Libya’da Hafter güçleri tarafından kuşatılmış Sarraj hükümetiyle deniz alanlarının sınırlandırılmasının yanı sıra savunma mutabakatı da imzalayan Türkiye’ye tepkiler dinmiyor. Yunanistan, Libya'nın Atina Büyükelçisini Persona non grata (istenmeyen kişi) ilan ederken, geçtiğimiz günlerde Fransa, İtalya ve Kıbrıs Cumhuriyeti, Doğu Akdeniz'de askeri tatbikat başlattı.
Türkiye’den yapılan açıklamalarda ise bölgede sondaj çalışmalarının süreceği ve gerekirse ve ‘istenirse’ Libya’ya asker gönderilebileceği açıklamaları yapıldı.
Gelişmeleri Enerji Politikaları Uzmanı ve CHP Enerji Komisyonu Başkanı Necdet Pamir ile konuştuk.
‘Türkiye’yi AB’nin iç organlarında aldığı kararlarla mahkum etmek söz konusu olamaz’
Necdet Pamir, Doğu Akdeniz’de bütün devletler kabul etmedikçe tarafların iddialarının geçerli olmayacağını söylerken, Türkiye’nin tarafı olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ya da AB’nin kendi iç organlarında aldığı kararlar üzerinden ‘mahkum’ edilemeyeceğini vurguladı:
''Türkiye, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin tarafı değil. Ama Türkiye gibi ABD de değil, İsrail de değil. Yani taraf olmayan bir tek biz değiliz. Herkes kendi çıkarları doğrultusunda tavır alıyor. Dolayısıyla kalkıp Türkiye'yi sadece Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin maddeleri üzerinden yargılamaya kalkmak ya da Avrupa Birliği'nin kendi iç organlarında aldığı birtakım kararlarla mahkum etmek söz konusu olamaz. Yani bunun hiçbir hukuki geçerliliği yok. Bir kere bu gibi durumlarda taraf değilseniz ne oluyor? Şimdi biz yarı kapalı bir denizden bahsediyoruz; eğer Doğu Akdeniz baseninden bahsedeceksek. Şimdi burada ya taraflar ikili olarak, üçüncü tarafların hakkını hukukunu çiğnememe ön koşuluyla bir araya gelecekler. Yani iki kıyıdaş devletin arasında kabul edilen münhasır ekonomik bölge, diğerlerinin haklarına hukuklarına, iddialarına ters düşmediği sürece bir geçerliliği var. Ama tüm kıyıdaş ülkeler buna katılacak. Örneğin Karadeniz'de olduğu gibi. Orada farklı farklı çıkarları olan devletler bir araya geldi, el sıkıştılar. Yani Karadeniz'de böyle bir sorun yok ama Akdeniz'de var. Hepimiz kabul etmedikçe, bizim dışımızdaki tüm taraflar iddialarını ortaya koysa da geçerliliği yoktur.''
‘Güney Kıbrıs ile diğer kıyıdaş ülkelerin imzaladıkları anlaşmalarda hepsi alan kaybediyor’
Türkiye’nin sondaj çalışmalarına karşı yapılan ‘hukuksuzluk’ eleştirilerine değinen Pamir, uluslararası hukuktaki eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine vurgu yaptı. Pamir, Güney Kıbrıs’ın 2003’ten bu yana tek taraflı olarak hareket ettiğini ve kıyıdaşlarla yaptığı tüm anlaşmalarda hepsinin alan kaybettiğini hatırlattı:
''İşin enteresan tarafı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'yle diğer tüm kıyıdaş ülkelerin imzaladıkları anlaşmalarda, istisnasız hepsi alan kaybediyor. Oysa Türkiye'nin tezleri, yani adalara bizim gibi çok uzun anakarası olan devletlerin, 200 deniz mili yada yaklaşık 370 km denizin, yani karşı taraftaki denizin yüzeyinde, kolonunda, onun altındaki zenginliklerde, balıkçılıkta vesaire olan haklarını, herhangi bir ada, hele hele, ters tarafta olarak tanımlanan, yani diyelim ki mesela Türkiye ile Yunanistan arasındaki bir ortay hattı çizseniz, ters tarafta kalan adalara ya hiç hak verilmiyor, münhasır ekonomik bölge hakkı verilmiyor, ya da sınırlı veriliyor. Ama bunlar maksimalist birtakım yaklaşımlarla, hayali birtakım çizgiler çizip Türkiye'yi İskenderun Körfezi'ne sıkıştırmaya çalışıyorlar. Oysa uluslararası hukukun en temel ilkesi -madem ki Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nden bahsetmiyoruz ki onun da maddelerinin tamamına yakını bizim tezlerimizle uyum içindedir ama belli nedenlerle imzalanmadı- eşitlik ve hakkaniyet ilkesinden söz eder. Şimdi siz düşünün, bir başına 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarından hayat alan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının eşit toplumları, toplulukları, halkları olan, KKTC'yi yok sayıp sadece GKRY'yi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni Kıbrıs olarak kabul etmekle başlayan bir hukuksuzluk var Avrupa Birliği'nde. Bu kabul edilemez. Tek taraflı olarak 2003'ten bu yana imzaladıkları anlaşmalar var GKRY'nin, Türk tarafını yok sayarak. O da yetmiyor, 2011 yılında sondaja başlamışsınız, öncesinde 2007 yılında tek taraflı ihaleye çıkmışsınız, bütün ruhsat alanları ilan edip, bunların hiçbir tanesi yokmuş gibi, bizim buna karşı gösterdiğimiz reaksiyona siz kalkıp hukuksuz diyeceksiniz. Bu eşitliğe de uygun değil, hakkaniyete de uygun değil.''
‘Rum tarafı Türkiye’nin yaptığı iki teklifi dinlemeyip fiili durum geliştirdi’
Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a yaptığı tekliflere rağmen, Rumların fiili durum geliştirdiğini belirten Pamir, Doğu Akdeniz ile ilgili Türkiye’nin yaptığı hamleleri hatırlattı:
''Bazı şeyler gözden kaçıyor. İlk başta bu yapılmaya başlandığında, Türkiye'nin ve KKTC'nin şu itirazı oldu BM ve ilgili kuruluşlar nezdinde; kesinlikle burada, ihtilaflı sularda, eğer tarafların mutabakatı yok ise arama yapılamayacağına dair hukuk var, uluslararası hukukun gereği var. Ama buna istinaden itirazlar yapıldı, fakat fiili durum yaratarak Rum tarafı devam etti. Bu sondajlara başlayınca ilk tepki olarak itirazların ötesinde, KKTC ile Türkiye arasında yanlış anımsamıyorsam 21 Eylül 2011'de ‘deniz yetki alanlarını sınırlama’ anlaşmasını imzaladı. Ertesi gün de KKTC, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPOA) ruhsatlar verdi, bütün adanın etrafını içeren. Dolayısıyla 2003'ten beri itirazlar geliyor ve hatta şu teklif edildi Rum tarafına, Kıbrıs sorunu çözülene kadar hiç kimse burada arama yapmasın. İkinci teklif ise, 'ad hoc' diye İngilizce tanımlanan, yani kendine özgü diyelim, özgün bir komite kuralım, burada siz de biz de olalım, BM de olsun, bu alanı birlikte geliştirelim. Bunu da dinlemeyip fiili durum geliştirdiler, onun için Türkiye'nin bütün bu tepkileri, yani KKTC ile sınırlandırma anlaşması, ruhsatların verilmesi, ama onun da ötesinde son dönemde hem kıta sahanlığının koordinatlarını ilan etmesi BM nezdinde Türkiye'nin, ona ilave olarak da Türkiye Petrollerinin önce Barbaros 2 ve 3 boyutlu sismik arama gemisinin filosuna katması, envanterine katması, ardından da iki tane derin su sondaj gemisi, adına Fatih ve Yavuz denilen, bunları devreye sokarak bugün dördüncü sondaj devam ediyor. Bunun fiili bir durum olması için öncelikle biz bu sondajı nerede yapıyoruz bakmamız lazım.’’
‘Diplomasinin dili konuşulmuyorsa elinizde ne güç varsa siz de onu yapacaksınız’
Pamir, Türkiye’nin diplomasiyle sonuç alma girişimlerinin karşılık bulmadığını, bu yüzden mevcut ‘Gunboat diplomacy’siyle fiili durum yaratmanın doğal olduğu görüşünü savundu:
''Türkiye’nin hamlelerinin sonuç verip vermeyeceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Şimdi, İngilizce ‘gunboat diplomacy’ diyorlar. Yani öncelikle kimse bunu savunmuyor. Ancak siz diplomasi dilini kullanıyorsunuz, protesto ediyorsunuz olmuyor, BM nezdinde kayda geçiriyorsunuz olmuyor. Yaptıkları ne? Bugüne kadar üç tur ihale yaptılar ve her ihalenin sonrasında, 2011'de ilk sondaja başladılar, gelmişiz 2019 sonuna. Siz burada 3 tane keşif ilan ettiniz. Her keşifle sopa-havuç politikası geliştirerek Türk tarafına şunu dayatmak istiyorlar: ‘’Bakın siz Kıbrıs'ta bizim dediğimiz çözüme gelmezseniz o zaman biz de size buradan gaz vermeyiz’’. Sanki gaz kendilerine aitmiş gibi... Dolayısıyla Türkiye'nin yapması gereken geç de olsa yapıldı. Yani hem Barbaros'la aramalar başladı. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü de (MTA) kendi envanterine Oruç Reis'i kattı. İki tane sismik gemimiz var, iki de derin su sondaj gemimiz var. Biz de fiili durum yaratıyoruz, bu gayet doğal. Yani karşı taraf yaparken bunu seyredecek değilsiniz. Diplomasinin dili konuşulmuyorsa sizin elinizde ne güç varsa siz de onu yapacaksınız. Bence bunların hepsi olumlu’’.
‘Doğu Akdeniz’deki en uzun ana kara Türkiye’nin, Avrupalılar oturmuşlar kafalarına göre harita çizmişler’
Ege’deki durum ile Doğu Akdeniz’deki durumun ayrı olarak düşünülmesi gerektiğini dile getiren Pamir, Avrupalıların ‘kafalarına’ göre harita çizdikleri yorumunu yaptı. Pamir, Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’nin en haklı yanının en uzun ana karaya sahip olması olduğunun altını çizdi:
''Tabii ki her bir alanın özgün koşulları var. Yani adaların birbirlerine olan mesafeleri, bizim orada denizde rahat seyredip seyredemeyeceğimiz, sadece deniz de değil bunun Fır Hattı (Uçuş bilgi bölgesi) tarafı da var. Yani Ege'yi ayrı bunu ayrı düşünmek tabii ki gerekir. Ama burada bizim en önemli haklı yanımız, Doğu Akdeniz'deki en uzun ana kara Türkiye'nin, güney sahilleri. Siz kalkmışsınız, Kıbrıs adasını tamamen Rum tarafına ait kabul ediyorsunuz. Birinci hukuksuzluk bu. Düpedüz hukuksuzluk. Yani Londra Antlaşması yok, Zürih Antlaşması yok, 60 Kıbrıs Cumhuriyeti hiç olmadı, sanki arada hesaplaşma oldu, mahsuplaşma oldu, bunlar da olmadı. Siz tek taraflı olarak onu kabul ediyorsunuz, bunda bir hukuksuzluk yok ve teknik olarak ters tarafta yer alan ada, belki bilenler anlayacak, çok detaya girmiş oluyoruz ama, bizim önümüzü yani 200 deniz mili açılmamızın önünü kesecek, ona koskoca bir münhasır ekonomik bölge tanınacak, neye göre? Efendim, Avrupalılar oturmuşlar, kafalarına göre bir harita çizmişler. Burnumuzun dibindeki Meis Adası'na koskocaman münhasır ekonomik bölge veriyorsunuz, Girit Adası'na keza öyle, böyle bir şey yok. Bunun aksine Uluslarararası Adalet Divanı'nın çok sayıda kararı var. Yani o ters tarafta yer alan adaların hiçbir şekilde ya münhasır ekonomik bölgeleri yok, ya da çok sınırlı ya da sadece karasuları veriliyor. Böyle bir şey yok. Ama adamlar küçücük bir adaya kendi boyundan 4000 kat büyük – Meis için söyleyeyim- münhasır ekonomik bölge tanıyor. Yani Avrupa Birliği kusura bakmasın, bu konuda hiçbir şekilde yetkisi yok. Hatta Uluslararası Adalet Divanı'nın da bu konuda bir yetkisi yok. Yalnız ve ancak Türkiye ile Yunanistan el sıkışıp birlikte karar verip Adalet Divanı'na giderlerse orada bir şey görüşülebilir. Böyle bir şey de yok. Kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar.’’
‘İş ‘konuşup duruyorsunuz, hadi buyurun’ noktasına geldi’
Yunanistan ile Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge ilanlarının çakıştığı yerlerin olduğu söyleyen Pamir, sahadaki durumun ‘konuşup duruyorsunuz hadi buyurun’ noktasına geldiğini belirtti:
''Yunanistan’ın Lahey hamlesinin hiçbir anlamı yok. Sadece halkla ilişkiler kampanyası yapıyorlar, hem iç politika açısından hem dışarıya. Ama çaresizlikleri ortada. Şimdi kendilerinin münhasır ekonomik bölge ilan ettikleri, bizim de münhasır ekonomik bölge kabul ettiğimiz alanların çakıştığı yerler var. İşte bizim gemilerimiz orada, Yavuz örneğin. Onların 7. Blok dediği yerde. Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesinin güney sınırlarında bu. Biz gitmişiz sondajımızı yapıyoruz, fırkateynlerimiz de orada. Konuşup duruyorsunuz, hadi buyurun. Yani iş buna geldi çünkü. Siz 3 tane ihale yapacaksınız ben sizi seyredeceğim, yok öyle bir dünya’’.
'Temel yanlış AKP’nin Müslüman Kardeşler odaklı politikası’
Libya ile yapılan anlaşmanın, BM’nin tanıdığı hükümet ile yapılması anlamında yerinde bir hamle olduğunu düşünen Pamir, AK Parti’nin bölgesel anlamda dış politikada yaptığı temel yanlışın Müslüman Kardeşler odaklı politika olduğu görüşünü dile getirdi:
''Yapılan bazı işler doğru. Libya'yla da bu görüşmelerin yapılması şu anlamda yerinde; bugün BM'nin kabul ettiği Ulusal Mutabakat Hükümeti'yle siz imzaya gitmişsiniz. Dolayısıyla yani burada bir yanlış yok ama temel yanlış şurada. AKP hükümetinin senelerdir sürdürdüğü Müslüman Kardeşler odaklı politika Türkiye'nin bütün hareket alanını kısıtlıyor. Bu en temel yanlışlardan biri. Oysa Suriye'yle sıkıntınız olmasa, İsrail'le sıkıntınız olmasa, Mısır'la şunlar yaşanmasa -Mısır'la hayatımızın en büyük düşmanlık dönemine gelmişiz neredeyse- dolayısıyla bunlar çok daha iyi halledilebilirdi. Ama şu an o yalnızlığın kırılması noktasında bir adım atılmış. Tabii ki Hafter güçleri arkasına çıkarları nedeniyle Fransa'yı, Mısır'ı almış, ilerliyorlar, kendi başına yapacakları bir şey yok. Ama sürekli dışarıdan, oyunun arkalarındaki kuklacıları müdahale ediyorlar. Bu bir risk. Yani Hafter gelince kabul eder varsayımı akla zarar. Öyle bir şey yok’’.
‘Hafter Trablus’u ele geçirirse, Türkiye’nin hamlesi yapılmamış sayılır’
Necdet Pamir, son olarak Libya ile yapılan hamlenin önemli ama eksik olduğuna vurgu yaparak, dış politikada ‘saplantı’dan kurtulunması durumunda Türkiye’nin tezlerinin kabul edilmesiyle tüm bölge devletlerinin kazanacağını görüşünü savundu: