ABD'de 3 Kasım'da düzenlenecek başkanlık seçimleri için yarış kızışıyor. Koronavirüs pandemisi ve George Floyd'un öldürülmesi sonrası başlayan gösterilerle zor duruma düşen Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump, anketlerde Demokrat rakibi Joe Biden karşısında geriye düşmüş görünüyor. Dört yıllık başkanlığı süresince Rusya'ya karşı sert politikalar yürütmüş, son dönemde de Çin'i hedef seçmiş olan Trump, liberal medyayı besleyen istihbarat toplumunun bir kesimi tarafından ABD ulusal çıkarlarına aykırı ve zaafiyet içinde davranmakla suçlanıyor. Trump'ın izlediği politik hat Avrupa'daki müttefiklerle ilişkileri de germişken, 3 Kasım'da başkanlık yarışında ipi göğüsleyecek aday eşliğinde Amerikan politikalarının hangi yönlere evrileceği tartışılıyor.
Gelişmeleri Maltepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal ile konuştuk.
'Trump medyanın büyük kısmıyla kavga içinde sesini duyurmaya çalışıyor'
Prof. Hasan Ünal'a göre, ABD'de 2016'da Trump'ın Hillary Clinton karşısında zafer elde etmesini içlerine sindiremeyen kesimler 2020 seçimi öncesi de hareketli. Trump'ın özellikle medyanın büyük kısmıyla kavga içerisinde olduğunu belirten Ünal, pandemi koşullarında Cumhuriyetçi liderin 'sessiz çoğunluk' dediği olgunun yansımalarının görüleceğini dile getirdi:
‘Kim seçilirse seçilsin çok kutuplu hale gelen dünyada hareket edecek'
ABD'yi yöneten ismin dünya açısından da önemini teslim eden Prof. Ünal, diğer yandan artık dünyanın çok kutuplu hale gelmesinden ötürü hangi aday kazanırsa kazansın dört yıl öncesinden farklı bir ABD ve dünya bulacağını belirtti. Ancak hegemonya yitiminin ABD'deki siyasi iklimi kızıştırdığını anlatan Ünal, John Bolton gibi 'önüne gelenle kavga etmeye' ve 'savaş çıkartmaya' teşne bir ismin Demokrat ve liberaller arasında gözde hale gelmesindeki ironiye dikkat çekti. Ünal, ABD Dışişleri'nin başındaki Pompeo'nun da çok farklı olmadığını belirtirken, Çin'e ve İran'a karşı tırmandırılan gerilime atıfta bulundu:
"İster Joe Biden ister Trump kazansın, devralacakları Amerika, 2016’daki Amerika’dan ve ilişki kuracakları dünya da o zamankinden daha farklı. 2016’da dünya çok kutupluluğa doğru yol alıyor diyorduk. Ama şimdi rahatlıkla ‘Dünya artık çok kutuplu bir hale geldi’ diyebiliyoruz. Dolayısıyla Amerika’nın başında kimin olduğu çok önemli bir konu tüm dünya devletleri açısından. İzleyeceği politikalar hepimizi ilgilendiriyor. Ama aynı zamanda şu kısıtlamanın da içinde olacak; dünya artık çok kutuplu. Pompeo gibi neredeyse önüne gelenle kavga çıkaracak gibi hareket eden, Bolton gibi ‘Hadi savaşalım’ diyen, Trump, ‘Bolton’ın söylediği her şeyi yapsaydım, şu anda birkaç ülkeyle savaş halindeydim’ diyor. Amerika’daki bu tartışmaların en garip taraflarından bir tanesi Bolton gibi savaş çığırtkanlığı konusundaki dünyadaki en kötü şöhrete sahip insanlarından birinin Amerikan liberal medyası tarafından baş tacı edilmesi. Çok garip bir şey. Bolton’a kalsa dünyada kaç milyon insan daha ölürdü, kaç aile daha yurdundan olurdu, nelerde ABD askerleri hayatını kaybederdi ve tüm bunların sonucunda Amerika fazlaca bir şey elde edemezdi, sadece Amerika’nın birkaç trilyon doları daha sokaklara atılmış olurdu. Pompeo’ya baktığımda tweetlerinde açık açık İran’a karşı bir şeyler yapılmasını istiyor. Çünkü İran’a uygulanan silah ambargosu dönemi dolmak üzere. Gerek güvenlik konseyinin diğer üyelerine yaptığı çağrılarda gerek Avrupalı müttefiklerine yaptıkları çağrılarda İran’a karşı kendilerini desteklemelerini istiyorlar. Yine Avrupa’ya yaptıkları çağrılarda Çin’e karşı yürütmekte oldukları ekonomik politikalarda destek çağrısı yapıyor. Fakat bunları yaparken çok dikkatli bir dil kullanmak zorunda hissediyor kendini. Çünkü dünyanın artık 15 yıl önceki dünya olmadığının farkında. 2003’te Irak’ı işgal eden dünyayı hatırlayalım. O zaman Amerika çıkıyordu, güvenlik konsey kararı yok, ben yapıyorum, düşün arkama diyordu. Avrupalı devletlerin çoğu ya başında ya hemen olayın belli bir noktasında Amerika’ya destek vermek zorunda olduklarını görüyorlardı, buna Türkiye de dahildi.”
‘Eğer Biden kazanırsa…’
“İran çok önemli bir tartışma. Orada ne değişir bilemiyoruz. En azından nüanslar üzerinden bazı şeyler görebiliriz. Trump bir dönem daha kazanırsa, Rusya’nın seçimleri etkilediği iddialarının ciddiyeti olmayacağını düşünmüyorum. Bir de Amerikan derin devleti diyebileceğimiz Amerikan elitlerinden ve kurumlarından oluşan ciddi bir grup da ‘Biz herhalde normal Amerikan seçmeniyle ilişkimizi mi koparıyoruz’ diye bir düşünmeye zorlanabilir ikinci döneminde. Mesela Trump’ı İran ile bir aktif savaşa zorlamak baya bir zaman ve mesai alabilir. Çünkü sadece İran ile kavga değil, İsrail Batı Şeria’daki Filistin topraklarını ilhak edecek mi, edecekse ne zaman olacak gibi Trump’ın ajandasını dolduran pek çok konu var Ortadoğu’da. Bu konuların hiçbirine Trump inanmıyor, Amerika’nın ulusal çıkarları açısından. Biden gelirse, Obama zamanındaki Amerika’yı veya dünyayı var farz ederek birtakım şeyler yapmaya çalışacaktır. Ama kısa bir süre içinde anlayacak; dünya o dünya değil, Amerika da o Amerika değil. Biden, Transatlantik ilişkileri biraz rahatlatabilir. Ama şu da bir gerçek ki Almanya Dışişleri Bakanı’nın söylediği gibi artık Çin ile Almanya’nın doğrudan ilişkilerini düzenlemesi gerektiği bir dönem geldi. Bu inkar edilemez bir durum. Aynı şey diğer ülkeler için de geçerli. Fransa, Rusya ile daha fazla işbirliği yapmaktan yana. Keza Almanya öyle. Fransa’ya sorarsanız ‘Avrupa ordusu kuralım’a kadar götürmeye çalışacak işleri. Çok kolay bir şey değil, savaştan, savunmadan, harcamadan. Orada burada savaşmaktan hiç mi hiç haz almayan Avrupa halklarına bunu kabul ettirebilmek pek kolay değil. Amerika var. Ama ne kadar aktif olabilecek? Bütün bunlar soru işaretleri. Ama Biden, Trump’a göre dünyanın da istemeyeceği işlere bulaşmaya meyilli bir başkan olur diye düşünüyorum.”
‘Türkiye AB ile ilişkileri düşmanca hale getirmeden özel statü arayışında olmalı’
Çok kutuplu dünya düzeninin her zaman Türkiye gibi orta ölçekli ülkelerin çıkarına olduğunu dile getiren Ünal, ideolojilere ve duygusallığa kurban edilmemiş, iyi yönetilen bir Türkiye’nin böyle bir sistemden elde edeceği çok fırsatı olduğunu belirtti. Ankara'nın AB içinde NATO ortaklığı bulunmasına rağmen Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerle sıkıntılarını anımsatan Ünal, Türkiye'nin AB üyeliğinin peşini bırakarak ayrıcalıklı ilişkiler içerisinde çıkarlarının peşine düşmesi gerektiğini de aktardı:
“Bir defa şöyle bakmak lazım. Çok kutuplu dünya düzeni her zaman Türkiye gibi ülkelerin çıkarına olmuştur. Atatürk dönemi, dış politika açısından çok başarılı bir dönemdir, 1923-45 arası. Bu başarının bir kısmı da dünyanın çok kutuplu olmasına bağlıdır. Çünkü çok kutuplu dünya düzeni Türkiye gibi ülkelere çok önemli fırsatlar sunar. İyi yönetilen bir Türkiye böyle birçok kutuplu dünyadan çok fırsat elde eder. İdeolojiye, duygusallığa kurban edilmiş dış politikada ısrar ederseniz bu defa pinpon topuna dönme ihtimaliniz de olur. Ama fırsatları iyi değerlendiren ulusal çıkar esaslı ve bugünkü büyüklüğüne ulaşmış ve dünyada büyük güçlerin yanında orta büyüklükteki Türkiye gibi devletlerin de ciddi bir nüfuz elde edebilecekleri bir düzen olan çok kutuplulukta Türkiye mutlaka çok fırsat elde edecektir. Buna şüphe yok. Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerindeki sıkıntılar ise bence kaçınılmaz. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasının zaten mümkünatı yoktu. Türkiye’nin yeniden yapılandırılması ve başka sebepler için kullanılan bir şeydi. Bunun gerçekliğine ne Türkiye’den kimse inanıyordu ne de Avrupa günün birinde Türkiye’nin AB üyesi olacağını bekliyordu. Şimdi ikinci bir soruyla karşı karşıyayız Avrupa Birliği konusunda. AB üyesi olmak için uğraşmaya değer mi? bu iki soruyu yan yana getirdiğimizde verilecek cevapların bileşkesi Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin düşmanca hale getirmeden, kavgaya tutuşmadan belki içi mümkün olabilecek şekilde doldurulabilen bir özel statü arayışında olması düşünülebilir. Merkel konuyu oraya getiriyor ama o çuvalın içini doldurmuyor. Ayrıcalıklı ortaklık lafının içini doldurmuyor. Belki de Türkiye’den bekliyor. Belki de bunu birtakım çevrelerin, düşünce kuruluşlarının çalışması lazım, onlar da yapmıyorlar. Ama birtakım AB üyesi ülkelerle Türkiye’nin çıkar çatışmaları olacaktır. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi bunlardan biri, bugünler de Fransa. Bu normal, NATO’da da AB içerisinde de olabilir. Ama AB üyesi ülkelerin de çıkarları her zaman yüzde 100 uyuşmuyor. Bizle de uyuşmaması normal. Önemli olan bunların nasıl üstesinden gelineceğine dair politikalar üretmek.”