Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilim koronavirüs krizi nedeniyle sığınmacı krizinin geri planda kalmasının ardından yeniden şiddetleniyor. Ege sorunları ve Doğu Akdeniz'deki enerji aramalarına Hıristiyan alemi açısından önem taşıya Ayasofya Müzesi'nin de eklemlendiği tartışmalar geçen cuma Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos'un 'Türkiye ile askeri bir çatışmaya hazır olduklarını' dile getirmeye kadar gitti.
Bu sözler Savunma Bakanı Hulusi Akar 'dil sürçmesi' olarak yorumlandı. Son dönemde Atina'dan yana duruyor görüntüsü veren Trump yönetiminin ise Türkiye'nin Libya'ya politikalarına daha açık destek gelmesi dikkat çekiyor.
Türk-Yunan ilişkilerindeki polemikler ve söylemleri Emekli Büyükelçi ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ile konuştuk.
‘Pandemide mülteciler gündem meselesi olmaktan çıktı’
Ünal Çeviköz'e göre, Türkiye'nin sığınmacılara kapıları açmasıyla sınırda yaşanan gerilim koronavirüs pandemisi ile durulmuşken, bu süreçte Yunanistan iç siyasetindeki gelişmeler gerilimin yeniden tırmanmasına yol açtı. Türkiye ve Yunanistan halklarının kuvvetli milliyetçi damar da içeren benzerliklerine dikkat çeken Çeviköz, Yunanistan'da iktidar değişikliğinin ardından muhalefetin iktidara gelen Yeni Demokrasi'ye Türkiye politikaları üzerinden yüklenmesinin tonun sertleşmesinde etkili olduğunu belirtti:
'Türkiye ile Yunanistan arasında çok sorun var ama hiçbirisi çözülmeyecek sorunlar değil'
Türkiye ile Yunanistan arasında pek çok sorun bulunduğunu ancak hiçbirisinin çözülmeyecek meseleler olmadığını belirten Çeviköz, tarafların tarihten örnekler çıkartarak; bilhassa Atatürk dönemindeki ve İsmail Cem dönemindeki ilişkilere bakarak davranması gerektiğini dile getirdi:
‘Türkiye Akdeniz’deki siyasi boşluğu bölge ülkeleriyle ilişkileri normalleştirerek doldurmalı’
Ege konusunun sürekli ısıtıldığını ancak asıl sorunun hukuka ve anlaşmalara aykırı biçimde Atina'nın adaları silahsızlandırma şartlarına uymaması olduğunu söyleyen Çeviköz, Doğu Akdeniz'in ise farklı olduğunu kaydetti. Türkiye’nin Akdeniz’de uzun zamandan beri Mısır ve İsrail ile diplomatik ilişkilerin iyi olmamasından ötürü siyasi bir boşluk bıraktığını, bunu da Kıbrıs Rum Yönetimi'nin kendi lehine fırsata çevirmeye çalıştığını dile getiren Çeviköz, Ankara'nın Libya'da attığı adımların yetmeyeceğini, bir an evvel ilişkileri yeniden normalleştirerek durumun düzeltilmesi gerektiğini vurguladı:
“Ege meselesiyle Doğu Akdeniz meselesi birbirinden farklı. Ege konusu Lozan’dan beri sürekli olarak çeşitli çevrelerce bir şekilde ısıtılıp yeniden gündeme getirilen bir mesele. Aslında Ege’de herhangi bir şekilde adalar sorunu yoktur, bu Lozan anlaşması ile çözülmüştür. Sonra aslında Lozan’da İtalyanlara bırakılan 12 ada 1947’de Paris anlaşmasıyla Yunanistan’a devredilmiştir. Türkiye de Paris anlaşmasına katılmadığı için herhangi bir müdahalesi mümkün olmamıştır. Ama 12 adalarla ilgili olarak hukuki bağlantısı olmadığı anlamına gelmez. O da şudur; Lozan’da 12 ada İtalya’ya verilirken elbette Türkiye’den İtalya ile daha önce yapılmış olan bir anlaşmanın sonucu orada böyle bir karara varılmıştır. Ancak Lozan’daki bütün bu adaların el değiştirmesi hep silahsızlandırılma, üzerine silah konuşlandırmama ilkesi üzerinden hareket etmiştir. Boğazönü adalarının durumu da aynı şeydir. 1947’de Yunanistan’a devredilirken Türkiye bu hakkını mahfuz tuttuğunu da açıklamıştır. Adaların silahsızlandırılması şartına hala tabi olduğunu öngörür. Yunanistan’ın 12 adaların silahlandırılmasıyla ilgili bazı adımları olmuştur. Bunu zaten Savunma Bakanı Hulusi Akar da bir süre önce dile getirdi; 12 ada meselesi ya da Yunanistan Ege adalarıyla ilgili meselemiz aslında adaların hukuka ve anlaşmalara aykırı şekilde silahlandırılmasından kaynaklıdır, dedi. Ama Doğu Akdeniz’de farklı bir durum var. Orada aslında enerji denklemi fevkalade önemli şekilde oyun planını etkiliyor. Daha çözümlenmemiş bir Kıbrıs meselesi var. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye’nin Akdeniz’de uzun zamandan beri Mısır ve İsrail ile diplomatik ilişkilerin iyi olmamasından dolayı siyasi bir boşluk bıraktı. Bunu da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kendi lehine olacak şekilde Türkiye’nin bıraktı boşluğu derhal değerlendirip fırsata çevirmeye çalıştı. Mısır, İsrail, Yunanistan değişik üçlü formatlarda anlaşmalar imzaladı. Hepsi doğalgaz araştırması ve bir şekilde çıkarılarak ticari anlamda kullanılması çabaları. Zaman içinde sadece enerji boyutunda kalmadı, bir tür güvenlik anlaşması türünden bir evrim de geçirdi. Buna ilişkin savunma bakanlarıyla toplantılar da yaptılar. Bunlar çok ciddi şekilde Türkiye’yi rahatsız etti. Çok doğal çünkü Türkiye’nin herhangi bir sözü dinlenmeden, müdahalesi olmadan Doğu Akdeniz’de bu şekilde gelişmelere asla izin verilmemesi lazım. Nitekim Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin anlaşması da bunlara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ama eksiktir. Çünkü Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile de deniz yetki alanlarını bir şekilde belirlemesi gerekir. Bunların olmasına engel olan da hala 2013’ten beri Mısır ile ilişkiler kötü gitmesi, Kahire’de bir büyükelçimiz yok. Tel Aviv’de de büyükelçimiz yok. Tüm bunların yarattığı siyasi boşluğu aslında bir an evvel ilişkileri yeniden normalleştirerek doldurmak lazım. Türkiye gibi bir ülkenin böylesine bir boşluk yaratması Doğu Akdeniz’de çok kaotik bir durum oluşturur. Çünkü tamamen Doğu Akdeniz dengeleri Türkiye’nin de içinde bulunduğu oyun planlarıyla tarif edilmesi gereken bir durumdur. Bunu hiçbir şekilde Güney Kıbrıs’ın Yunanistan’ın istismar etmesine izin vermemek gerekirdi. Doğu Akdeniz’de sorunlar buradan kaynaklanıyor.”
Türkiye ile Yunanistan'ın 'asla uzlaşamayacağı' söylemlerinin doğru olmadığını, Kardak krizi sonrası atılan adımlara atıf yaparak dile getiren Çeviköz, 2002'de başlayan istikşafi görüşmeler aksamasının da sorunlarda etkili olduğunu belirtti. Çeviköz, nihayetinde iki ülkenin de iç siyasette birbirini gündeme taşıyarak gerginlik yaratarak ortalığı kızıştırdığını anımsatırken, gerçekçi siyasi çözüm istek meselesi olduğunun altını çizdi:
“Yunanistan ve Türkiye asla uzlaşamaz gibi bir şey söylenemez. Fakat taraflar buna gönüllü değil. Aslında Kardak krizinden sonra 1997 Temmuz’da iki ülke Madrid mutabakatını imzaladı. Bununla birlikte iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine karar verdiler, iki taraf birbirinin egemenliğine saygı gösterecek. Ege’deki meşru ve hayati çıkarlarına karşılıklı saygı gösterilecek. Bu tür yanlış anlamalardan kaynaklanan birtakım ihtilaflardan da kaçınılması için karşılıklı saygı temelinde böyle bir taahhüt verdiler. Anlaşmazlıkların da ortak rızaya dayanarak kuvvet tehdidi olmadan barışçıl yollardan çözümlenmesi taahhüdünü verdiler. 2002’de de istişari görüşmeler başladı. Aşağı yukarı bugüne kadar neredeyse 60 toplantı yapıldı. Ama bu toplantılar sürekli olarak karşı karşıya iki tarafın kendi tezlerini dile getirmesiyle geçti. Tam anlamıyla sonuca ulaştırılamadı. Uzun bir zamandır da bu görüşmeler aksamış vaziyette. Yeniden görüşmelere başlasalar belki basın üzerinden karşılıklı tehditlerle gerilim yaratılmasının önüne geçilebilir. Bunun hukuki altyapısı Madrid mutabakatıyla mevcuttur. Bu yapılmıyor ama. İç siyaset iki ülkede de hem Türkiye’de Yunanistan’ı kolayca gündeme getirerek gerginlik yaratmaya yarıyor hem Yunanistan Türkiye’yi gündeme getirerek bir gerginlik yaratma ve iç siyaset bakımından ortalığı kızıştırmaya yarıyor. Bunu aşabilmek aslında iki ülkenin uzun zamandır komşu olarak yaşamalarının hiçbir şekilde değişmeyeceği gerçeğinden ve bundan sonra aynı komşuluğu devam ettirmeleri varsayımından hareketle hala çözülebilir. Bu bir istek meselesidir. Bunu istediğiniz takdirde gerçekçi bir siyasi çözüm bulmak da pekala mümkündür."
Türkiye'de cami yapılmasıyla gündeme gelen Ayasofya Müzesi meselesine Yunanistan'ın Bizans arka planıyla bir 'hak sahipliği' üretmeye çalışarak yaklaşmasını eleştiren Çeviköz, bunun egemenlikle alakalı olduğunu belirtirken, diğer yandan da UNESCO tarih mirası olan yapının ne kilise ne cami olmadığını ve 'ortak medeniyet mirası' sayılması gerektiğini kaydetti. AKP iktidarının 18 yıldır müzeyi cami yapmaktan söz ederek dini istismara yöneldiğini de belirten Çeviköz, bu söylemlerin tartışmayı uluslararasılaştırmasına ve yurt dışında da camilere saldırıları tetiklediğine dikkat çekti:
"Yunanistan Ayasofya’nın geçmişini düşündüğünde, Bizans döneminden kalan bir arka plan var diye, sanki orada kendisinin bir hakkı olduğunu zannediyor. Böyle bir şey söz konusu değil. Bu 1453’ten itibaren tamamen değişmiş ve Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle Osmanlı toprakları haline geldikten sonra 500 küsur yıl cami olarak kullanılmış. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1934’te alınan bakanlar kurulu kararıyla da müzeye dönüştürülmüştür. Ayasofya ne kilise ne camidir. Aslında ikisini de tarihte kendi içinde barındırmış bir binadır. Bu açıdan ortak medeniyet mirasıdır. Dünyanın önemli bir mirasıdır. Bu şekilde UNESCO’da kayıtlara geçmiştir. 18 yıldır iktidar sürekli olarak Ayasofya’yı açtım, açacağım diyerek dini istismar ederek bir gerginlik yaratmaktadır. Eğer bu politika kullanılmasa bu şekilde olay büyümeyecek ve bir uluslararasılaşmaya da evrilmeyecekti. Ama bu tartışmalar başladıktan sonra maalesef bu sefer Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde bazı camilere saldırı oldu. Bunlar da haddini aşan çıkarsamalardır. Çünkü Türkiye’nin kendi içinde Ayasofya ile ilgili yaşadığı her ne sebeple olursa olsun iç siyasi maksatlarla, iktidarın birtakım hesapları nedeniyle ortaya atılmış bir tartışma bile olsa, Yunanistan’ın bundan kaynaklanarak kendine bir vazife çıkartıp buna söz söyleme hakkı olmamalıdır. Orada da Yunanistan’ın iç siyasi dengeleri açısından Ayasofya ile ilgili Türkiye’deki tartışmalar da kendileri için yeni bir siyasi iç malzeme oluşturmuştur. Doğru değil bunlar. İki tarafın da duyarlılıklara saygı göstermeleri daha doğru olur.”