Mısır'ın 2011'deki isyan sürecinde ordu tarafından 'geri çekilmesine' kadar 30 sene iktidarda kalmış lideri Hüsnü Mübarek, 91 yaşında öldü.
Cemal Abdülnasır ve Enver Sedat'ın ardından ordunun ülkenin rotasını belirlediği hattın önemli temsilcisi olmuş Mübarek, Mısır'da azımsanmayacak bir kesimin gözünde 'kahraman' olarak görülüyor. İsrail'e karşı kazanımlardaki payıyla yükselmiş eski Hava Kuvvetleri subayı Mübarek'in ölümünın ardından Arap dünyasından da taziye mesajları yayınlandı.
Türkiye ise Müslüman Kardeşler iktidarının 2013'te devrilmesinden bu yana ilişkileri kopartmış olduğu Mısır'a taziyede bulunmazken, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında 'soyadı Mübarek, ama ne oldu, öldü' değerlendirmesinde bulundu.
Hüsnü Mübarek'in 91 yaşında ölümü üzerinden Mısır'ı, Batı'nın Ortadoğu'ya bakışını ve Mübarek döneminin Mısır-Türkiye ilişkilerini ve 21'inci yüzyıldaki evrilişini Marmara Üniversitesi'nden Doç. Behlül Özkan ile konuştuk.
'Sovyet eğitimli Soğuk Savaş Mısırının askeri yapısının son temsilcisi'
Behlül Özkan'a göre, Batı'da hakim olan Ortadoğu'ya genellikle klişe siyah-beyaz bakış nedeniyle pek çok lider ve ülke anlaşılmaz hale geliyor. Mısır tarihinde Mübarek'in Necip, Nasır, Enver Sedat kadar önde olmasa da ülkenin 30 yılına damgasını vurduğunu belirten Özkan, hava kuvvetleri ve Sovyet eğitimli merhum liderin ,Soğuk Savaş döneminde Mısır'da iktidarı elinde tutan askeri yapının son temsilcisi olduğuna dikkat çekti. Özkan, Mübarek'in Nasır ve Sedat'a kıyasla büyük projeleri olmasa da büyük yenilgilerinin de bulunmadığını vurguladı:
"Evet, aslında Mübarek Mısır'ın 1981-2011 dönemine yani 30 yılına damga vurmuş bir isim. Aslında bakıldığı zaman Batıda özellikle son derece klişe ve basit anlaşılır gelebilmesi için yapılan yorumlar var. Hem Mısır hem Mübarek hem de Ortadoğu aslında bu klişe ve siyah beyaz yorumların dışında arada çok sayıda gri alanları da olan, anlaşılması güç olan, karmaşık bir bölge. Siyaset ve ekonomi yumağını barındırıyor. Mübarek de bunlardan biri. 1950'li yıllardan itibaren Mısır'ın siyasetine baktığımızda aslında tane lider var. Necib, Subaylar Darbesinin ardından iktidara geldi. Sonra Nasır, Enver Sedat ve Mübarek. Bu dördünün de ortak özelliği ordu kökenli olmalarıydı. Mübarek de aslında Soğuk Savaş döneminde Mısır'da iktidarı elinde tutan bu askeri yapının son temsilcisiydi. Mısır'ın çok komplike olan o Soğuk Savaş dönemindeki dış politikasının bir dönem içinde yer aldı. İlginçtir mesela Ortadoğu'da Sovyetler Birliğinde eğitim görmüş son devlet başkanıydı. 1950'li yılların sonlarından itibaren bir savaş pilotuydu Mübarek. Hava kuvvetleri akademisinde eğitim almıştı, ayrıca Sovyetler Birliğinde aynı zamanda eğitim gördü. Mısır'ın 1970'li yıllarda o Sovyet yanlısı politikadan Amerikan yanlısı -Camp David Anlaşması'yla beraber- bütün o Mısır'ın saf değiştirmeleri, inişli çıkışlı dönemleri, İsrail ile yaptığı savaşlarda hep içinde bulunmuş bir isim. Ama ilginçtir Enver Sedat ve Nasır'a kıyasla büyük projeleri olmayan ama aynı zamanda büyük yenilgiler de almamış bir lider. Yani Nasır tabii ki çok parlak bir figür Mısır tarihinde ama 1967 savaşında da muazzam bir yenilgi var Mısır ve Arap dünyası açısından. Keza, Enver Sedat Mısırlılar için 1978-1979 Camp David sürecinde kaybedilen Sina Yarımadasını geri aldı İsrail'den, yapılan anlaşma sonrası ama çok son derece dramatik bir şekilde de o 1973 yılında İsrail ile yapılan savaşı Mısır kaybetmedi, bir zafer de değil ama onun yıl dönümünde kendisinin de desteklediği İslamcı siyasetin, radikal grubunun ordu içindeki bir fraksiyonu tarafından da vurularak öldürüldü ve o suikast sırasında Mübarek hemen yanında oturuyordu. Kendisi de yaralandı ve o suikasttan sonra iktidara geldi. Daha çok perde gerisinde kalmış bir isimdi, perde gerisinde böyle yönetmiş bir isimdi Mısır'ı. Ama 1981-2011 döneminde de damgasını vurmuştu."
'Mübarek sol muhalefete karşı Müslüman Kardeşler'i kullandı'
Özkan, Hüsnü Mübürek, 2011 Arap isyanları sonrası Müslüman Kardeşleri ezmiş, diktatör gibi sunulsa da bunun doğru olmadığı görüşünde. Batı'da Ortadoğu siyaseti için çizilen, 'devrimci ordu, laik ve otoriter zihniyete' karşı 'demokratik ve sivil toplumu temsil eden İslamcılar' algısının bu yanlışa yol açtığını belirten Özkan, Hüsnü Mübarek'in de bu açıdan Müslüman Kardeşler'le ilişkisine dikkatli bakmak gerektiğini vurguladı. Özkan, iddia edilenen tam aksine Mübarek'in sola karşı Müslüman Kardeşlerin önünü açan bir isim olduğunun altını çizdi:
"Mısır ordusuyla Müslüman Kardeşler arasındaki ilişkinin ben çok yakınen anlaşıldığı fikrinde değilim. Benim kanım, yani bu bir Müslüman Kardeşleri Mısır ordusu ve askeri rejim bir düşman olarak ilan etmedi aslına baktığımızda. Ortadoğu siyasetine bakıldığı zaman, laik, otoriter ordular ve karşılarında demokraside sivil siyaseti temsil eden İslamcılar olarak bir ikilik yaratılıyor genelde, bu çok çarpıcı. Hem Türkiye için de kullanılır bu ikilem. Yani, ordu devrimci, laik ve otoriter bir zihniyet, bunun karşısında da siyasal İslamcılar, bunlar çevreden gelen demokratik güçleri, sivil toplumu temsil eden, dolayısıyla ülkenin bir sivil ayağını temsil eden siyaset gibi yansıtıldı. Ancak bu ikilem üzerinden Ortadoğu ve Türkiye'yi, Mısır'ı okumak bize hiçbir şey anlatmıyor aslında. Mübarek döneminde Mısır ordusunun Müslüman Kardeşlerle girdiği ilişki de çok çarpıcı. Yani 1970'li yıllardan itibaren aslında Enver Sedat döneminden itibaren Müslüman Kardeşler Mısır siyasetinde kendisine yer açılan ve sola karşı girilen mücadele Sedat'ın hep yedeğinde tuttuğu bir isimdi. Müslüman Kardeşler, Mısır müesses nizamının karşısındaki bir düşman olarak nitelenen bir isim, bir aktör değil, aslında Mısır'ın son 40-50 yılında bir şekilde o siyasetin içerisinde, müesses nizama bir yerde eklemlenmiş bir isimdi. Mübarek 1987 yılında ikinci kez başkan olduğu meclisteki oylamalarda Mübarek'in başkanlığına onay veren tek siyasi aktör Müslüman Kardeşlerdi muhalefet içerisinden. Ömer Tilmisani Müslüman Kardeşlerin önemli bir ruhani lideriydi. Mübarek'i 'son derece iyi, akıllı, temiz birisi ve özgürlük getiren bir lider' olarak tanımlıyordu 1980'li yıllarda. Mübarek bir taraftan Mısır'da Müslüman Kardeşleri sol muhalefete karşı bir yönde kullanmıştı, daha sonrasında hem Amerika nezdinde özellikle 11 Eylül sonrasında, hem de içerideki seküler, sol kesimler nezdinde de 'Bakın ben gidersem Müslüman Kardeşler gelir, onun için beni desteklemeye devam edin' diye konumluyordu."
'Batı'nın modernleşme ve Aydınlanmayı hak etmeyen fesli Türk, kefiyeli Arap bakışının sonucu...'
Özkan, Batılı düşünürlerin Mısır ve Türkiye gibi toplumlara bakışının 'fesli Türk, kefiyeli Arap' düzeyinde ve oryantalist olduğu görüşünde. Zaten 'muasır medeniyet seviyesine çıkacak reformlarla Aydınlanmayı başaramayacak toplumlar' olarak görülen bu ülkelere Batı'da 'İslamcılığın ve muhafazakarlığın reva görüldüğünü belirten Özkan, ironik olarak aynı bakış açısına bu muhafazakar kesim ve İslamcılığın sahip olduğunu anımsattı. Özkan, aynı sebeplerden ötürü 2000'lerde de Türkiye'nin 'liberal İslamcı' model olarak sunulmaya çalışıldığını vurguladı:
"Batılı düşünürlerin önemli bir kısmı Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya şöyle bakıyorlar. Yani Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun geçirdiği bu Arap ve Türk aydınlanması hatta İran aydınlanması, bu 200 yıllık Tazminat döneminde, Mısır'da mesela Mehmet Ali Paşa döneminden itibaren yapılan Batılılaşma, aslında modernleşme demek lazım, o muasır medeniyet seviyesine çıkma, işte iyi eğitimdir, sosyal adalettir, uygar kurumların kurulmasıdır, sistemde liyakattir, bu tür reformlara Müslüman Kardeşler karşı çıkıyordu. Bizde de İslamcılık, mesela Tanzimat reformlarına karşılar tabii, kökeni oraya götürür. Fakat bu Ortadoğu imajı Batı' nın önemli bir kesiminde son derece oryantalist bir şekilde görülür; fesli Türk, kefiyeli Arap, yani bunlar zaten aslında muasır medeniyet seviyesine çıkmayı başarabilecek toplumlar değil, dolayısıyla bırakalım bunları, muasır medeniyet seviyesine çıkmak için gerekli reformları, Aydınlanma devrimlerini bu toplumlar yapamazlar. Dışarıdan empoze etmeye gerek yok, işte ancak dini ve muhafazakar değerlerle yönetilir bu toplumlar. Bir şekilde otantik kendi yollarını bulurlar diye konumlandırıldı. Bu tabii İslamcı siyasetin de çok işine geldi. O zaman, tersten bakıldığında onlar da aynı şeyi söylüyorlar yani bu reformlar, Aydınlanma devrimleri bizim ruhumuza ve tabiatımıza ters, bu aşı burada tutmaz, dolayısıyla biz Asr-ı Saadet dönemine geri dönelim şeklinde bir görüş var. Şimdi bu 2000'li yıllarda özellikle Batı'da oldukça da destek gördü. Burada model olarak konumlanan ülke de çarpıcı bir şekilde Türkiye'ydi. Yani Türkiye'de serbest seçimlerle iktidara gelmiş İslamcılar eğer liberal bir siyasi ortam yaratırlarsa, işte bu da Arap ülkelerine model olur şeklinde bakıldı ve Arap isyanlarının hemen başında Batı tarafından Türkiye modelinin desteklenmesinin sebebi de biraz buydu. Yani Türkiye yapabiliyorsa bunu Arap toplumları da yapabilir. Ama bu model Arap ülkelerinde tutmadığı gibi Türkiye'de de içinde bulunduğumuz dönemde son derece ciddi sorunlar yaşıyor."
Diğer yandan Müslüman Kardeşler olgusunun Mısır ve Türkiye arasındaki farklara da işaret etti. Türkiye'de İslamcıların 1970'lerden bu yana meşru bir aktör olarak kabul edilip siyaseti belirler pozisyonda bulunduğunu anımsatan Özkan, Mısır'da ve Ortadoğu'da ise böyle bir rolleri bulunmadığını, daha ziyade sola karşı kullanılan sivil toplumda kendine alan açan bir aktör olarak bu harekete geçit verildiğini belirtti. Mısır'da Mübarek'in bir yandan İhvan'ı sola karşı kullanırken, diğer yandan da 'ben gidersem bunlar gelir' söylemini ortaya koyduğunu kaydeden Özkan, bu yüzden 2012 sonrası Mursi'nin iktidara gelişinde Türkiye modelini hızlandırarak uygulamaya soyunduğunun altını çizdi. Ancak bunda başarısız olunduğunun görüldüğünü belirten Özkan, bu durumda ayrıca Mısır ordusunun ülke ekonomisindeki rolünün de etkili olduğunu vurguladı:
"Türkiye'den çok önemli bir farkı var, birkaç noktada çok farklı Türkiye'den. Türkiye'de İslamcı siyaset, 1970'lerden itibaren meşru bir aktör. Yani baktığımız zaman 1970 yılında Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah, Fazilet, Saadet, Adalet ve Kalkınma Partisi diye giden, yani geçmişi 50 yıl öncesine giden 70'li yıllardan itibaren de Türkiye'de Başbakan yardımcılığına kadar yükselmiş, çeşitli bakanlıklar yapmış, İstanbul ve Ankara'nın belediyelerini almış bir hareketten bahsediyoruz, siyasetin içinde meşru olarak var. Mısır'daki Müslüman Kardeşler ve Ortadoğu'daki, Suriye, Tunus, Libya'daki Müslüman Kardeşler için böyle bir deneyim yok. Müslüman Kardeşler, evet, rejim tarafından Mısır'da sola karşı kullanılan, kendilerine sivil toplum ve ekonomide alan açılan bir aktör fakat siyasette de bulunmalarına rağmen, mecliste 1980'li yıllardan itibaren- ama hiçbir zaman iktidar alternatifi olarak konumlandırılmayan, bizzat Mübarek tarafından ben gidersem bunlar gelir gibisinden adeta Demokles'in Kılıcı gibi Mısır halkının üzerine sallanan bir aktör. Dolayısıyla Mursi 2012 sonrasında iktidara geldiğinde o kısa bir yıllık iktidarda kaldığı, Cumhurbaşkanı olduğu sürede Türkiye modelini uygulayabileceğini düşündü. Yani burada Müslüman Kardeşlere Türkiye'ye akıl verenlerin önemli bir rolü var o dönemde. Yani AKP 2002 sonrasında uzun bir süreçte 2011'lere kadar getirebiliriz o 9 sene içinde nasıl iktidarını perçinlediği ise, Mursi de o 1 sene içinde benzer şeyi yapabileceğini düşündü. Şimdi Mısır ordusunun konumu da çok farklı Türkiye'deki ordudan. Ekonominin çok önemli bir kısmını, Mısır ordusu kontrol ediyor. Yani 1950'li yıllardan beri Mısır başkanlarının hepsi asker kökenli. Türkiye ile pek benzerliği yok o bağlamda. Dolayısıyla Türkiye'deki 2000'li yıllarda yaşanan dönüşümü hızlandırarak hızlandırarak bir sene içerisinde Mısır'da yapabileceğini sandı Müslüman Kardeşler. Bu da tabii son derece kendileri açısından hüsranla sonuçlandı."
'Türkiye-Mısır ilişkileri Mübarek döneminde hep çok iyiydi, AKP tüm bölgesel güçlerle çatışmalı rekabete girişince bozuldu'
Özkan, Türkiye-Mısır ilişkilerinin Mübarek döneminde hep iyi olduğunu vurguladı. Öcalan'ın Suriye'den çıkartılmasındaki katkılarından ötürü Demirel'in Mübarek'e teşekkür mektubunu anımsatan Özkan, AKP'nin bile 2011 öncesinde Kahire ile ileri seviyede ilişki kurduğunun altını çizdi. Özkan'a göre Mısır-Türkiye ilişkilerindeki yakınlık, Erdoğan yönetiminin 2011 sonrası Ortadoğu'da bütün bölgesel güçlerle çatışmalı bir rekabet ilişkisine girişmesiyle bozuldu:
"Hayır, aslında 2011 öncesinde bile Mübarek çok nefretle anılan bir figür değildi yani AKP iktidarının 2011 Arap İsyanları öncesindeki dönemde Mısır'la ilişkileri son derece ileri seviyedeydi, ciddi şekilde Mısır'a yatırım yapmayı düşünen sanayiciler vardı. Dolayısıyla bu 2010 öncesinde bile geçerli değil. Son derece yakın ikili ilişkiler vardı Mısır ile Türkiye arasında ancak doksanlarda ve seksenlerde yani Mübarek'in iktidarda olduğu dönemlerde aslında ellilerdeki Nasır döneminde Menderes'le arasındaki o problemli dönemden farklı olarak Mısır ve Türkiye iki bölgesel güç olarak zaman zaman rekabet içine girse de zaman zaman birbirlerini gözeten hatta zaman zaman dayanışan ve birbirlerinin sorunlarının çözülmesine yardımcı olan iki bölgesel güçtü. Mesela Mısır'ın tarihsel olarak İran'la ilişkileri hep son derece sorunludur. Ama Türkiye ile zaman zaman özellikle 90'lı yıllarda çok yakın ilişkiler kurdu Mısır, özellikle Mübarek ve Demirel'in cumhurbaşkanlıkları döneminde. Yine hatırlayalım Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması sürecinde de Mübarek'in oldukça önemli bir rolü olmuştu. Hatta Murat Yetkin'in yazdığı Kürt Kapanı kitabında Demirel'in 22 Ekim 1998 tarihinde Mısır Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e gönderdiği teşekkür mektubu var. Yani Türkiye Suriye ilişkilerinin çözülmesi ve Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasında önemli bir arabuluculuk rolü oynadığını bizzat o dönemin Cumhurbaşkanı Demirel teşekkür mektubu göndererek ilan etmişti. Bu bağlamıyla aslında Türkiye ve Mısır ilişkilerinin 2011 sonrasındaki seyri de Türkiye'nin Ortadoğu'da bugün yaşadığı sorunların temelinde yatıyor. Yani Türkiye bölgesel bir güç olarak diğer tüm bölgesel güçlerle ve bölge ülkeleriyle bir rekabet içine girdi ve bu rekabette gerek İran'la gerek Mısır'la olsun bu rekabetin zaman zaman çatışmalı rekabetin Türkiye'nin çıkarlarına hiç de olumlu yönde yansımadığını görüyoruz. Bugün mesela Doğu Akdeniz'in paylaşılması ve doğal gaz aramalarında yaşadığı sorunda Türkiye karşısına Mısır'ı almış durumda. Sadece Mısır'ı almakta değil İsrail ile Suriye'yi de almış durumda. Dolasıyla Doğu Akdeniz'de siz Mısır, Suriye ve İsrail'in üçünü birden karşınıza aldığınız zaman çok da etkili bir dış politika yürütme şansınız kalmıyor. Libya'da son derece zayıf bir hükümet üzerinden bir etkinlik mücadelesi kurmaya çalışıyorsunuz. Bunun da sonunun pek parlak olmadığını söylemek mümkün."
Özkan, geçtiğimiz günlerde AKP'li eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, siyasal İslam'ın çöktüğü saptaması yaptığını anımsatırken, ideolojik açıdan olmasa da Ortadoğu'da Türkiye'nin liderlik edeceği varsayılan İhvancılığın çöktüğünü vurguladı. Türkiye'nin de dış politikasını artık Davutoğlu'nun 'Stratejik Derinlik' kitabında çizdiği İhvan kurgusundan çıkartıp mevcut iktidarlarla ilişkilerini geliştirmeye yönelmesi gerektiğini belirten Özkan, Mısır'la ilişkilerin de ancak bu sayede düzelebileceğinin altını çizdi. Ancak Özkan, Ankara'nın İhvan'a hem örgütsel hem medya anlamında destek olan politikalarının devam ettiğini anımsattı:
"Şimdi geçtiğimiz günlerde bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önemli bir röportaj verdi ve orada siyasal İslam'ın çöktüğünden bahsetti. İslamcılığın genel olarak bir ideoloji olarak çöktüğünü değil ama Ortadoğu'da aktör olarak son derece zayıfladığını ve ciddi bir varlıksal sorunla karşılaştığını düşünüyorum ve eski Cumhurbaşkanı Gül'ün de o tespitini önemli buluyorum yani siyasal İslam'ın içinden gelmiş önemli bir siyasal aktör olarak. Türkiye'nin dış politikasındaki temel sorun da bu. Yani Türkiye sanki 2012 yılındaki gibi, Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidarda, Tunus'ta En Nahda seçimlerde başarılar kazanıyor, Suriye'de bir Esad iktidarı yıkılacak ve yerine Türkiye'nin desteklediği Müslüman Kardeşler iktidara gelecek, Filistin'de de Hamas iktidarı eline alacak. Dolayısıyla Ortadoğu'da bir böyle Müslüman, İhvan kuşağı doğacak Ortadoğu'da ve Türkiye de bunun doğal lideri olarak etki alanını geliştirecek, Müslüman Kardeşler aktörü üzerinden. Türkiye'nin dış politikası bunun üzerinden kurgulandı 2011-12 sonrasında. Şimdi bu kurgu, Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik'te etraflıca çizdiği şekilde, Suriye'de çöktü, Libya'da çöktü, Tunus'ta yürümüyor, Mısır'da tamamen çöktü. Şimdi Türkiye'nin bu kurguyu, bu Müslüman Kardeşler kurgusunu, filmi geriye sarıp adeta dış politikasını fabrika ayarlarına geri döndürmesi gerekiyor yani siyasal İslamcı aktörler üzerinden dış politika kurgulamak yerine, mevcut iktidarlarla ilişkilerini geliştirmesi gerekir. Bu yapılmadığı sürece bu ideolojik formattan, dış politika çıkartılmadığı sürece Mısır'la yakın ilişkiler kurmasını çok mümkün görmüyorum. Çünkü halihazırda Mısır Müslüman Kardeşlerinin İstanbul'da uydu televizyonları var, örgütleri var, dolayısıyla Türkiye'nin desteği devam ediyor. Bu ideolojik destek devam ettiği sürece dış politikada da gerekli açılımın Mısır'a yönelik olsun yapılacağını düşünmek bana pek mümkün gelmiyor."