Dünya çapında koronavirüsle mücadelede sürerken, ABD ve bazı Batılı ülkelerin yönetimleri uluslararası siyaseti şimdiden ısıtıyor. Trump'ın 'Çin yararına çalıştığı' gerekçesiyle fonlarını kestiği Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ise baskılar karşısında istifa etmeyi dışladı. Trump yönetimi, kriz yönetiminde aciz kaldığı eleştirileri altında oklarını pandeminin patladığı Çin'e çevirirken, Britanya ve Fransa gibi ülkelerden de alttan alta 'sorumluluğun kimde olduğu' tartışmaları başlatıldı.
Koronavirüs krizinin dünyayı taşıdığı uluslararası düzen ve Çin'le ilgili tartışmaları Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.
‘Trump virüs ırkçılığı üzerinden Çin’i suçlamaya çalışıyor’
Mehmet Ali Güller'e göre, ABD Başkanı Donald Trump’ın salgından önce ticaret savaşına tutuştuğu Çin’i bu süreçte suçlamak için çeşitli yollar deniyor. Güller, krizin başlangıcında Çin yönetiminin aldığı sıkı tedbirlere küçümseme ve suçlamalarla yaklaşmış, sıradan grip olarak görmüş, hatta salgın Çin'i vurduğunda krizden kendilerinin faydalanacağını dile getirmiş olan ABD’li yetkililerin salgın Avrupa ve Amerika'ya sıçrayınca defalarca söylem değişikliğine gittiğini anımsattı. Güller, son dönemde de Çin'in şeffaf olmamak ve pandemiyi geç bildirmekle suçlandığını anımsatarak, "Şimdi hal böyleyken Amerika, Çin’in aldığı tedbirlere itiraz ediyorken, Çin’i nasıl beni geç bilgilendirdi diye suçlayabilir” sorusunu yöneltti:
“Bunun esas olarak Batı'nın salgının merkezi olmaya başladıktan sonra virüsle mücadelede bir başarısız tablo ortaya çıkarıp bunun kendi kamuoyunda da ciddi tepkilere dönüşmesiyle birlikte başlayan bir saldırı olduğunun altını çizelim. Yoksa Çin’de salgın başladığında Amerika en üst düzeyde yetkililerden Ticaret Bakanı doğrudan bu salgının Amerikan ekonomisine yararı olacağını, istihdamın Çin’den yeniden Kuzey Amerika’ya döneceğini açıklayıp, bundan memnuniyet duyduğunu ilan etmişti. Çünkü o zaman bu salgın Çin ile sınırlıydı. Ardından Avrupa’ya geçip İtalya’da çok ciddi bir sıkıntıya yol açtığında, orada İspanya’ya geçtiğinde, İngiltere, Almanya gibi Avrupa’nın büyük ülkelerine sonunda da Amerika’ya sıçradığında ve Amerika’da da olağanüstü şekilde rakamların Avrupa’yı bile aratır derecede hızlı yükselmesiyle birlikte Trump yönetimi içeride yoğun bir ‘Siz bu işe karşı ciddi tedbir almadınız’ muhalefetine, kamuoyu baskısına maruz kalmaya başladı. Washington Post’tan New York Times’a ABC televizyonundan diğerlerine kadar pek çok yayın organı Trump yönetiminin bu iş için zamanında uygun yöntemlerle tedbirler almadığını belgelediler. Ocak-Şubat boyunca Trump’ın yaptığı bütün açıklamalar salgın konusunda gayri ciddiydi. ‘Büyütmeyin, bu pandemi değil basit bir grip’ gibi açıklamalar yaptı. O basit gripten vaka sayısını neredeyse 1 milyona yaklaştığı bir süre ortaya çıkınca kamuoyu bunun faturasını Trump’a kesmeye çalışıyor. Trump tam bu olduğu anda kendisine ‘Ben bu işten nasıl sıyrılırım’ diye bir strateji belirledi ve Çin’i suçlamaya başladı. Önce buna Çin virüsü diyerek bir düşmanlık yaratmaya çalıştı fakat bu tutmadı. Zira 20 yıl önce Amerika’da çıkmış gribe de kimse Amerika gribi dememişti. Çin’in virüsü değildi bu. Çünkü virüsün pasaportu, milliyeti yoktu. Bu tutmayınca çıktığı yer anlamında Vuhan virüsü diye ifade etmeye çalıştılar. Fakat bu da G7’de kriz yarattı. Amerika kendi müttefiklerine bile bu ifadeyi kullanmaya razı edemedi. G7 ortak açıklama yapılamadan sonuçlanmış oldu. Böyle olunca Trump, Çin’i suçlamayı bir virüs milliyetçiliği, ırkçılığı üzerinden yapamayacağını görünce, başka bir stratejiye yöneldi. Bu kez Çin ile ilgili ‘Çin’in bu konuda kendilerini ve dünyayı geç bilgilendirdiği’ suçlamasında bulunarak bir düşmanlık tezgahlamaya başladı. Fakat bunun da kısa bir süre sonra yalan olduğu ortaya çıktı. Çin netice itibariyle bu işi kendisi de bir salgın olduğunu tespit ettiği anda zaten dünyaya duyurmuştu. Bunun saklanabilecek bir yanı da yok. Hatta Çin’in aldığı tedbirler Amerika tarafından olağanüstü eleştiriliyordu. ‘Altı üstü bir grip, niye Vuhan’ı karantinaya alıyorsun? Virüsü bahane edip özgürlükleri kısıtlıyorsunuz’ diye Çin’in uygulamaya çalıştığı tedbir paketlerine itiraz ediyorlardı. Şimdi hal böyleyken Amerika, Çin’in aldığı tedbirlere itiraz ediyorken, Çin’i nasıl beni geç bilgilendirdi diye suçlayabilir?”
‘Beyaz Saray uyarılmış, fakat Trump bu işi ciddiye almamış’
ABD medyasının Beyaz Saray’ın salgın patlak verdiğinde tedbir alınması konusunda uyarıldığını yazdığını anımsatan Güller, Trump’ın gerekli önlemleri almadığı için hedef alındığında DSÖ'yü 'krizi yönetememekle' suçladığını, Çin'in virüsü laboratuvarda yönettiği ithamlarının dozunu arttırdığını anlattı. Ancak pek çok bilim insanının virüsle ilgili çalıştığını ve laboratuvar koşullarında üretilmiş olmadığını söylediğini belirten Güller, "Dünyanın bütün doktorlarını satın alabilecek bir mekanizma olmadığına göre bu ‘Laboratuvar çıkışlıdır’ söylemi bir Çin’i kötülemeye dönük bir propagandadan ibarettir" ifadelerini kullandı:
“Yine Amerikan gazetelerinin, sağlık örgütlerinin istihbarat düzeyinde yapılan pek çok uyarısı şunu ortaya çıkardı. Bu iş Amerika’da da neredeyse işin en başından itibaren Beyaz Saray uyarılmış. Fakat görünen o ki Trump bu işi ciddiye almamış ve gerekli önlemleri almamış. Bu tezgah da tutmayınca bu kez Trump, Dünya Sağlık Örgütü’nü hedef almaya başladı. Sanki Amerika’daki New York semalarında akbabaların doluşmaya başladığı süreç Trump’ın kötü yönetimi ya da Amerikan sisteminin böylesi bir büyük afet karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanmıyor da ‘DSÖ, bu krizi iyi yönetemedi, kir tutmaya başladı’, o yüzden olmuyormuş gibi bir propagandaya başladılar. Fakat bu tezgah da tutmadı. Dünyanın pek çok ülkesi DSÖ’nün yanında saf tutmuş oldu. Şimdi yeni bir tezgaha başladılar. Bir yandan Çin’in sayıları yalan, bir yandan ‘Virüs Vuhan’daki laboratuvarda üretildi’ gibi açıklamalar yapılıyor Beyaz Saray ve çevresinden. Bu da tamamen komplo. Neticede işe şöyle bakmak lazım. Türkiye’de de yaygın bu; ‘Virüs laboratuvarda üretildi, insanlığın başına bela edildi’ diye. Çin’de pek çok bilim adamı virüs ile ilgili araştırma yaptı. Rusya, İngiltere, Fransa, Amerika, Afrika gibi dünyanın pek çok yerinde bilim adamları bu virüsle ilgili çalıştı. Hepsi de virüsü izole edebilmek ve aşı geliştirmek için işin başladığı noktada bir gen dizilimi çıkarttılar. Neticesinde bunun bir laboratuvar ürünü olmadığını hepsi söylüyor. Ya öyle bir mekanizma var ki bütün bilim adamlarını, doktorları satın alabiliyor ya da bu iş komplo, uydurma, bu işin laboratuvar ürünü olmadığı gerçeği ortaya çıkar. Dünyanın bütün doktorlarını satın alabilecek bir mekanizma olmadığına göre bu ‘Laboratuvar çıkışlıdır’ söylemi bir Çin’i kötülemeye dönük bir propagandadan ibarettir.
'Dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesine akbabaların inmesi içinde bulundukları durumu gösteriyor'
Güller'e göre Çin'in hedef alınması Trump'ın önündeki başkanlık seçiminde zora düşmüş olmasından kaynaklanıyor. Kriz vesilesiyle ABD'deki sistemin emekçiler tarafından sorgulanmaya başlandığını belirten Güller, dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin akla gelmeyecek durumlara düşmesine dikkat çekti:
"Tüm bunları niye yapıyorlar? Bir yandan Çin’e yeni bir savaş açmaya başladılar. Bu işi Çin, bize geç bildirdi, şöyle oldu vs. nedenleri birleştirip ‘Çin’e tazminat açacağız, bunun bedelini ödemeli’ diye bir kampanya başlattılar. Bu da biraz şundan; buradan bir çıkmayacağı kesin. Devletleri bu tip tazminatlarla mahkum etmeleri teknik olarak mümkün değil de bunu bir siyasi bedel ödemelerinin önündeki bir propaganda hedefi olarak görüyorlar. Yani Trump’ın önünde bir seçim var. Batı sisteminin önünde ciddi bir sorun var. Batı sistemi salgınla mücadeledeki başarısızlığı nedeniyle kendi içinde de sorgulanmaya başladı. Amerika’daki işsizler, evsizler, siyahlar Avrupa’daki işçiler, emekçiler yani emperyalist kapitalist dünyada yaşayanlar da dahil dünyanın ezilenleri kapitalist modelin salgınla mücadelede bir başarısızlık tablosu yaşadığını görmüş oldu. New York semalarındaki akbabalar çok simgeseldir. Nükleer savaş sonrası korku görüntüler vardır filmlerde. Onu andıran bir tablo. Akbabalar inmiş dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin en gelişmiş ticaret merkezine. Dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin en gelişmiş eyaleti Kaliforniya valisi 60 bin evsize yer bulamıyor. Bunları otoparklarda yatırıyorlar. Dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin içinde bulunduğu durum bu.”
'Hiçbir şey koronadan önceki gibi olmayacak. Nasıl olacak bunun bir sihirli bir cevabı yok'
Güller, "Hiçbir şey koronadan önceki gibi olmayacak. Nasıl olacak bunun bir sihirli bir cevabı yok" derken, kriz sonrasında devlet kapitalizminin ağırlık kazanabileceğini, toplumların güvenlik kaygısıyla rıza göstereceği otoriterlik dozu artmış modellerin ortaya çıkabileceğini belirtti. Güller, diğer yandan sınıfı mücadelesinin yükseltilmesi ve liderliğin sergilenebilmesi halinde sosyalizm modelinin de öne çıkabileceğini vurguladı:
“Dünyanın küçük ama onurlu sosyalist modelini uygulayan Küba’nın İtalya’ya yardım ettiği, Avrupa Birliği’nin felsefesini hiçe sayarak sınırlarını İtalya’ya kapattığı şartlarda Küba’nın İtalya’ya doktor gönderdiği ya da Çin’e özgü sosyalizm denilen sistemi uygulayan Çin’in Amerika, Almanya, Fransa’nın İtalya’ya sırtını döndüğü anda İtalya’ya uçak dolusu hekim göndermesi bir model tartışmasını dünyanın önüne getirdi. Biz batı blokunda yanlış bir modelle yürüyoruz. ‘Bu bizi büyük afetle mücadele edeme noktasına getirdi’ görüşleri hakim. Bu da bir sistem sorgulaması tartışması meydana getirdi. Hiçbir şey koronadan önceki gibi olmayacak. Nasıl olacak bunun bir sihirli bir cevabı yok. Kuşkusuz dünyanın önünde bir sürü seçenek ortaya çıkacak. Bir yandan bir devlet kapitalizminin ağırlık kazanabileceği ya da güvenlik kaygısı nedeniyle özgürlüklerin kısıtlanmasına toplumların rıza gösterdiği daha otoriter eğilimli modellerin ağırlık kazanabileceği bir durum da var. Fakat dünyanın böyle sosyalizmi tartışmaya başladığı bir seçenek de var. Bunların arasında da bir sürü model var. Bunlardan hangisinin olacağını bugünden kestirmek mümkün değil. Çünkü bunun cevabı son tahlilde sınıf mücadelesine bağlı. Sınıf hareketinin oluşmasına, orada örgütlü bir gücün buna liderlik edip edememesine bağlı."
'Amerikan hegemonyasının yerini Çin hegemonyası alacak anlamına gelmiyor'
Güller'e göre bütün bu gelişmeler ABD'nin dünya liderliğini tümden yitirmesi, Çin'in ise onun yerini almasıyla sonuçlanacak anlamına gelmiyor. Koronavirüs krizinden de önce dünyanın çok kutupluluğa gittiğini söyleyen Güller, bu salgının süreci hızlandırdığını, çok merkezli bir sistemin zaten değişmekte olan dünyayı yeniden şekillendireceği görüşünde:
"Tek başına bir kestirme yapabilecek durumda değiliz. Dünya zaten değişiyordu, yeni bir dünya kuruluyordu. Tek kutuplu dünya, yerini yavaş yavaş çok kutuplu, merkezli dünyaya bırakıyordu. Amerikan hegemonyası inişe geçiyordu, inişe geçtiği oranda Amerika’nın yörüngesindeki uydu devletler yavaş yavaş merkez kaç etkisiyle yörüngeden çıkmaya başlıyordu. Bu transatlantik ittifakında bir çözülme de meydana getiriyordu. Diğer yandan ticaretin, ekonominin merkezi Atlantik’ten Pasifik’e kaymaya başlamıştı. Bu beraberinde kaçınılmaz olarak siyasi merkezin de yavaş yavaş Asya Pasifik’e kayması gibi bir durum ortaya çıkarıyordu. Kapitalizmin salgınla mücadeledeki başarısızlığı gibi aktörler de eklenince, aslında biraz bu yeni dünya kurulma süreci hızlanmış olacak. Amerikan hegemonyasının yerini yeni bir Çin hegemonyası alacak anlamına gelmiyor. Çin’in de çok önemli bir kutup olduğu çok merkezi bir yeni dünya ortaya çıkmış olacak. Amerika’nın tek başına hüküm verdiği bir dünya değil Amerika, Çin, AB, Rusya, bir süre sonra Hindistan’ın ağırlık oluşturduğu merkezler olacak. Bu merkezler yeni bir dünya düzeni şekillendirecek. Kuşkusuz bunun Birleşmiş Milletler’e ya da başka yapılarak yansıması olacak. IMF gibi ticaret mekanizmalarında birtakım değişiklikler yaratacak. Bunların alternatifleri belki oluşacak. Zaten model de biraz bu alternatifler oluşturma işiydi, oluşturmaya da başlamıştı. Dolayısıyla bu süreç aslında hızlanmış olacak. Koronavirüs bu süreci hızlandırmış olacak. Yoksa bugünden yarına bir anda her şey tamamen sistemsel bir değişikliğe geçmiş olmayacak. Yani Amerikan hegemonyasının yerini Çin almayacak.”
‘Çin daha adil bir küreselleşme istiyor’
Güller, Çin’in hegemonik bir liderlikte gözü olmadığı görüşünde. Çin’in sadece küresel ticaretin daha adil işlediği bir model arzuladığını, BM Güvenlik Konseyi gibi yapıların daha işlevsel olmasını istediğini söyleyen Güller, sadece Batı kampı değil Çin'in de ekonomik anlamda hasar aldığı bir sürecin ardından diğer merkezlerin de devreye girmesiyle daha dengeli bir dünyanın oluşabileceğini söyledi:
“Zaten Çin model olarak bir hegemonik bir tablo oluşturmasına karşı. Bunu defalarca üst düzey yöneticiler de ifade etmişti. Onların istediği dünya adil ticaretin yapıldığı, küreselleşmenin ekonomik anlamda yarattığı olumsuzlukların ortadan kaldırılarak daha adil bir küreselleşmenin çalışabildiği bir dünya modeli istiyorlar. BM Güvenlik Konseyi gibi yapıların daha işlevsel olmasını istiyorlar. Tabii ki Çin’in ağırlık kazanacağı bir durum oluşacak. Fakat bunun yanında Hindistan, Rusya, Avrupa Birliği’nin de önemli merkezler olarak bulunmasıyla dünyada Amerika’nın tek kutuplu pozisyonunun zayıfladığı, ortadan kalktığı, Libya, Suriye’de, İran’da kırbaç şaklattığı o emperyalist tahakkümün zayıflayacağı, bunun yerine diğer merkezlerin de devreye girmesiyle daha dengeli bir dünyanın oluşacağı bir süreç başlayacak. Fakat önümüzde ciddi sorunlar var. Bu sürecin içerisinde ciddi ekonomik krizler yaşayacağız. Batı kampında da olacak. Çin de bu süreçten ekonomik anlamda hasar alıyor.
'Türkiye gibi ekonomiyi beton, turizm ve vergilerle döndüren ülkeler için sıkıntılı bir süreç var'
Güller'e göre ekonomiyi beton, turizm ve vergiler üzerinden yürüten Türkiye gibi ülkeler bu süreçte daha fazla hasar alacaklar. Dünyanın IMF gibi kurumlarının daha şimdiden süreci 1929 Büyük Buhran'ı ile kıyasladığını belirten Güller, Cumhuriyet'in inşa etmiş olduğu bütün kurumları yok edip neoliberal küresel düzenle bütünleşmiş Türkiye'de hükümet açısından sıkıntılı bir tablo bulunduğu görüşünde:
"Türkiye gibi ülkeler daha da fazla hasar alacaklar. Ekonomideki oranlarını ciddi yitirmiş durumda. Salgın krizini bir ekonomik krizin takip edeceği bir yeni dünya var. IMF gibi kurumlardan büyük petrol şirketlerinin raporlarına ya da büyük bankaların analizlerine kadar şu anda bir ay içinde yayınlanmış bütün raporlar 1929 Büyük Buhranı ile yarışır nitelikte ciddi bir krizle dünyanın karşı karşıya olacağını resmediyor. Bu önümüzde ciddi bir veri. Bunun yaratacağı işsizlik tablosu, başka sorunlar birleştiğinde dünyanın önünde ciddi sorunlar var. Türkiye açısından da krizden önce ciddi ekonomik sorunlar vardı. Krizle bu iyice sıkıntıya girmiş olacak. Çünkü turizm Türkiye’nin çok önemli ekonomi kalemi. Yazın turizm konusundaki beklentilerimiz çok düşük seviyeye gelmiş olacak. Beton, turizm ve vergilere dayalı sac ayağında yükselen bir hükümet ekonomisi vardı. Şimdi o beton sıkıntıda, turizm de sıkıntıda olmuş olacak geriye vergiler kalacak. Vergileri de arttırdığınız oranda halkla karşı karşıya gelmiş olacaksınız. Hükümet açısından da böyle sıkıntılı bir tablo var. Sadece AKP iktidarının kabahati değil bu tablo, Özal’dan bu yana hemen hemen tüm iktidarların kabahati. Özalların mirasçısı olan Erdoğanlar da bu kötü tablonun esas sahipleri. Cumhuriyet’in inşa ettiği bütün kamu kurumlarını 24 Ocak 1980’den bu yana adım adım her şeyi özelleştirdiler, sattılar, yabancılaştırdılar. Bu salgınlarda görülüyor ki kamu kurumlarının ağırlığının azaldığı bir modelle salgınlarla baş edemiyorsunuz. Amerika bile yapamadı. Bir Sümer Bank olsaydı şu anda, ilk birkaç hafta yaşanan maske krizleri yaşanmayacaktı. Çok güçlü bir bankacılık sisteminiz olsaydı döviz meselesi bu kadar sıkıntılı bir hal almayacaktı. Çok güçlü üretime dayalı bir ekonomi modeliniz olsaydı, bazı sıkıntılar yaşanmayacaktı ve ileride yaşayacağımız bazı sıkıntılar da olmayacaktı. Fakat kamunun gücü ekonominin içinde azalıp özelleştirildiği için bu sıkıntılarla karşı karşıya gelmiş oluyor."
'Bu tip salgınlarla mücadele tam tedbiri gerektiriyor, yarım tedbir olmuyor'
Koronavirüs krizinde toplum sağlığını sağlamanın yarım yöntemi olamayacağının Çin örneğinde görüldüğünü de dile getiren Güller, Türkiye'nin bu açıdan da sorunlu bir ülke olduğunu vurguladı:
"Son tahlilde bu tip salgınlarla mücadele tam tedbiri gerektiriyor, yarım tedbir olmuyor. Çin’in başarısının nedeni bu. Vuhan’ı ablukaya aldı, herkesi evine soktu, sınırlardan girişi çıkışı yasakladı. Çin’in diğer bölgelerine salgının yayılmasını önlemiş oldu. Fakat Amerika bunu yapamıyor. Şu anda bile Trump, neredeyse halkı valilere karşı isyana teşvik ederek karantinaya karşı çıkın diyor. Karantina ekonomik bir faaliyeti kısıtladığı için özel sermayeye dayalı sistemler bu karantinadan memnun değil. ‘Karantinalar kalksın, ekonomik faaliyetler sürsün ölen de ölsün’. Zaten İngilizlerin en başta uygulamaya çalıştığı sürü bağışıklığı bu demekti. Bunun bir de tersinden salgın büyüdüğündeki maliyeti hesaplandığında bazı ülkeler ‘Ekonomi zarar görecek ama sağlam tedbirler almazsak, sonraki ekonomik maliyetler şimdikinden daha büyük olacak’ diye ters tedbir aldılar, örneğin Almanya. Türkiye açısından da böyle bir sıkıntı var. İktidarın açıklamalarına yansımış durumda. Salgının yatay bir seyre girdiği izlenimleri gibi açıklamalar yapılıyor. Bunun ekonomik faaliyetlerin sürebilmesi için tedbirlerin aşamalı olarak kaldırılacağı yönünde açıklamalar var. Bu kötü yönetilen ekonomiyle, iyi karantina uygulama arasındaki çelişmeden kaynaklanan bir sorun. İyi karantina için iyi ekonominiz olması lazım. Bu yoksa karantinayı tam olarak uygulayamıyorsunuz. Türkiye’nin önündeki sorun da bu aslında.”