Koronavirüs pandemisi ve normalleşme eşliğinde ikinci kez seçilebilmek için kolları sıvarken ABD'de protesto hareketiyle karşı karşıya kalan Donald Trump, dış politikada giderek sertleşen bir ton tutturuyor. Bu tondan nasibini de sadece Çin almıyor. Trump yönetimi pandemi ve protestoları ele alış biçimiyle müttefiklerini de rahatsız ederken, bir yandan Çin ile birlikte Avrupa Birliği'ne (AB) karşı da gümrük vergilerini yükseltme kozunu sallarken, diğer yandan Almanya ile Rusya arasındaki stratejik yatırım olan Kuzey Akım-2'ye karşı bıçakları biliyor.
Trump yönetimi, Çin ve AB denklemindeki gelişmeleri Asya çalışmalarıyla tanınan Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Altay Atlı ile konuştuk.
'Amerika ile Çin arasındaki artık bir stratejik mücadele'
Doç. Altay Atlı, pandemi öncesinde ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarını teknoloji savaşını konuşurken, bugün artık meselenin dallanıp budaklandığı görüşünde. Yeni çekişmenin ABD'nin pandemi nedeniyle Çin'i suçlamasıyla tetiklendiğini belirten Atlı, Çin'in ise daha önce görülmedik bir tonla cevap vermeye başlamasına dikkat çekti. İki ülke arasında artık topyekün bir stratejik mücadele bulunduğunu belirten Atlı, ticaret savaşının, koronavirüsün yahut Hong Kong meselesinin artık bunun sadece bir tarafı olduğunu dile getirdi:
'Avrupa ABD ile Çin arasında seçim yapmaya mecbur bırakılmak istemiyor'
Almanya Dışişleri Bakanı Heika Maas'ın Çin'i 'yeni süper güç' olarak nitelemesini yorumlarken, Çin'in bu ülke için önemli bir ekonomik ortak olduğunu anımsatan Atlı, bu durumun Avrupa'nın tamamında geçerli olduğunu belirtti. Ancak Atlı'ya göre Transatlantik ilişkileri durumu karmaşıklaştırırken, Avrupa ABD ve Çin arasında seçim yapmak, buna mecur bırakılmak istemiyor:
“Almanya’nın bu tavrı, Heiko Maas’ın bu tavizleri birçok yerde karşılık buluyor. Bunları söyleyen sadece Almanya veya Maas değil. Aslında Amerika ile Çin arasında bir tercih yapmaya mecbur bırakılma durumuna karşı bir meydan okuma, buna karşı çıkma. Pandemide yaşıyoruz, ekonomilerdeki sorunları artık günlük hayatımızdan biliyoruz. Uzaktan takip ettiğimiz bir konu değil. Avrupa’nın en güçlü ekonomisi Almanya bile çok ciddi zarar gördü pandemiden, etkileri de devam edecek. Çin, Almanya için çok büyük bir ekonomik ortak. Almanya en fazla ihracatını Çin’e yapıyor. Almanya’nın Çin ile çok büyük yatırımları var. Avrupa’da Çin’den en fazla yatırım alan ikinci ülke, birincisi İngiltere hala Avrupa olarak sayıyorsak, saymıyorsak birinci ülke. Avrupa’dan Çin’e yapılan ihracatın yarısını zaten Almanlar yapıyor. Bunlar tabii ki önemliydi, daha da önemli oldu pandemi ile birlikte. Yeniden toparlanmada ekonomilerin süreci daha da önemli. Bir taraftan da Transatlantik ilişkileri var, bunlar köklü ilişkiler. Bunlar da tartışılıyor. Bugün yeni bir haber geldi. Trump’ın Almanya’daki Amerikan askerlerini yavaş yavaş geri çekmesiyle ilgili. Pandemi sonrası süreçte dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında seçim yapmaya mecbur bırakılmak ülkelerin hiç isteyeceği bir şey değil. Almanya’nın da Türkiye’nin de isteyeceği bir şey. Dolayısıyla daha çok karşılıklı fayda ve ulusal çıkar. Heiko Maas’ın önceliği tabii ki Almanya’nın çıkarları. Ekonomisi için Maas Çin ile işbirliğinde bir fayda görüyor. Ama diğer yandan da Amerika ile de ilişkileri var. Çin ile ticaret yapacağız diye Amerika’ya sırtını dönecek değil. Ama diğer taraflardan buna mecbur bırakılmak, ‘Ya bizdensin ya ondansın, tercihini yap’ tam bu şekilde ifade edilmese de sözü buna getiren, bence tepki çeken ve Maas’ın da karşılık verdiği söylem bu."
Atlı diğer yandan Washington'ın müttefiklerinin Trump yönetimi döneminde daha önce duymaya alışkın olmadıkları şeyleri duyduklarını anımsattı. Buna karşılık AB'nin ortak bir Çin politikası etrafında buluşamadığını da vurgulayan Atlı, asıl önemli meselenin 'yeni dönemde Transatlantik ilişkilerinin ABD-Avrupa ilişkilerinin Çin faktörü üzerinden nasıl şekilleneceği' olduğunu dile getirdi. Atlı'ya göre Avrupa'da herkes kendi başının çaresine bakacak, gerisine karışmayacak:
"Daha önce Amerikan yönetiminden de duymayacağımız şeyleri müttefikleri hakkında Almanya, Japonya olsun duyduk. Müttefiklerin de buna karşı tepkisini doğal olarak ilk kez duyuyoruz. Öyle bir şey yaşıyoruz ki şu anda Avrupa Birliği-Çin zirvesinin eylülde yapılması planlanıyor. O zamana kadar Amerika’da ne olur, Trump ne olur öngörmesi çok zor. Bu zirve yapılacaksa, AB’nin Çin hakkında tek bir görüş tek bir ses yok. Almanya’nın tavrı farklı, Fransızların tavrı farklı. İtalya, Yunanistan gibi ülkelerin durumu farklı. Orada Maas’ın söyledikleri önemli. Almanya için çok önemli Çin. Çin Avrupa’nın tamamı için çok önemli ama herkes için bu farklı şekilleniyor. Ortak bir Çin politikası bugüne kadar çok fazla olmadı. AB’nin zaten herhangi bir konuda ortak hareket etmesi çok kolay olmadı bugüne kadar. Belki de Çin en zoru bunlardan. Asıl bence önemli konu bu yeni dönemde Transatlantik ilişkileri Amerika-Avrupa arasındaki ilişkiler Çin faktörü üzerinden nasıl şekillenecek? Avrupa Birliği tek, yekpare bir yapı değil. AB kendi içinde bu yeni dönemde nasıl bütün birliğin faydasına bir Çin politikası oluşturacak ya da oluşturamayacak herkes kendi başının çaresine bakacak. Herkes Pekin ile kendi işini yapacak, gerisine karışmayacak.”
‘Çin süper güç olma niyetinde değil, süper güçler sonrası bir dünyaya gidiyoruz’
Atlı diğer yandan Çin’in küresel güç olma gibi bir gayesi olmadığı görüşünde. Dünyanın süper güçler sonrası çok kutuplu bir sisteme doğru yol aldığını söyleyen Atlı, Çin’in ise küresel güç olmak yerine kendi bölgesinde bir güç olmayı hedeflediği görüşünü aktardı. Çin'in ekonomik anlamda büyümesinin özellikle de Asya'daki komşularına olumlu yansımaları olduğunu belirten Atlı, ancak bu durumun Çin güçlenmesine paralel olarak ABD ve müttefikleri tarafından tehdit algılandığını vurguladı:
“Heiko Maas’ın söylediği ‘süper güç’ kavramına katılmıyorum. Çünkü bence Çin bir süper güç değil, böyle bir niyeti yok. Süper güç hem belirli kapasiteyi hem belirli bir materyal varlığı gerektiriyor. Ordunuz, belirli bir ekonominiz olacak. Aynı zamanda sorumlulukları gerektiriyor. Şu anda Çin de bundan uzakta. Amerika’nın artık bunu tartıştığı, Trump’ın tabiriyle bunun çok maliyetli, gereksiz olduğu şeklinde bir kavram. Kim süper güç olacak değil de süper güçler sonrası bir dünyaya gidiyoruz. Orada güç dağılımı nasıl olacak, bunu tartışmak lazım. Çin’in küresel bir süper güç olma gibi bir niyeti kanımca yok. Ama bölgesel bir güç olma, kendi bölgesinde, kendi bahçesinde bir güç olma ve egemen bir güç olma niyeti var. Buna meydan okuyan da Amerika. Fiziksel olarak da görüyoruz. Güney Çin Denizi’nde görüyoruz, şu anda Çin yaklaşık yüzde 90’ınında hak iddia ediyor. Bu nedenle Vietnam, Filipinler, Endonezya, Malezya hepsiyle sorunlu bir durum var. Hatta Filipinler uluslararası tahkime götürdü, oradan Çin aleyhinde karar çıktı. Çin de bunu tanımadığını açıkladı. Bir yandan da Amerikan gemileri burada BM’nin denizler kanunundan çıkan hakları fiziksel olarak ortaya koyabilmek için bu seyrü sefer özgürlüğü harekatı dediğimiz uluslararası sulardan veya ülkelerin karasularında yine BM’nin müsaade ettiği ölçüde masum geçiş hakkını kullanarak birtakım seyirler icra ediyorlar. Buna Fransız ve İngiliz gemileri de katıldı. Tarafını seç konusunda aslında bunu da konuşmak lazım. İş sadece ekonomi değil, burada Fransız ve İngiliz gemileri de var. Bu da Çin’in tepkisini çekiyor. Bölge ülkeleri açısından bakacak olursak, ortada şöyle bir durum var. Çin yükseliyor. Çin’in yükselişi ekonomik açıdan bu ülkeler için önemli. Ne kadar ekonomik olarak büyürse, bu ülkelerden daha fazla kaynak alıyor, daha fazla ara mamul alıyor, daha fazla pazarlarını açıyor. Ama Çin büyüdükçe de bu anlamda daha iddialı bir hale geliyor. Bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. Onun için Amerika’nın varlığına ihtiyaç var. Böyle çelişkili bir durum var. Bölge ülkeleri için güçlenen Çin ekonomik açıdan iyi ama güçlendikçe de güvenlik tehdidi oluyor. O yüzden Amerika’nın bir yandan gemileri orada, böyle bir denge var."
Trump faktörü nedeniyle ABD'nin Asya-Pasikif'teki müttefiklerinin güvenlik mimarisine güvenlerinin azaldığını dile getiren Doç. Atlı, pandemi sonrası bu sorular ve meselelerin hız kazanacağı görüşünde.
Hong Kong'un özerk konumuyla ilgili tartışmalara da atıf yapan Atlı, ABD'nin Çin'in kırmızı çizgi olarak gördüğü bu konuda 'insan hakları ve demokrasi' söylemlerinin samimi olduğundan şüphe edildiğini de ekledi:
"Şu anda Trump ile birlikte şunu gördük. Bir yandan bütün seferler yapıldı bir yandan da Asya Pasifik’teki güvenlik mimarisinin belkemiği olan Amerika’nın Japonya ve Güney Kore ile olan ittifaklarını da tartışmaya açtı. Bunlar çok maliyetli, biraz da herkes elini cebine atacak dedi. Bu anlamda da bir güvensizliğe yol açtı. Japonya ve Güney Kore şu anda şunu sorguluyor: ‘Biz Amerikalılara ne kadar güvenmeliyiz, başımıza bir şey gelse gerçekten yanımıza koşacak mı?’ Çok farklı denklemler var. Pandemi sonrası dönemde de bunların tekrar hız kazandığını göreceğiz. Hong Kong şu anda 2047’ye kadar Çin’in altında bir özel idari bölge. Tartışma buradan çıkıyor. Özel idari bölge otonom bir yapısı da var. o otonomun sınırı nereden çiziliyor, anlaşılamayan şey bu. Çinliler açısından tamamen kırmızı çizgi, kendi egemenlikleri, kendi içişleri. Ama bir yandan da 2047’ye kadar Hong Kong’un garantilenmiş hak ve özgürlükleri var. Amerika da bunlar ihlal edilmiş oluyor diyor. Bütün dünya şu anda şunu soruyor; ‘Amerika’nın derdi gerçekten Hong Konglular mı yoksa ticaret savaşı derken bir kart da oradan mı masaya açıldı yoksa Hong Kongluların özgürlükleri çok da kimsenin derdinde değil gibi durumlar var. Herhalde 2047’de Hong Kong Çin’in tamamen bir parçası olacak.”