Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Kanal 7'de canlı yayınlanan 'Başkent Kulisi' programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.
('Son dönemde çok yoğun darbe tartışmaları yapıldı. Gerçekten bir darbe ihtimali olduğu için mi iktidar çevreleri tarafından da bu tartışmalar yapıldı?' sorusu üzerine) İlginçtir ki Türkiye'de darbecilerin siyasi kimliği çok belirleyici olmuyor. Darbeyi yapan ve yapmak isteyen kişinin Kemalist, solcu, FETÖ'cü, ulusalcı, asker veya sivil olması, bürokrattan ya da medyadan destek bulması fark etmiyor. O darbecilik kimliğinin kendisi bir sorun. Bunun üzerinde bizim düşünmemiz gerekiyor. 1960 darbesi ilk darbeydi, 15 Temmuz darbesi son darbe. Baktığınız zaman ikisi arasında neler yaşandı Türk demokrasi tarihinde. Bu darbeci kültürü, zihniyeti besleyen bakış açısı nereden geliyor, kimden, nasıl besleniyor, bunun iç ve dış bağlantıları, bütün bunları dikkate aldığını zaman darbe meselesi üzerinde ciddiyete durmak lazım. Güncel tartışmalara gelince bu yeni değil. Bu son tartışmaları tetikleyen, özellikle muhalefet kanadının belli kesimlerinden gelen açıklamalar hep bu tarihi arka planla düşünüldüğü için, maalesef CHP de bu darbelerin bir şekilde bir yerinde, içinde olduğu için birçok insan, ister istemez özellikle CHP'liler bu tür şeyleri dile getirdiğinde o tarihe geri dönüyorlar, o tarihi hatırlıyorlar.
Eğer birisi çıkıp bugünkü şartlarda, bu kadar siyasi süreç yaşadıktan, bu kadar mücadele verdikten sonra 15 Temmuz darbesini bu şekilde sokaklarda insanımızın canını ortaya koyarak püskürttükten sonra hala birileri 'bir şekilde gideceksiniz' diyorsa büyük bir sorumsuzluk.
Birileri 'Ya seçimle ya da bir şekilde gideceksiniz' dediğinde, insanların buna tepki göstermesi gayet normaldir. Bu çok hassas bir konu. Burada muhalefetin daha sorumlu davranması gerekir. Demokratik kuralların, yöntemlerin dışında hiçbir yola tevessül etmeyeceklerini herkesin çok açık ve net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor. Bunun dışındaki her ima, telkin, atıf, gönderme ister istemez insanlara bu darbeler tarihini hatırlatıyor. Bence biraz arka planında bu var. Bir kişinin bir cümlesi, bir çıkışıyla bir tweeti ile ilgili bir konu değil. Bu bir demokratik hassasiyettir aslında. Muhalefetin de bundan memnun olması, bunun tarafında yer alması gerekir. 'Muhalefet darbe istiyor' demiyorum ama bu tür imalarda bulunduğunda bir muhalefet partisinin yetkilisi bu sözün, bu ifadenin nerelere varacağını, hangi tarihi arka planda anlaşılacağını herhalde kestirmesi gerekir. Bulunduğunuz konumun gereği sizin bir siyasi sorumluluk almanız ve bunu da herhalde doğru tahlil etmeniz gerekir. Geçmişte darbelerin hangi söylemlerle hazırlandığını, zemininin ne şekilde hazırlandığını biz çok gördük.
Özellikle 15 Temmuz gibi kanlı bir darbeyi püskürtmüş bu millet var oldukça ve bu devletin başında Tayyip Erdoğan gibi bir lider oldukça Türkiye'de bir darbe ihtimali söz konusu değildir. Buna tevessül eden, bunu düşünen, buna kendince zihnen veya başka şekilde hazırlık yapan birileri varsa müthiş bir tokat yiyeceğini herhalde tekrar görecektir. Burada en ufak bir tereddüt söz konusu değildir.
(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve yakın çalışma ekibinin koronavirüs salgını dolayısıyla yaşanan karantina dönemini nasıl geçirdiğine ilişkin soru üzerine) Devletin başı neredeyse devletin ofisi, makamı, merkezi de orasıdır. Kendisi de fiziken buradaydı. Virüse karşı bir devlet başkanının nasıl korunacağı konusunda güzel bir örnek sergilendi. Türkiye, bu dönemde tarihe geçecek bir mücadele gösterdi. Normalleşme sürecine girmiş bulunuyoruz. Erdoğan'ın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde iş ve diplomasi trafiğinde bir azalma olmadı, birçok ulusal ve uluslararası toplantıya, görüşmeye, video konferans yöntemiyle katıldı. Karantina sürecinde milletle iç içe bir lider olarak onlarla buluşmayı, konuşmayı özledi.
Tedbirleri uygulamaya devam etmemiz lazım. Yarın özellikle 15 ildeki 2 günlük sokağa çıkma yasağından sonra bir anda insanlarımızın hiçbir şey olmamış gibi salgın öncesi dönemin şartlarına döneceğimizi beklememeleri gerekir. Hastane açılışları ve çeşitli vesilelerle bir gözlem yaptım. Maske konusunda belli bir toplumsal disiplinin oluştuğunu gördüm. Bu da beni memnun etti. Vatandaşlara çağrım, rehavete kapılmadan bu normalleşme dönemini hep birlikte tedbirlerle geçirelim. Maske, mesafe ve temizlik kuralını titiz bir şekilde uygulamaya devam edelim. Maskeye erişim konusunda bir sıkıntımız yok.
('29 Mayıs İstanbul'un fethinin yıl dönümü. Fetih etkinliklerinde Ayasofya'da Fetih Suresi okundu. Buna Yunanistan'dan da tepki geldi. Bu, Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılmasının bir ön hazırlığı mıydı?' sorusuna) Bir toplantıda bir yerdeydi galiba böyle bir konu gündeme geldiğinde, Cumhurbaşkanımız dedi ki, "Siz önce Sultanahmet'i doldurun, ondan sonra Ayasofya'yı düşünürüz."
Fetih sıradan bir olay değil. Meseleyi sadece Ayasofya'ya indirgemek de fetihle ilgili büyük fotoğrafı biraz gözden kaçırmak olur. Bazen bu tartışmalar çok iyi niyetle yapılıyor ama dikkatler başka yöne kayıyor. Asıl önemli olanı bazen gözden kaçırabiliyoruz. Fethin ruhu nedir? Ayasofya'da okunan Fetih Suresinin ruhu ne ise İstanbul'un fethinin ruhu da odur.
George Floyd olayı çok üzücü. Sistematik ırkçılığın son örneği ama üzülerek söylüyorum ki son olmayacak. Çünkü ABD ırkçılık tarihine baktığınızda 17. yüzyıla kadar gidiyor. Bir insan, derisinin renginden dolayı böyle bir ayrımcılığa maruz kalmamalı. Cumhurbaşkanımız da bir mesaj yayımladı sosyal medya hesabından. ABD'deki ırkçılık konusunda ümitvar olmak istiyorum ama açıkçası çok da umutlu değilim.