Rusya Federasyonu ve Türkiye arasında 5 Mart'taki Moskova zirvesinde güncellenen Eylül 2018 tarihli Soçi mutabakatı, Moskova mutabakatına dönüşmüşken, dikkatler sürecin nasıl ilerleyeceğine çevrildi. Suriye'nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün altı çizilirken, terörist örgütlerle mücadelenin devam etmesini öngören yeni mutabakatta Suriye ordusunun kontrolüne geçmiş M5 otoyolu anılmazken, Lazkiye'ye uzanan hattaki M4 otoyolu için Rusya ve Türkiye'nin oluşturacağı tampon bölge öngörülüyor. Bu hafta bir Rus heyetinin Ankara'ya gelişiyle ortak devriyeler için gerekli düzenlemelerin de netleşmesi bekleniyor.
Moskova mutabakatı sonrası gelinen durumu ve yeni süreci ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ile konuştuk.
‘Zayıf bir ateşkes’
Prof. Hüseyin Bağcı'ya göre, mutabakatın en önemli iki özelliği Suriye topraklarında bulunan Türk askerlerine yönelik saldırıların durması ve sığınmacı akınını şimdilik de olsa durdurması. Ancak diğer yandan Suriye yönetiminin çok güçlü olduğu bir duruma geçildiğini ve Suriye hükümetinin geri çekilmesinin mevzu bahis olmaktan çıktığını vurgulayan Bağcı, HTŞ gibi radikal unsurların ise deyim yerindeyse 'Türkiye'nin kucağına kaldığı' görüşünü dile getirdi. Bağcı, bu radikal unsurların durup durmayacaklarının da belirsiz olduğunun ve bu sebeple 'ateşkesin zayıf olduğunun' altını çizdi:
“Ateşkesin Türkiye açısından en önemli özelliği Türk askerlerine yönelik saldırıların durması. Çünkü gözlem noktaları rejim güçleri tarafından çevrelenmişti. Bu önlendi. İkincisi de göç olayı en azından şimdi durmuş durumda. 2 milyon ya da daha fazla insanın Türkiye’ye gelme durumu söz konusuydu. Bu da önlenmiş oldu. Bunlar Türkiye’nin artı hanesine yazılacak olaylar. Ama diğer taraftan rejimin çok güçlü olduğu bir duruma geçildi. Rejimin geri çekilme durumu söz konusu değil. İdlib örneğinde hem Rusya hem Beşar Esad’ın radikal unsurlarla mücadele etmeye devam etmeleri söz konusu. Deyim yerindeyse HTŞ, Türkiye’nin kucağında kaldı. Radikal unsurlarla Türkiye arasında bundan sonra nasıl bir bağlantı olacak? Türkiye, Beşar Esad veya Rusya’ya bu konularda nasıl yardımcı olabilecek, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nın açıklamasına göre radikal unsurlarla önümüzdeki günlerde mücadele edecek. Ama mücadelenin nasıl olacağı konusunda şu anda kesin bir belirginlik yok. O nedenle iyi mi olmuştur sorusuna verilecek yanıt, evet ateşkesin olması iyi olmuştur. Bu maddeler bana göre ihlale açık maddelerdir. Radikal unsurların ateşkese ne kadar uyup uymayacağı önemli bir tartışma konusudur. Bu yüzden zayıf bir ateşkes diye düşünüyorum."
'Yapılacak en iyi şey, Türkiye'nin bir şekilde Esad ve Putin ile hareket etmesi'
Ankara'nın 2014 öncesinde bazı unsurlara destek verdiğini ancak daha sonra IŞİD'e karşı mücadelede NATO'nun yanında yer alarak bu örgütün 'düşmanı' haline geldiğini söyleyen Prof. Bağcı, "Şimdi benzer bir durum HTŞ dahil El Kaide tipi unsurların Türkiye ile mücadeleye girip girmeyeceği" dedi. Bağcı, Ankara'nın Soçi mutabakatında da radikal unsurları silahsızlandırma sözü verdiğini ve Rusya'nın itirazlarına konu olacak şekilde bunları yerine getiremediğini anımsatıp, bu sürecin zorluğuna dikkat çekti. Bağcı'ya göre yapılacak en iyi şey, Ankara'nın Esad yönetimi ve Rusya ile birlikte hareket etmesi:
"Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na ve bazı daha ılımlı gruplara destek veriyordu. Ama El Kaide ve diğer daha radikal unsurlara El Nusra gibi pek fazla destek veremez bu aşamadan sonra. Önceden bir örneği var. 2014’ten sonra Türkiye, IŞİD’e karşı mücadelede NATO’nun yanında yer aldı. O zamandan sonra da IŞİD’in düşmanı haline geldi ve Türkiye’de bombalar patlamaya başladı. Şimdi benzer bir durum HTŞ dahil El Kaide tipi unsurların Türkiye ile mücadeleye girip girmeyeceği. Soçi mutabakatında Türkiye bu radikal unsurların elindeki silahları toplayacağını söylemişti. Zaten Rusya’nın da en büyük ikazı veya tezi bu olmuştu. Siz verdiğiniz sözü yerine getirmediniz diye. Radikal unsurlardan silah toplamak dünya tarihinde hep zor olmuştur. Bunun birçok örneği var. Türkiye bu konuda zaten tek başına bu işi yapamayacak gibi gözüküyor, nitekim iki yılda yapamadı. Bundan sonraki süreçte de yapması çok zor gözüküyor. O nedenle Türkiye bir şekilde Beşar Esad ve Putin ile birlikte hareket etmek zorunda kalacak. Her ne kadar ismini ortak bir operasyon olarak tanımlamasa da o yöne doğru giden bir sürecin olduğunu görüyorum.”
‘Rusya’nın hava sahasını açmaması Türkiye’nin askeri operasyonlara devam etmeyeceğine işaret ediyor’
Bağcı'ya göre Moskova mutabakatında Türkiye'nin daha önce 'rejim' dediği Suriye yönetimini bu kez 'Suriye Arap Cumhuriyeti' olarak anması önemli. Astana sürecine atıf yapan Ankara'nın Suriye'nin sınırlarını ve bütünlüğünü koruma iddiasındaki ülkelerden biri olduğunu anımsatan Bağcı, işbirliği olasılığının hala bulunduğunu söyledi. Rusya'nın pozisyonundan geri adım atmadığının altını çizen Bağcı, Moskova'nın hava sahasını açmamayı sürdürmesinin de Türkiye'nin operasyonlarına imkan vermeyeceğini vurguladı:
“Türkiye’nin Suriye Arap Cumhuriyeti tanımını kabul etmesi önemli. Çünkü önceden rejim güçleri olarak tanımlıyordu. Burada isim konuldu, yani Suriye Arap Cumhuriyeti. O nedenle bu önemli bir gelişme, Rusya ve Beşar Esad açısından da başarı olarak değerlendirilebilir. Ne kadar işbirliği yapılabilir, bunu göreceğiz. Türkiye’nin işbirliği yapma iradesi şüphesiz daha önceki örneklerde olduğu gibi olacak. Kaldı ki özellikle Soçi mutabakatıyla birlikte Türkiye, Astana’ya da atıfta bulunarak Suriye’nin sınırsal bütünlüğünü korumakta olan ülkelerden biri. Bu açıdan bakıldığında bana göre bir işbirliği olasılığı var. Hem Savunma hem de Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarından böyle bir yöne doğru evrilme olasılığının olduğu gözüküyor. Türkiye, bundan sonra çok daha dikkatli olma durumuyla karşı karşıya. Radikal unsurlarla tek başına mücadele edecek. Rusya ve Suriye ile ortaklaşa işbirliği yapacak. Herhalde en mantıklısı Rusya ile birlikte hareket etme ve Rusya ve Esad yönetiminin operasyonlarına karşı çıkmamak olarak değerlendirmek isterim. Rusya geri atmadı zaten. Teröristlerle mücadeleden geriye dönmeyeceklerini söyledik. Rusya’nın politikası böyle, bunu bilmekte fayda var. Ama Türkiye açısından bakıldığında şunu da görmek lazım. Suriye toprakları üzerinde Türkiye’nin İdlib örneğinde ulaşmak istediği hedef askerlerin güvenliğinin sağlanmasıydı. Hem M4’ün her iki tarafından 6 km derinlikte karşı karşıya gelmeme durumu söz konusu Beşar Esad askerlerinin. Bunu da en azından şu aşamada olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Rusya’nın hava sahasını açmamaya devam etmesi Türkiye’nin herhangi bir şekilde bundan sonraki askeri operasyonlara da devam etmeyeceği yönünde bir işaret olarak görülebilir. Buna statükonun ortaya çıkışı olarak bakıyorum. Bu statüko en azından şu aşamada Türkiye açısından olumlu gözüküyor.”
'Batı dünyası İdlib için asker göndermez'
Prof. Bağcı, Ankara'nın İdlib konusunda ABD ve NATO'dan umduğu desteği de bulunmadığını ve verilen desteğin psikolojik olmakla sınırlı kaldığının altını çizdi. Moskova mutabakatını “Putin almak istediklerini aldı” diye değerlendiren Bağcı, Avrupa'nın da asker göndermek gibi bir durumunun zaten olamayacağını ve İdlib konusunda Ankara'nın 'yalnız kaldığı' görüşünü aktardı:
“Türkiye Amerika ile son dönemlerde önemli bir kriz yaşadı. Bu krizin sonucu olarak da Türkiye’ye askeri ambargo uygulanmaya başlandı. Amerika’nın geriye dönüşü veya Türkiye’ye destek vermesi James Jeffrey'nin önerisiyle sadece mühimmat düzeyinde kaldı. Ama asker göndermesi söz konusu değil. NATO’nun da göndermesi söz konusu değil. Batı dünyası İdlib’e mücadele için asker göndermez. Bu anlamda ihale yine Türkiye’ye kalıyor. O nedenle psikolojik bir destek oldu bu. Ekonomik olarak da pek fazla destek verilmedi. Bütün bunların sonucunda Putin, Moskova’daki toplantıda çok daha güçlü bir pozisyonla çıktı Türkiye’nin karşısına. Bana göre de Putin almak istediklerini aldı. Ama en önemlisi Suriye Arap Cumhuriyeti kavramını anlaşmaya geçirdi. Bu da Türkiye’nin bu anlamda son dönemlerde vermiş olduğu bir taviz olarak değerlendirilir. Çünkü o zamana kadar Türkiye, Suriye Arap Cumhuriyeti’ni tanımıyordu. Ama onu yazdığı andan itibaren Beşar Esad yönetimiyle de bir noktada muhatap olma gerçeğini de kabul ediyor. Kaldı ki Moskova'da imzalanan bu anlaşmadan sonra zaten Türkiye’nin Esad yönetimini muhatap almama gibi bir durumu da söz konusu olmayacak diye düşünüyorum. Putin tam destek veriyor. Putin ile görüşmek demek Esad ile görüşmek demek veya tam tersi demek olacak. O nedenle Türkiye öyle gözüküyor ki yalnız kaldı, bunu da diyebiliriz. Avrupa ülkeleri Türkiye’ye asker göndermezler, göndermeyecekler. Bu dörtlü konferans yapılacaktı, Türkiye, İngiltere, Almanya ve Fransa olarak. O da ertelendi. Ne zaman olur bilemiyorum, herhalde bir ay atar diye düşünüyorum bir sonraki toplantı. Ama şu anda ortalık sakin.”
'Sığınmacı krizinde tarihsel bir durumla karşı karşıyayız'
Prof. Bağcı, İdlib meselesine paralel olarak Türkiye'nin topraklarındaki sığınmacıları engellemeyerek Avrupa ile yarattığı krizi de değerlendirdi. Yunanistan sınırına akan sığınmacıların çoğunu Afganistan, Irak, Bangladeş gibi ülkelerden gelenler oluştururken ve Suriyelilerin sayısı az görünürken, Bağcı, meselenin Batı'ya karşı araç olarak kullanılması üzerinden dünya çapında 'tarihsel bir durum' yaratıldığı görüşünde. Bağcı, ilk kez bir ülkenin kapıları açtığını ve karşı tarafın bu durumu kabul etmemesiyle nereye gidecekleri belirsiz bir insan kitlesinin orta yerde kalması gibi bir durumun yaratıldığına dikkat çekti. Bağcı, meselenin siyasi olarak pek arzu edildiği gibi yönetilemediğini de ekledi:
“Çok önemli bir tarihsel durumla karşı karşıyayız. Türkiye’nin sınırları açması ilk başta olumlu gibi gözüktü. Batı’ya karşı bir araç, silah olarak kullanıldı. Bunun krizin idare edilmesi konusunda zorluklar yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor. Bu dünya literatürüne geçen bir olay oldu. Bir ülke kapıları açıp karşı tarafın bunu kabul etmemesi durumunda dayak yiyen, ortada kalan, nereye gidecekleri belli olmayan bir insan kitlesinin karşılaştığı dramatik durum. Bu böyle mi olmalıydı sorusuna verilecek yanıt; burada birçok yanlışın birbiriyle paralel olarak gerçekleşmesi oldu. Avrupa’nın da geri dönme anlaşmasıyla 18 Mart 2016’daki anlaşmaya yeterince uymadığını, Türkiye’nin beklentilerini yerine getirmediğini söylemek mümkün. Türkiye’nin de Avrupa’yı bu işin içine eklemlemek, Avrupa’nın bir sorunu haline getirmek için politik açıdan taktik bir sonuç oldu. Belki fikirsel olarak güzel bir düşünceydi. Ama geldiğimiz noktada bir kaotik durum ortaya çıktı. Yaşamını yitirenler var. Her iki tarafın da şiddetine maruz kalan insanlar var. Bu büyük bir insani dram. İleride belki filmi yapılabilir, romanı yazılabilir. Az Suriyelinin olması burada önemli. Çünkü Türkiye zaten Suriyeli olanlara bakıyor, bütün sosyal olanakları sağlıyor. Afganistan, İran veya Afrika’dan gelenlere Türkiye sosyal açıdan çok fazla yardımcı olmuyor. Bu nedenle Suriyelilerin gitmemesi kadar normal bir durum olmaz diye düşünüyorum. Türkiye bu göç mühendisliğini iyi yönetti mi sorusuna verilecek yanıt alenen ortada. Ne iyi ne kötü. İyi niyetle başladı ama gelinen nokta itibariyle sonuçlar ortada. Siyasi kararların doğru olup olmadığı zaman içerisinde ortaya çıkar. O nedenle şimdiden doğru veya yanlış gibi bir kavram kullanmaktan çok bu göç olayının pek fazla arzu edildiği gibi yönetilemediğini söylemek belki şu aşamada doğru olur.”