bakım evlerinden utanç verici görüntülerin yansıdığı durumların hiçbiri ülkemizde yaşanmadı.
Sağlığın kıymetinin daha iyi anlaşıldığı bu dönemde, Türkiye'nin büyük bir çekim merkezi olacağına, sağlık turizmi alanında da kendisinden söz ettireceğine inanıyorum. Bu vesileyle salgın sürecinde özverili bir şekilde görev yapan, sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm kamu ve özel sektör personeline, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.
Küresel düzeyde yeniden şekilleneceği anlaşılan siyasi ve ekonomik yapıda Türkiye, gerçekten avantajlı bir yerde duruyor. Daha salgın dönemi bitmeden, dünyanın dört bir yanından alternatif üretim ve tedarik kanalları için ülkemizdeki firmalarla temasa geçilmeye başlandı. İnşallah bu sıkıntılı süreci fırsata çevirecek, ülkemizi 2023 hedeflerine bir adım daha yaklaştıracağız.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin getirdiği avantajları çok iyi kullandık. Kabinemizle tam bir koordinasyon içinde, vakit kaybına mahal vermeden, bürokratik oligarşiye takılmadan gereken tüm kararları aldık ve süratle uyguladık. Daha önce çift başlılıktan neşet eden sorunların hiçbiri bu süreçte yaşanmadı. Kriz döneminde sistem tıpkı bir saat gibi tıkır tıkır işledi. Böylece muhalefetin sistemle ilgili eleştirilerinin ne kadar yersiz, haksız ve gereksiz olduğu ortaya çıktı.
Öte yandan, biz 83 milyonun huzuru ve sağlığı için başarılı bir mücadele yürütürken, muhalefet belediye başkanlarının çoğu, en basitinden toplu taşımadaki sefer sayısını dahi düzenlemekte aciz kaldı. İnsanımızın sağlığını hiçe sayan, tamamen iş bilmezlik ve koordinasyonsuzluktan kaynaklanan sıkıntılara şahit olduk.
Koronavirüs krizini tüm dünyaya örnek bir başarıyla yöneten kabinemize ve yönetim sistemimize yönelik vatandaşımızın duyduğu güven de artmış durumda. Salgın döneminde yapılan kamuoyu yoklamaları bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor. Devletimizin açıkladığı tedbirlere riayet ederek sürecin başarısına katkı sunan herkese teşekkür ediyorum. Tüm vatandaşlarımı ‘TAMAM' diye sloganlaştırdığımız Temizlik, Mesafe ve Maske kurallarına uymaya davet ediyorum.
Türkiye, Libya'dan Doğu Akdeniz'e, Suriye'den Irak'a kadar çok farklı cephelerde beka mücadelesi veriyor. Bu mücadelenin başarısı en az İstiklal Harbimiz kadar önemlidir. Ülkemizin zaferden başka şansı yoktur. AK Parti ve Cumhur İttifakı ise bu mücadelenin sancaktarıdır. Zira bu ittifak 15 Temmuz gecesi sokaklarda, meydanlarda omuz omuza yürütülen bir mücadeleyle kurulmuştur. Bu ittifak, pazarlıkların ve gizli-kapaklı anlaşmaların olmadığı şeffaf bir ittifaktır. Cumhur İttifakı ne kadar güçlü olursa, Türkiye de hedeflerine o derece hızlı ve sağlam yürür. Ülkemizin ve milletimizin bağımsızlığı için, ay yıldızlı bayrağımız için, vatan toprağımız için hiçbir fedakarlıkta bulunmaktan çekinmeyiz. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın (Devlet) Bahçeli de bu konularda bizimle aynı hassasiyeti, aynı hissiyatı paylaşıyor.
Millet ve memleket ortak paydasında kurduğumuz bu güzel birlikteliği inşallah önümüzdeki dönemde daha da güçlendireceğiz.
40 yılı aşkın bir süredir siyasetin içindeyim. Bu zaman zarfında hep gençlerle yol yürüdüm, gençlere güvendim, gençlerin enerjisini, heyecanını ve desteğini yanımda hissettim. Başbakan olduktan sonra ilk işimiz, Anayasa değişikliğiyle gençlerin seçilme yaşını 30'dan 25'e düşürmek oldu. Sonra bununla da kalmadık, 16 Nisan Halkoylaması'nda gençlerin seçilme yaşını, seçme yaşıyla eşitleyip 18'e indirdik. Eğitim alanında liseden üniversiteye, barınma imkanından burs meselesine kadar pek çok reforma imza attık. Kangrene dönmüş üniversite harçlarını kaldırarak, gençlerimize eğitimde fırsat eşitliği sunduk. Üniversite imkanını tüm illerimize yaygınlaştırdık. Başvuran her öğrencimize ya burs ya da kredi veriyoruz. Son 18 yılda üniversite sayımızı 3 kat artırarak 200'ün üzerine çıkardık. Her kademede eğitim altyapısını sürekli güçlendirmekte kararlıyız.
Yeni yönetim yapımızı oluştururken Gençlik ve Spor Bakanlığı'nı kurmuş olmamız, gençlerimize verdiğimiz özel önemin ispatıdır. Genel Başkanı olduğum AK Parti'nin Gençlik Kolları 1.5 milyon civarında üye sayısıyla, diğer partilerin toplam üye sayılarının bile üzerindedir. Gençlik kollarımızda 19-20 yaşında ilk defa siyasete atılan arkadaşlarımız, bugün genel başkan yardımcısı, milletvekili, belediye başkanı olarak görev yapıyor. Şu anda da hem partide hem Cumhurbaşkanlığı'nda hem bürokraside yakın çalıştığım ekibimin çok büyük bir bölümü, genç denilebilecek yaşlardaki arkadaşlarımızdan oluşuyor. İnşallah bundan sonra da gençlerimize güvenmeye devam edeceğiz.