Ak Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, 30 yerel televizyonda yayımlanan "Anadolu Soruyor Programı"nın canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı:
- (İstanbul Sözleşmesi'nin iptali) İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanması gerçekten yanlıştı. 2011 yılında İstanbul'da imzalandı ve Türkiye 2012'nin Kasım ayında bunu Parlamentodan geçirerek yasalaştırdı. 2014'te de bu sözleşmeye imza atan ülke sayısı 10 ülkeye çıkınca 2014'te de İstanbul Sözleşmesi, uluslararası bir hukuk metni haline getirildi. Bu metnin içerisinde iki tane önemli husus var dikkat çekmemiz gereken ve bizimle asla uyuşmayan, bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi bir de cinsel yönetim yönelim tercihi. Şimdi bunlar ve başka şeyler de var ama bu iki meselenin demin konuştuğumuz çerçevede tam da bu LGBT vesaire gibi unsurların marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olduğu ya da onların arkasına sığınarak faaliyet yapabilecekleri alanlar oldu görülüyor.
(Basın özgürlüğüne yönelik eleştiriler) İster konvansiyonel mecralarda ister sosyal mecralarda olsun 'benim bir sözüm var, bir muhalefetim var ve bunu yapacağım' diyen herhangi bir kimsenin sözünün kısılması söz konusu değildir. Uygulamadan söylüyorum, inanmayan herhangi birisi varsa buyursun bugünkü gazetelere, televizyon yayınlarına baksın.
Buradaki esas mesele 'Bizim sesimizi kısıyorlar'. Hayır kim hangi alanda ne söylemek istiyorsa buyursun ama iftira, hakaret yok. Karşı tarafı bir şekilde rencide etmek, kişilik haklarına saldırmak yok. Hele hele milli güvenlikle ilgili meselelerde, Türkiye'nin milli, sır niteliğindeki olan meselelerini kamuoyuna medya vasıtasıyla ifşa etmek hiç yok. Bunları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Sözü olan istediği şekilde söylesin, yasalar içerisinde. Medyanın vazifesi bu. Bundan memnun da oluruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, sık sık "Biz iktidara geldiysek manşetlerle savaşarak geldik." dediğini anımsatan Kurtulmuş, "Hiçbir zaman 'Niye bunlar böyle manşetler atıyorlar' diyerek onları yok saymadık. Mücadele, gayret ettik ve Türkiye'de 18 yıldır iktidar yapan bir siyasi parti, hareket ortaya çıktı.
Burada sağlıklı bir dilin oluşmasının iktidarın da lehine olduğunu aktaran Kurtulmuş, "Birisinin çok açık, sert bir şekilde muhalefet etmesinden inanın ki rahatsızlık duymayız, memnun oluruz. Bakışı farklı olabilir ama dürüstçe, doğru ve açık bir şekilde bunu ortaya koyabilsin, birtakım yalanların, manipülasyonların ya da yönlendirmelerin, hakaretlerin arkasına kimse sığınmasın. Hem hakaret edeceksin hem de ondan sonra 'ben muhalefet ediyorum' diyeceksin.
(Barolar siyasallaşacak) falan diyorlar. Zaten Türkiye'de barolar siyasallaşmış vaziyettedir.
Paletler, tanklar şakır şakır sokaklarda dolaştırıldı, askerin dipçiği, namlusu ortaya çıktı ama 28 Şubat'ta alanları dolduran cübbeleriyle maalesef 'seçilmiş hükümet gitsin' diye orduyu göreve davet edenler kimlerdi? Cübbeleriyle yürüyüşler yaptılar. 27 Nisan sürecinde Cumhuriyet mitinglerinin içerisinde yine benzer şekilde 'ordu göreve' diyenler arasında bu gruplardan, çoğunluğu tenzih ederek söylüyorum ya da orada baroda elde ettikleri yönetim gücünü kullanarak ortaya çıkanlar yok mu? Ya da baroların yönetiminde oldukları için burada elde ettikleri güçler dolayısıyla neredeyse siyasetin üzerindeki bir vesayet gibi zaman zaman da ders verir nitelikte birtakım görüşlerini dile getirenler barolar değil miydi? Türkiye'nin bu süreçte çok dikkatli olması lazım. Baroları siyasallaştırmıyoruz tam tersine siyasallaşmış olan barolarda çok sesliliğin ortaya çıkmasının önünü açıyoruz.
Efendim 'aşırı bazı uçlar baroları ele geçirirler'... Kusura bakmayın bazı barolarımızın içerisinde aşırı sol şemsiyesi altına sığınmış ve buradan yeri geldiği zaman terör örgütlerinin lehine birtakım sözler sarfeden ve bunları da sanki baronun görüşleriymiş gibi ortaya koyanlar yok mu?
LGBT... Türkiye'de böyle bir gruba destek verenlerin herhalde oranı binde bir bile değildir. Ama kusura bakmayın bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı hem de cuma hutbesinde Lutiliğe karşı bir şey söylediği zaman kalkıp onu savunmak Ankara Barosuna mı düşer? Zaten radikalleşmiş, marjinalleşmiş, toplumun değerlerinden uzaklaşmış olan birtakım yönetimler görüyoruz. Avukatlar derse ki biz bu yönetimi seçiyoruz, seçsinler ama o karşı çıkışlarına karşı Ankara Barosuna kayıtlı çok sayıda avukat arkadaşımızın içinin kan ağladığını da biliyorum.
Burada bir düşmanlık alanı, birtakım siyasallaşma süreçleri ortaya çıkmaz. Ankara, İstanbul barosunda yönetimdeki arkadaşlar bir siyasi fikre sahip, çok açık. Bu fikre bağlı şeyler söylüyorlar hatta bazı eylemler içerisindeler. Bu bütün o baroya kayıtlı olan avukatların hepsinin görüşünü mü temsil ediyor? Böyle bir şey yok. Barolarda çok sesliliği sağlamak üzere ortaya konulmuş bir düzenlemedir ve Türkiye'ye çok büyük katkısı olacaktır.
Bazı STK'lerin 'AK Parti kendi gibi düşünmeyenleri yok etmeye çalışıyor' iddiaları siyasi bir söylem midir?" sorusuna, "Tabii ki öyledir. Cumhurbaşkanımız Türkiye toplumunun yüzde 52'sinin oyunu alan bir siyasi lider. Bizim gibi düşünmeyenler var, olacak. Yüzde 80'ini bile alsanız sizin gibi düşünmeyenler olacak. Biz siyasal düşüncelerdeki farklılıkların bir rahmet olduğu kanaatindeyiz. Ama 'siyasal rekabet yapıyorum' adı altında birtakım, hele hele böyle yarı kamusal kuruluşların güçlerini arkasına alarak kimsenin siyasete ayar vermesine gerek yok.
Lokal belediyelerin, valilik imkanlarının bu anlamda devreye sokulması lazım. Hatta kamunun bazı imkanlarının devreye sokulması lazım. Daha insani, daha rahat kalabilecekleri, su, ulaşım ve sağlık başta olmak üzere her türlü desteğin sağlanması gerekir. Topyekün ve çok taraflı bir çalışmanın bu konuda iyileştirmeler yapılması için gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Bu salgın olmasaydı dünya çökmüş bir sistemle karşı karşıyaydı.
5 ülkenin istediği gibi yönetmeye çalıştığı bir dünya var. Zaten dünya yürümüyordu bu şekilde, bu ağır yükü kaldıramıyordu. Şimdi bunun üzerine çok ağır bir salgın geldi. Etkileri, tesirleri uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor. Salgınla birlikte dünyanın devasa büyük ülkeleri zannettiğimiz ülkelerin, kağıttan birer kaplan olduğu ortaya çıktı. Mesela ABD'nin bilmem neredeki terör örgütüyle dirsek teması kurabilecek, onlara bilmem kaç bin tır silah gönderecek kadar bir organizasyon yeteneği var ama aynı ABD'nin New York'un arka sokağındaki zenci mahallesine iki tane maske gönderebilecek bir organizasyon yeteneği yok. Ya da Avrupa'nın o devasa ülkeleri... Bütün bu ülkelerin salgın karşısında sağlık sistemlerinin nasıl çöktüğünü gördük.
Uluslararası kurum ve kuruluşların da artık hayali olduğu... 'DSÖ ne işe yarar' insanlar bunu sormuyor mu? İspanya ve İtalya'daki insanlar üyesi oldukları AB'nin ne işe yaradığını sorgulamadılar mı? AB'den çöp gelmedi bunlara, Türkiye yine yanlarına gitti. NATO diye koskoca bir kuruluş var. Hangi NATO uçağı kalkıp dünyanın neresine bir sağlık yardımı gönderdi?
George Floyd'un öldürülmesi sadece ırkçı bir polisin maksadını aşan eylemi değildir, bir zihin dünyasının ortaya koyduğu cinayettir.
Böyle devam etsin isteyenler olursa çok daha büyük kaosların, çatışmaların, gerilimlerin içerisine gireceğimiz bir dünya olacak ki topyekün dünyanın çöküşüne doğru hızlanan bir istikamettir.
Elimizi açıyoruz, 'durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak' diyoruz ve insanları doğru istikamete yöneltmeye çalışıyoruz. Bu süreç içerisinde Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu liderlik uluslararası alanda örnek olmuştur.
Başından itibaren Hazine ve Maliye Bakanlığımız, ilgili bütün bakanlıklarımız ekonomi alanında da tedbirleri zamanında etkin bir şekilde alarak, Türkiye ekonomisinin üretim becerisini yitirmemesi üzerinde yoğunlaşıldı. Sanayide destekler veriliyor. Orta direğin, esnaf ve sanatkarın en az zararla bu süreci atlatması için ilave destekler krediler veriliyor.
Sanayideki üretim endekslerinin bir şekilde yukarıya doğru haraketlenmesi konusunda önemli destekler veriliyor. Türkiye bu süreçte ekonomi alanında ferasetli bir şekilde süreci yönetiyor. İlk 3 ay beklediğimizden biraz daha düşük oldu. Haziranda iyi kötü bir toparlanma ortaya çıktı. Bundan sonra yeni normal şartları içerisinde mesafe, maske, hijyen kurallarına uyarak üretim becerimizi artıracağız. 2021'de Türkiye’nin yeniden çok daha güçlü bir ekonomiye kavuşacağına inanıyoruz.
(Kabine revizyonu değişikliği söz konusu mu?) Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde "kabine değişikliği" diye bir şey bulunmadığının altını çizerek, "Cumhurbaşkanımızın zaten yetki, karar kendisindedir. İstediği bakanı yer değiştirme hakkına sahip. Anayasal olarak böyle bir gücü var. Cumhurbaşkanımız tercih ettiği zamanlarda hükümetin içerisinde bazı görevlendirmelerde değişiklikler yapabilir. Bu da son derece doğaldır. Bunun kabine değişikliği olarak konuşulması bile yeni sistemi anlamamış olmanın...
(Özlük hakları doluyor, 2 sene var onun için) Böyle bir küçük hesap olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bakanları dediğiniz arkadaşlarımız istisnasız bu süreçte hepsi 24 saat uykusuz yüksek bir koordinasyonla çalıştılar. Böyle bir tartışma son derece sığ bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bakanları yetkin arkadaşlarımızdır.
Türkiye'de 'erken seçim' diye bir gündem yoktur. Siyasal şartlar itibarıyla da erken seçimi gerektirecek politik şartlar asla mevcut değildir. Türkiye, genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimini 2023 yılının haziran ayında yapacaktır. Yerel seçimleri de 2024'ün mart ayında yapacaktır. Önümüzdeki takvim budur. Hükümetimiz bu kalan 3 sene içerisinde de canla başla mücadeleye devam ediyor. 2023'te de seçimi çok rahat bir şekilde alacak bir çalışma temposu içerisindeyiz.