Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi yüzünden dünya çapında duran ekonomileri normalleştirme gündemde. Dünya çapında karantina tedbirleri yavaş yavaş gevşetilirken, koronavirüsün vurduğu ekonomileri düze çıkartmak için tek tek ülkelerde pek çok önlem alınırken, uluslararası kuruluşlar da seferber oluyor.
Ancak alınmakta olan kararların büyük bir ekonomik krizi ne kadar önleyip önleyemeyeceği meçhul görünüyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden krizin de etkisiyle sermaye çıkışları hızlanırken, bunlardan birisi olan Türkiye'de yeniden kur baskısı derinden hissediliyor. Türk Lirası'nın ABD doları karşısında değer kaybı bu yıl başından bu yana yüzde 20'ya varan oranı bulmuş durumda. Enflasyon, işsizlik ve borçlar eklendiğinde, gidişat hararetle tartışılıyor.
Koronavirüs krizinin vurduğu dünya ekonomisi ve Türkiye'deki durumu Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu'ndan Doç. Dr. Ümit Akçay ile konuştuk.
'Normalleşme ve önlemlerin gevşetilmesinin tüketici davranışlarını kriz öncesi kalıplarına döndürmesi oldukça zor'
Doç. Ümit Akçay'a göre, koronavirüs krizinin dünyayı vurduğu son iki ayda IMF gibi uluslararası kurumların durum güncellemeleri halk sağlığı meselesinin gidişatının etkileri açısından önem taşıyor. İkinci bir dalganın yeni bir karantinayı getirebileceği ve ileriye dönük olarak aşı bulunup bulunmamasının durumu etkileyeceğini belirten Akçay, normalleşme gündemi ve önlemlerin gevşetilmesinin tüketici davranışlarının kriz öncesindeki kalıplarına döndürmesinin oldukça zor olduğuna dikkat çekti. Akçay'a göre, özellikle sosyal devlet anlayışıyla hareket etmeyen sistemlerde işsizlik artarak büyük sorun haline gelecek ve 2020 çok zor geçecek:
'Çin ekonominin motorunu erken başlattı ama...'
Çin'in dünya ekonomisindeki durumunu değerlendirirken, salgına erken yakalanan ülkelerin virüsü erken atlatmalarının normal olduğunu belirten Akçay, Çin’in ekonomisinin motorunu erken başlatmasının lehine olacağını söyledi. Ancak Akçay, küreselleşmenin Çin ekonomisindeki yerine dikkat çekip, Çin için yine eski tempoda bir büyümenin yakalanmasının güçlüğüne atıf yaptı:
“Pandemi eğrisine erken giren ülkeler erken atlatıyor. Alınan önlemler de etkili ama başlama süresiyle sonlanma süresi arasındaki geçen süre pek çok ülkede benzer bir süre. Dolayısıyla Çin Aralık’tan itibaren bu süreci yaşadığı için şimdilerde epey önde başlamış oldu toparlanma aşamasına. O nedenle böyle bir durumda Çin’in dünya ekonomisinde motoru erken başlatması da medeni de bir avantaj elde edebileceği yönünde yaklaşımlar var. Son sanayi üretimi ihracat verileri de bunu destekler nitelikte. Beklenildiği kadar sert bir daralmanın yaşanmadığı gözleniyor. Ancak bu çok geçici bir durum. Çin’in geçmişte olduğu gibi yüksek yüzde ile ivme dönemine devam edebilmesi dünyaya yaptığı ihracatla mümkündü, yani iç pazara dayalı bir modeli yoktu. Avrupa’da yüzde 6 daralma beklenirken, Amerika’da resesyon beklenirken, Çin’in temel ihraç pazarları daralırken Çin’in eski temposuyla büyümesi zor. Herkes daralırken ülkenin ekonomik büyümeyi sürdürebiliyor olması bir başarıdır denebilir. Böyle gerçekleşirse, ekonomik büyüme anlamında başarı olarak değerlendirebilir. Ama birbirinden çok kopuk bir ekonomik büyüme temposunun yaşanması oldukça güç."
Türkiye'nin durumunu değerlendirirken IMF'nin Avrupa Komisyonu'nun yüzde 5 ve 5.4'lük daralma öngördüğünü belirten Akçay, ekonomik veriler yetersiz olmasına karşın ilk öncü göstergelerin sert yavaşlamanın başladığını gösterdiğini söyledi. Türkiye ekonomisinin 'özgün durumunu' anımsatan Akçay, 2013'ten bu yana uygulanan 'birikim modelinin' değişen küresel ekonomik koşullarda geçersizliğine atıf yaparken, Türkiye'nin ekonomi yönetiminin zamanında yaptığı tercihlerin sonuçlarıyla karşı karşıya olduğunu dile getirdi:
"Türkiye’de henüz 2020 için resmi kurumlardan yapılmış bir tahmin yok. Daha önceki yüzde 5 büyüme öngörüsü hala duruyor. Ama bunun gerçekçi olmadığı artık aşikâr. Uluslararası kurumların yaptığı tahminler var. Örneğin IMF yüzde 5 daralma öngörüyor. Dün Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa ülkeleri için Türkiye aday ülke statüsünde olduğu için tahminini açıkladı. O da 5.4 daralma öngörmüş bu yıl için. Dolayısıyla ekonomik sorunların giderek yoğunlaştığı bir dönemden geçtiğimiz görülüyor. Bu ilk öncü verilerde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. İhracat verilerinde, satın almaya tüketici endeksinin verdiği siparişlerin durmasında, imalat sanayinde, yani farklı sektörlerde henüz veriler geriden geldiği için tam anlamıyla takip edemiyoruz günü gününe. Ama ilk öncü göstergeler sert yavaşlamanın başladığını gösteriyor. Bu Türkiye ekonomisinin daha özgün bir durumu da var. Bu da 2013’ten itibaren bir birikim modeli krizin içerisinde olmasıyla ilgili Türkiye’nin. Kabaca anlamı şu; 2001 krizi sonrasında IMF programı çerçevesinde Türkiye’de oluşturulan bir ekonomik model vardı. Bu model sermaye girişlerine dayanıyordu. Sermaye girişleri sonrasında Türk Lirası’nın değerlenmesi, bu sayede de enflasyonun kontrol altına alınması idi modelin özü. Ancak bu model sermaye girişleri gerçekleştiği ölçüde ya da sermaye girişlerine uygun uluslararası finansal konjonktür buna el verdiği sürece işleyebilir bir modeldi. Dolayısıyla sermaye hareketlerindeki bir yavaşlamaya ya da ters dönmeye, sermaye çıkışlarına karşı korumasız bir modeldi. Şu anda son 7 yıldır bunu görüyoruz. 2013’ten sonra dünya ekonomisinde bu tip bir değişim başladı. O zamanki Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke'nin anons ettiği 2013’ün mayıs ayından itibaren küresel finansal konjonktür Türkiye gibi ülkelerin aleyhine dönmeye başladı, Fed’in sıkılaştırma tedbirleriyle... Şu anda yaşadığımız Türk Lirası’nın değersizleşmesi sorunu 4. kez yaşanıyor. 2014, 2016 ve 2018’de üç kere gerçekleşmişti, bu da dördüncü. Anlık, günlük Türk Lirası çıktı, dolar indi, faiz düştü gibi gündelik konuların dışında Türkiye’de ekonomi yönetiminin zamanında yaptığı tercihlerin sonucunu yaşıyoruz."
'Türkiye yalnız değil, temel eleştiri konusu iflas etmiş bir modelin sürdürülmeye çalışılması'
Akçay, Türkiye'nin koronavirüs'le birlikte Türk lirasının son altı yılda dördüncü kez değersizleşmesi sorununu yaşadığını anlatırken, bu konuda 'yalnız olmadığını', meselenin bütün gelişmekte olan ülkeler için geçerliği olduğunu da vurguladı. Akçay, Türkiye’de bu durumun daha büyük sorunlara yol açmasının birikim krizi modelinin göstergesi olduğunu vurguladı.
"Yılbaşından itibaren Türk Lirası yüzde 20’nin üzerinde değer kaybetmiş durumda. Bu oldukça güçlü bir değersizleşme. Ama yalnız değiliz bu konuda. Gelişmekte olan ülkelerden tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde riskli miktarda sermaye çıkışı gerçekleşiyor. Brezilya’da yüzde 45’i aşmış durumda yılbaşından beri. Yine Türkiye ile aynı kategoride sayılan Güney Afrika Cumhuriyeti yüzde 30’ların üzerinde değersizleşmiş durumda kendi milli paraları. Petrol ihracatı yapan ülkeler de bu süreçten zarar gördü. Meksika’da değersizleşme yüzde 25’leri aşmış durumda. Benzer şekilde Rusya’da da yüzde 20’ye yakın değersizleşme var. Genel olarak yükselen piyasalar kategorisindeki ülkelerden bir çıkış var. Türkiye’de bunun daha büyük sorunlara yol açması Türkiye’deki birikim krizi modelinin bir başka bölümü olarak yaşanmasından ibaret. Ekonomi yönetimi ne yapıyor diye baktığımızda, bu zamana kadar Türk Lirası’ndaki değersizleşmeyi yumuşatmaya çalışıyorlardı. Ani şok halinde gelmesinden ziyade değersizleşmenin yavaşlatılmasına çabalıyorlardı. Kredi genişlemesiyle süreci devam ettirmeye çalışıyorlardı. Tıpkı 2017’de olduğu gibi. O zaman geleceğe kaçış programı diye adlandırmıştım o süreci. Kredi vererek şimdiki sorunları ileriye erteleme konusu. Şu anda da çok benzer strateji izleniyor. 2007’deki kriz genişlemesi hızını aşmış durumda. Şu anda en son verilere göre yüzde 60’ları aşmış durumda. Burada kamu bankaları öncülük sağlıyor. Özel bankaların bu konuya katılması için bazı düzenlemeler yapıldı BDDK’nın Aktif Rasyosu kararı bununla ilgiliydi. Yine yurtdışı SWAP sistemlerinin kapatılması bir çeşit kısmi, ılımlı sermaye kontrolleri olarak adlandırabiliriz. Bu tip önlemler gündeme geldi. Ama bunların bu haftaya kadar TL’deki değersizleşmeyi belli bir seviyede tutabildiler. Ama yurtdışındaki dalga o kadar kuvvetli ki buna ne ülkelerin rezervlerinin yetmesi mümkün ne de faizleri arttırarak bu sürece direnmek mümkün. Dolayısıyla buna maruz kalmış durumdayız şu anda. Buradan kolay bir çıkış yolu yok. Dünya krizdeyken Türkiye’nin bu tip sorunları mucize bir formülle atlatabilmesi söz konusu değil. 2013 sonrasındaki yapısal birikim kriz konjonktüründe genel özelliği bu. Döviz faiz kıskacı demiştik. Ekonomik büyümeyi canlandırmak için faizleri düşürmek söz konusu olduğunda TL değersizleşme atağıyla karşı karşıya kalıyor. Bu 4 döneminde de gerçekleşti, 2014, 2016, 2018 ve 2020’de. Birikim modeli kriziyle ilgili doğrudan bir bağlantısı var. Ama şu anda yaşanan çok özel bir küresel kriz olduğu için örneğin Brezilya da faizleri indirdi. Neredeyse rekor düzeyde yüzde 2’lere kadar indirdi. İnanılmaz bir düzey orası için çünkü şu anda halk sağlığı krizine karşı ekonomi yönetimlerinin verdiği politika tepkisi kredi genişlemesi yaparak sorunları atlatmak şeklinde şekilleniyor. Kredi vermek için de faizleri düşük tutmanız lazım. Faizleri düşük tutunca mevduattan yabancı paraya kaçış gerçekleşiyor. Bu açmaz Türkiye’de mevcut, diğer ülkelerde de var. Bu açmazı açma yolları var. Ama belki ekonomi yönetimini eleştirebilecek en önemli nokta o görünüyor. Şu anda işlemediği ortaya çıkan hatta 4 kere iflas ettiği gözümüzün önünde belli olan bu sistemi sürdürme gayretleri nedeniyle eleştirilebilir. Yabancı sermaye girişine dayalı modelini sürdürmeye çalıştıkları ölçüde dolar kıtlığı ve ani duruş nedeniyle Türk Lirası’nı kontrol edememe gibi durumlar gerçekleşiyor. Temel eleştiri konusu iflas eden bir modeli sürdürmeye çalışmaları olabilir.”
‘Sermaye hareketlerini sınırlandırmak utanılacak bir konu değil, ekonomi yönetiminin bir temel tercih yapması gerek ama yapamıyor’
Hükümet yetkililerinin sürekli sermaye hareketlerinin sınırlandırılmayacağı söylemlerini değerlendiren Akçay, bunun 'utanılacak bir konu olmadığını' dile getirdi. Akçay, meselenin IMF'in bile gündemine geldiğini anımsattı. Türkiye'de meselenin planlı programlı duyurularak yapılması yerine, TL'deki değersizleşmenin ritmine göre günlük düzenlemelerle bunun yapılmakta olunduğunu belirten Akçay, bu durumun da zaten var olan 'inandırıcılığı' zedelediğini söyledi. Akçay'a göre ekonomi yönetiminin bir temel tercihi yapması gerekiyor, ancak bunu yapamıyor:
“Sermaye hareketlerini sınırlandırmak utanılacak bir konu değil. Sermaye hareketleri sınırlandırılabilir. Hatta IMF’nin gündeminde bile geldi değişik vesilelerle. Bu bir politika aracı olarak uygulanabilir. Ama ekonomi yönetimi her seferinde serbest piyasa ilkelerine bağlıyız diye açıklıyor. Hukuki olarak bunu düzenleyip, önceden ilan edilmiş bir program dahilinde şu nedenlerle şu kadar süreyle şöyle bir program içerisinde sermaye kontrollerini uygulayacağız ve bunun şu sonuçları olacak şeklinde bir plan anlatmıyorlar kimseye. Tekil, günlük olarak TL’deki değersizleşmenin ritmine göre günlük düzenlemeler yaparak bunu gerçekleştiriyorlar. Bu da ne sermaye kontrolleri uyguluyorum desen inandırıcı oluyor ne de uygulamıyorum desen inandırıcı oluyor. Bu genel olarak ekonomi yönetiminin zaten uzun süredir karşılaştığı güven sorununun bir devamı. Politika oluşturma ve bundan sonrasını inşa etme konusunda da bir belirsizlik yaratıyor bu. Ekonomi yönetiminin bir temel tercih yapması gerekiyor ve bunu yapamıyor. 2013’ten beri bu nedenle sürekli aynı noktaya gelip tıkanıyoruz."
Akçay ABD ile swap müzakerelerini değerlendirirken bunun teknik ve ekonomik koşullarının sağlanması halinde bile Türkiye'nin alabileceği miktarın 'komik kalacağı' görüşünde. Türkiye'nin 2018 krizi sonrası Amerikan Hazine kağıtlarını elinden çıkarttığını söyleyen Akçay, swap sorunu politik kararla çözülse bile bunun psikolojik denebilecek bir destek olabileceğini dile getirdi. Akçay dolayısıyla swap konusunun uluslararası yorumcular tarafından da çok 'büyütüldüğü' görüşünü aktardı:
"Fed’in kendi içinde düzenlediği SWAP vermek için koşulları var. Bu teknik ve ekonomik koşullar sağlansa bile Türkiye’nin alabileceği miktar çok komik miktarlar. Birkaç milyar dolardan bahsediyoruz. Çünkü Türkiye’de hazine 2018 krizi sonrasında Amerikan Hazine kağıtlarını elinden çıkardı. 50 milyar dolara kadar hazine kağıdı varken elinde, şu anda 2, 3 milyar dolar, düşük bir miktar var. Türkiye’nin şu anda yaşadığı sorunlara çözüm olabilmesi mümkün değil. Belki psikolojik etkisinden bahsediliyor ya da Türkiye’nin bir destek alıyor olmasından, uluslararası sistemle bağlantılarının sürüyor olmasından gibi daha psikolojik denebilecek bir destek olabilir. Ama teknik olarak Türkiye’ye gelen anlamlı bir para olmayacak, birkaç milyar dolar gelecek. Mesele oysa, o birkaç milyar dolar bulunabilir. Dolayısıyla biraz büyütülüyor, biraz da bilek güreşi haline geldi piyasalarla Merkez Bankası arasında."
'Spekülatif saldırılar sermaye girişine bağımlı model nedeniyle her seferinde gündeme geliyor'
TL'ye spekülatif saldırı düzenlenmesi meselesini de değerlendiren Akçay, bu durumların daha ziyade 1980-90'ların kriz tipi olduğunu, Soros'un sabit kur uygulayan İngiliz Merkez Bankası'yla bilek güreşi örneğinden hareketle izah eden Akçay, şu anda Türkiye'de sabit kur rejimi uygulanmadığı için bu tür bir şeyin söz konusu olmadığını söyledi. Akçay bunların Türkiye'nin sermaye girişine bağımlı modeli nedeniyle gündeme geldiğini belirtti:
"Saldırı konusu da öyle. Genellikle bu tip durumlar sabit kur sistemlerinde 1980-90’larda gördüğümüz kriz tipiydi. Merkez Bankası sabit kuru savunmak için döviz rezervleri var mı, yok mu, ne kadar savunabilir? Spekülatörler bu kuru kırmak için çeşitli sistemlerle üstlerine giderler. 1990’larda İngiltere’nin başına gelmişti. Meşhur spekülatör George Soros’un İngiliz Merkez Bankası ile girdiği bilek güreşi sonrasında Merkez Bankası serbest kur rejimini bırakmak zorunda kalmıştı. Ama bu eski tip bir kriz tipi. Şu anda Türkiye’de sabit kur rejimi uygulanmadığı için bu tip bir şey söz konusu değil. Ama rezervler, sermaye çıkışları, Türkiye’nin sermaye girişine bağımlı modeli nedeniyle bunlar her seferinde gündeme geliyor."
Akçay, Türkiye'de özel sektörün mayıs ayında yüklü ödemesinin bulunduğunu, yaşanan gerilimlerde bunun da biraz etkisi bulunduğunu söylerken, asıl krizin bu hengamede gündelik hayatta insanların karşılayacağı büyük işsizlik, insanların gelirsiz kalmaları, yükselen enflasyon ve hayat pahalılığı ile çok zor bir dönem olacağını vurguladı:
"Borçlar için mayıs ayında yüklü ödemesi var özel sektörün. Bu gerçekleştikten sonra sonbahara kadar yüklü ödemeler yok. O nedenle bu gerilimlerin, TL’deki değersizleşmenin yaşanmasında biraz da bunun etkisi var. Yüklü ödemelerin nasıl gerçekleşeceğinin. Oldukça zor bir dönem bekliyor. Belki bütün hengame içerisinde gündelik hayatta insanların karşılaşacağı şeylerle ilgili; en büyük sorun işsizlik olacak. Şu anda zaten korona gündemi başlamışken, rekor düzeyde yüzde 13 işsizlik vardı. Şimdi en iyimser tahminler resmi işsizlik yüzde 18’ler civarına çıkacağını gösteriyor. Bu oldukça güç bir durum, insanların gelirsiz kalması. Yani böyle bir durumda gelirsiz kalması özellikle. Bu güç durumu daha da kötüleştiren enflasyonun hala yüksek olması, yüzde 10’lar civarında. Hem hayat pahalılığı hem artan işsizlik önümüzdeki dönemde çok zor bir dönemin bizi beklediğini gösteriyor.”