Türkiye'nin Libya'da ağırlığını koyması, Ankara'yı NATO ve AB içerisinde Fransa ile karşı karşıya getirdi. AB BM ambargosu doğrultusunda Berlin Konferansı kararlarının uygulanmasına odaklanmışken, Türk ve Fransız donanmalarının Akdeniz'de karşı karşıya geldiği iki vaka üzerinden Paris yönetimi meseleyi NATO'ya ve AB'ye taşıdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Erdoğan yönetiminin 'tehlikeli oyun oynadığını' söyleyerek geçen sene yaptığı 'NATO'nun beyin ölümü' saptaması için iki donanmanın karşı karşıya gelmesinin kanıt olduğunu da söyledi.
Fransa gibi Mısır da, Libya'da 'terör örgütü' saydığı İhvancı bir hükümetin muktedir olması ihtimalini bu ülkeye olası müdahalesinin gerekçesi olarak sunuyor.
Libya'daki iç savaşında Türkiye'ni Fransa ve Mısır ile karşı karşıya getiren politikaları Marmara Üniversitesi'nden Prof. Barış Doster ile konuştuk.
‘Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye artık bir paket mesele’
Prof. Barış Doster'e göre, Ankara artık Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’yi bir paket mesele olarak ele almalı. Türkiye’nin Libya'nın batısındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti'yle (UMH) anlaşmalarının 'doğru adımlar' olduğunu ancak bu hükümet Libya’nın tamamında söz sahibi olmadığından 'işlevsiz kaldığını' dile getiren Doster, bu bağlamda Türkiye'nin karşısında da hem bölgesel hem de büyük güçler bulunduğuna dikkat çekti. Doster'e göre, Türkiye’nin siyasi, devlet kapasitesinin de bir sınırı olduğunun anlaşılması gerekiyor:
“Türkiye öncelikle Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’yi bir bütün olarak ele almalı. Bunlar artık parça parça ele alınabilir sorunlar olmaktan çıkmış durumda. Karşımızda bir paket var. Türkiye, Libya’da deniz yetki alanlarını sınırlandırma için mutabakat muhtırasını Türkiye’nin de BM’nin de resmi muhatap olarak tanıdığı Ulusal Uzlaşı Hükümeti’yle imzaladı. Bunun kaçınılmaz sonucu ve tamamlayanı olarak da Türkiye ve Serrac arasında askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzalandı. Bu adım doğruydu, haklıydı, meşruydu. Sıkıntı şuradan kaynaklanıyor. Türkiye’nin karşısında, Halife Hafter’i destekleyen cephede de hem bölgesel çapta büyük güçler var hem Rusya gibi Suriye, S-400, enerji meselelerinde yakın işbirliği içinde olduğumuz, aramıza zaman zaman kimi sorunlar çıksa bile doğalgazına bağımlı olduğumuz en büyük iki üç dış ticaret ortağımızdan biri olan, Mersin Akkuyu’da ilk nükleer santralimizin ihalesini verdiğimiz, Astana’da İran ile paydaş olduğumuz bir devlet var. Sıkıntı bu. Türkiye’nin Libya’da askeri anlamda atmış olduğu haklı, doğru ve meşru adım, deniz yetki alanlarının paylaşılmasına ilişkin olarak imzalamış olduğu haklı, doğru ve mutabakat muhtırası iyi de bu siyaseten diğer cephe Rusya, Fransa, İtalya, Mısır düşünüldüğünde emperyalist ABD’nin de her ne kadar iki tarafla da iletişimini muhafaza etse bile Hafter’e biraz daha yakın olduğu fonda tutulursa, Türkiye’nin siyasi, devlet kapasitesinin de bir sınırı olduğunu anımsamamız gerekiyor."
'Akdeniz'in bir ucunda Fransa öteki ucunda Mısır ile gerilim'
Ankara'nın Akdeniz'in bir ucunda Fransa, öteki ucunda ise Mısır'a karşısına aldığını belirten Doster, bu koşullarda Libya'nın tamamına hakimiyet içermeyen politikanın çıkmaza gireceğini dile getirdi:
"Macron’un çıkışı önemli, hem Türkiye’yi sert bir şekilde eleştiriyor hem daha birkaç gün evvel NATO’da Fransa’nın Türkiye’ye ilişkin yakınmayı, şikayeti gündeme getiriyor hem de Doğu Akdeniz’de asıl olarak Türkiye ile farklı pozisyonda olduklarının, Libya’da Türkiye ile çatışan taraf olduklarının bir şekilde altına çiziyor. Buna gönderme yapıyor. Akdeniz’in bir tarafında Fransa, bir de Mısır meselesi var. Mısır’ın Türkiye’ye mevcut iktidar blokunun Mısır iç siyasetine fazlasıyla taraf olmasından kaynaklanan bir tepkisi var. Hem de son dönemlerde Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisiyle Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı cephede yer alıyor. Mısır’ın da Libya’da Türkiye’nin tam karşısında pozisyon aldığını düşünürsek Mısır ile zaten var olan gerilimi daha da artıran bir gelişme. Akdeniz’deki kazanımların kalıcı olması, tahkim edilebilmesi için Türkiye’nin destek verdiği Ulusal Uzlaşı Hükümeti’nin Libya’nın tamamına hakim olması lazım. Ama en azından bizim elimizi kuvvetlendirecek şekilde bir tam alan hakimiyeti Libya’da söz konusu değil. Akdeniz kıyılarına egemen olan taraf en azından şimdilik Ulusal Uzlaşı Hükümeti değil. Dolayısıyla Türkiye’nin Ulusal Uzlaşı Hükümeti’yle imzalamış olduğu mutabakat muhtırasının tam anlamıyla hayata geçebilmesi için bu hükümetin ülkesinin tamamında egemen olması lazım. Bugün için bu söz konusu değil.”
‘Ankara ve Kahire arasında diplomatik gerilim devam eder ama askeri çatışma olmaz’
Doster’e göre Libya'da bazı askeri kazanımlar elde eden Türkiye, bunu doğru siyasi ittifaklarla taçlandırarak siyasi kazanım elde etme yoluna gitmeli. Türkiye'nin PKK'yı 'terör örgütü' görmesi gibi Mısır'ın da Müslüman Kardeşler'i (İhvan) tehdit ve beka meselesi algıladığını anımsatan Doster, Ankara'nın çıkmazlarının Mısır'ın içişlerine karışmakla da alakalı olduğunu anımsattı. Bu koşullarda Mısır ile Türkiye’nin yakınlaşma olasılığını düşük gören Doster, iki ülke arasında diplomatik gerilimin devam edeceğini ancak çatışmanın da söz konusu olmadığını dile getirdi:
“Askeri kazanımları taçlandıracak, besleyecek, ona yakışan siyasal kazanım elde edebilmek için siyasi ittifakların doğru temellendirilmesi, konumlandırılması gerekir. Aksi halde askeri kazanım öylece kalır, bir siyasal kazanımın zeminini oluşturmaz, siyasal kazanca dönüşmez. Bu Suriye’de olduğu gibi Libya’da da bir kez daha karşımıza çıkıyor bu acı gerçek. Askeri harekat da sıfır maliyetli bir iş değildir, yüksek maliyetlidir. Başta şehitlerimiz olmak üzere bir parasal karşılığı yoktur. Kahraman Mehmetçiklerimizi bir kez daha rahmetle analım. Ülkenin devlet kapasitesiyle, iktisadi ve teknolojik gücüyle alakalı bir iştir. Dolayısıyla bir askeri kazanç söz konusudur ama bunun siyasal kazanıma dönüşmesi için hangi ittifaklar kurulmuştur? Bir iktisadi kazanç söz konusudur ama Türkiye’nin devlet kapasitesi, iktisadi gücü daha kaç ay sürdürebilecek bir durumdur? Türkiye nasıl emperyalizm destekli PKK terör örgütünü öncelikli tehdit olarak görüyorsa, bir beka meselesi olarak tanımlıyorsa; seversiniz, sevmezsiniz ama şu anda Mısır’ın mevcut rejimi de kendince Müslüman Kardeşler örgütünü öncelikli tehdit ve beka meselesi olarak tanımlıyor. Bu tanımın sadece Mısır’da karşılığı yok. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de bu konuda Mısır gibi düşünüyor. O anlamda Mısır’ın kendi gibi düşünen müttefikleri var. O yüzden Türkiye, Mısır ile ciddi gerilim yaşıyor. Libya sahasında bu böyle. Eğer Türkiye, Mısır iç siyasetine bu kadar bulaşmasa, bu denli angaje olmasaydı ve de Suriye konusunda kimi adımları atsaydı, Mısır ile bir mutabakat zeminini yoklasaydı, zor olmakla birlikte Mısır ile anlaşma zemini ihtimali var derdim. Fakat Libya iç meselesine taraflar bu kadar farklı yaklaşıyorken, Türkiye Mısır iç siyasetinde bu denli taraf olmuşken kısa vadede Ankara ve Kahire arasında bir yakınlaşmanın söz konusu olacağını düşünmüyorum. Diplomatik gerilim devam eder ama askeri çatışma olmaz. Türkiye ve Mısır devlet kapasitesi olarak askeri ölçek olarak mukayese edilebilir güçler değildir. Mısır’ın böyle bir cüret içinde olacağını düşünmüyorum. Ama diplomatik gerilim devam edecektir. Mısır, Libya konusunda Türkiye’nin karşısında konumlanmış olan Avrupa güçleri, Rusya’yı Türkiye’ye karşı daha sert adımlar atmaları için teşvik etmeye çalışır. Ama Mısır yalnız başına Türkiye’ye karşı askeri çatışmayı göze alamaz."
'Arap Birliği'nin ciddiye alınır tarafı yok'
Türkiye'nin Suriye'nin ardından Libya'daki varlığına Arap Birliği'nden seslerin yükselmesini de değerlendiren Doster, bu birliğin ciddiye alınır tarafı olmadığı görüşünde:
"Arap Birliği ciddiye alınır, caydırıcılığı olan müeyyidesi olan tepkili bir örgüt değildir. Mısır’ın tarihsel, siyasal, entelektüel ağırlığı ve Suudi Arabistan’ın parasal fonlamasıyla ayakta kalmaya çalışan ama kendi üyeleriyle arasında bile çok birincil meselelerde bir görüş birliğini sağlamış görüntüdeydi. Ondan çıkan bu sesleri o yüzden pek ciddiye almamak gerekir. Zaman zaman Türkiye’ye nadiren de İran’a karşı özellikle Irak topraklarına yönelik askeri harekatlar gündeme geldiğinde Arap Birliği’nden sesler yükselir. Ama bunun siyasal temelli olduğunu pek düşünmemek gerekir. İran, Şii olduğu için Arap Birliği ona karşı sesini yükseltir. Türkiye’de Arap değil Türk olduğu için ona karşı sesini yükseltir. Ama Arap Birliği’nin ciddiye alınır tarafı yoktur. Amerikan emperyalizmi Irak’ı işgal ettiğinde, gelip Suriye’ye çullandığında pek sesi çıkmayan Arap Birliği’nin Türkiye ve İran karşıtı demeçlerini çok ciddiye almamak gerek. Suriye’nin üyeliğini bile askıya almıştır.”
'Türkiye Davutoğlu eşliğinde Arap dünyası ve Sünni İslam aleminin lideri olacağını vaaz ederek büyük hatalar yaptı'
Erdoğan yönetiminin bugünkü çıkmazlarının Davutoğlu döneminde başlayan dış politika yönelimi olduğu görüşünü dile getiren Prof. Doster, Ankara'nın Osmanlı geçmişine göndermeler yaparak Arap ve Sünni İslam aleminin lideri olacağını vaaz ettiğini anımsattı. Ancak Arap dünyasında bunun karşılığının bulunmadığına dikkat çeken Doster, ısrarla sürdürülen bu politikalar yüzünden Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da büyük hatalar yapıldığını söyledi:
“Mevcut iktidar bloku özellikle bugünlerde de parti kuran ve bir şeyler yapmaya çalışan Ahmet Davutoğlu’nun teorisyenliğinde, kuramcılığında Türkiye’yi daha geniş ölçekte Arap dünyası, Sünni İslam dünyasında bir lider olarak konumlandırma çabası içindeydi uzun yıllar. Hala bu söylemin kimi kırıntıları var. Dahası Türkiye’nin devlet kapasitesine, iktisadi gücüne bakmaksızın Arapların tarihsel hafızasındaki Türk imgesine bakmaksızın sadece Osmanlı geçmişimize gönderme yaparak Türkiye’nin Arap dünyasının ve Sünni İslam aleminin lideri olabileceğini vaat ve vaaz ediyordu bu kafa. Şimdi bu gerçekleşmedi. Bu gerçekleşmedi, neden? Birincisi Türkler Arap değildir. Yunanistan Türk dünyasının lideri ne kadar olabilir ise Türkiye de Arap dünyasının o kadar lideri olabilir. Bu zihniyetin çok önyargılı bir şekilde yaygın fakat yanlış bir ön kabulü vardır. Bu ön kabul de şudur; zannederler ki bütün Arap dünyası yeniden Osmanlı ayağa kalksın ve bütün Arap İslam alemini yönetmeye başlasın beklentisi içinde. Böyle bir şey yok. Bu çok acı deneyimlerle görüldü. Bu hem Arapları tanımamak olur hem kendi devlet kapasitemizi, ölçeğimizi doğru düzgün tartmamak anlamına gelir hem de Arapların böyle bir beklentisi yok. Sadece Arapların beklentisi yoktur ve Türkiye’nin böyle bir kapasitesi yoktur demiyorum. Buna ne bölge dinamikleri el verir ne de küresel denklem, düzen bu konuda Türkiye’nin önünü açar. O yüzden Davutoğlu’nun stratejik derinlikte yazdığı ve iki kez okumama rağmen anlamadığım kitapta dillendirdiği önermelerin hiçbir gerçekliğinin olmadığı görüldü. Hatta Davutoğlu Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte şuna benzer laflar etmişti; ‘Ulus devletle hesaplaşmanın zamanı geldi’. Kendisi muhtemelen bir ulus devletin Dışişleri Bakanı olduğunu düşünmüyordu. Neyin bakanı olduğunu düşündüğünü bilemiyorum. ‘Aynen İngiliz uluslar topluluğu gibi Türkiye de eski Osmanlı topraklarında bir ulusal topluluğunu kurup öncülük etmeli’ dedi. Davutoğlu muhtemelen emperyalizm kavramıyla ilgili bunun iktisadi, tarihsel, bürokratik, toplumsal, politik, askeri boyutları üzerine pek çalışmadığı için böyle temelsiz, ayakları yere basmayan ama maalesef basınımızda da o dönem için çok ciddi alkış alan ‘Sen Türkiye’nin Henry Kissinger’ısın’ diye uçağında gezen kimi gazeteciler tarafından da göklere çıkarılan selamlamalarla köşelere taşınmıştı. Bu eksik, çarpık, yanlış tarih okumasını Arap coğrafyasını hiç tanımamakla birlikte ele aldığımızda gelip Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da ne kadar bize büyük hatalar yaptırdığı görüldü. ‘Biz Arap sokaklarını avucumuzun içi gibi biliyoruz. Arap topraklarında bizden habersiz kuş uçmaz’ diyordu. O zamanlar liderim dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan için ‘Erdoğan’ın Arap toplumlarındaki liderliği, popülaritesi mevcut Arap liderlerden daha fazla’ diyordu. Bu hayal alemi geldi duvara tosladı. Ahmet Davutoğlu partisinden koptu. O gün ‘Ölene kadar emrindeyim, dünya döndükçe davamın, partimin hizmetindeyim’ diyen Davutoğlu, kendi partisini kurdu. Eski partisi hakkında zehir zemberek laflar ediyor. Tüm bunları alt alta yazdığımızda Davutoğlu’nun kişisel heyecanlarını, heveslerini, hayallerini bir kenara koyalım. Davutoğlu’nun eski partide girdiği polemikleri de hiç ciddiye almayalım. Ama Davutoğlu’nun kuramcılığını yaptığı, uzunca bir müddet önce Dışişleri Bakanı ardından Başbakan olarak uyguladığı, icra ettiği, sonra Çavuşoğlu’na bıraktığı bu dış politikanın ne dünya gerçekleriyle ne Türkiye’nin gerçekleriyle ne de bölgenin gerçekleriyle örtüşmediğinin altını defaaten çizelim."
‘Fransa ön plana çıkma peşinde’
“Fransa bir Almanya değildir” diyen Doster, Fransa’nın ABD ve NATO şemsiyesine muhtaç ve mahkum olduğunu belirtti. Doster, Fransa’nın Akdeniz’de yer edinme hayaliyle Türkiye karşıtı demeçler verdiğini söyledi:
"Fransa bir Almanya değil. Almanya Avrupa’nın iktisadi, politik anlamda lokomotifidir. Bu Avrupa ordusu hevesi üzerinden NATO bütçesi üzerinden, ABD ile karşılıklı olarak dalaşmaları üzerinden artık iktisadi, endüstriyel ve teknolojik gücüne koşut bir politik, diplomatik güç içindedir Almanya. Dolayısıyla her ne kadar zaman zaman ABD aleyhinde konuşsa da NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti dese de bir Almanya olmadığı için Fransa, NATO ve ABD’nin şemsiyesine mecbur, mahkum ve muhtaçtır. Türkiye karşıtı demeçlerini de Akdeniz’de acaba biraz yer edinebilir miyim; tarihsel olarak hinterlandı olarak gördüğü Akdeniz’de Fas, Tunus, Cezayir, Libya’sıyla beraber acaba biraz öne çıkabilir miyim arayışlarının, düşlerinin tezahürü olarak görmek gerekir.”