Irak'ın başkenti Bağdat'ta ekim ayının başından beri süren protesto gösterileri, Başbakan Adil Abdülmehdi'nin istifasına rağmen dinmiş değil. İşsizlik, yolsuzluk ve kamu hizmetlerinin yetersizliğine karşı başlatılan gösteriler 400'den fazla can alırken sadece geçen hafta sonunda 25'ten fazla insan hayatını yitirdi. Irak'ın Şii kesimlerinde daha da sert olan gösterilerde İran'ın misyonları ve Şiilerin kutsal yerleri de saldırıya uğrarken, ABD yönetimi gelişmelerden Tahran'ı sorumlu tutuyor, göstericilere destek açıklamaları yapıyor. İran da gösterilerin şiddete dökülmesinin arkasında asıl ABD ve İsrail'in bulunduğu görüşünde.
Gelişmeleri Yakın Doğu Haber sitesinin kurucusu ve yazarı Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
‘ABD'nin kurduğu sistemde iktidar ve muhalefet diye bir şey yok'
Alptekin Dursunoğlu'na göre, 2003 işgali sonrası oluşturulan Irak siyasi sisteminde göstericilerin aslında kimleri ve neyi hedef aldığı ve neyi başarabilecekleri belli değil. Irak hükümetinin etnik ve mezhebi ayrımlara dayalı bir uzlaşma ile kurulduğunu, kategorik olarak iktidar ve muhalefetin yer almadığı bu sistem içinde her siyasi grubun yer aldığını anımsatan Dursunoğlu, ortada iktidarın icraatlarına karşı gidişatı değiştirebilecek bir muhalefetin de bulunmadığının altını çizdi:
“Irak’ta 2003’te Amerikan işgali söz konusu oldu. 2005’te de aslında Amerika, kendi tayin ettiği bir kurul tarafından bir anayasa hazırlatma peşindeydi; ama Ayetullah Sistani’nin baskısı üzerine Amerika direnemedi, seçimlere gidildi ve siyasi süreç başladı. 30 Ocak 2005 ile 17 Aralık 2005 arasındaki siyasi süreç sonunda şu anki Irak devlet yapısı kuruldu. Çoğu insan şöyle sanıyor: Irak’ta normal devletlerde olduğu gibi kategorik olarak bir iktidar bir de muhalefet var. Muhalefet, iktidarın icraatlarını eleştiriyor, beğenmediğine tepki gösteriyor. Sokaklarda gördüğümüzde aslında muhalefetin iktidardan talepleri. Ancak Irak ve Lübnan söz konusu olduğunda bir kere bu normal devlet yapısını tamamen unutmamız gerekiyor. Çünkü kategorik olarak iktidar ve muhalefet diye bir şey yok. Irak’ta 2005’ten beri uzlaşmaya dayalı bir sistem var. Zaten her şeyin uzlaşmayla halledilmesi gereken bir yönetim modeli var. Çünkü Amerika sistemi kurarken, 3 ana eksene ayırarak toplumu şekillendirdi, parçalara böldü. Şiiler, Sünniler ve Kürtler şeklinde. Bunların bir de alt gruplarını düşünün. Yeni bir hükümeti ancak bir uzlaşma ile kurabiliyorsunuz. Mesela parlamentodaki sayınız her ne olursa olsun cumhurbaşkanından en alt kademeye kadar tüm yönetim makamlarını Şiiler, Sünniler, Kürtler şeklinde paylaşmak zorunda kalıyorsunuz. Yani Arapça ifadeyle taifeci bir sistem var."
'Irak'ta Başbakanı'nın bakanlarını bile azledebilecek gücü yok'
Dursunoğlu, Irak sisteminin Lübnan'da bulunan Arapça 'taifeci' diye anılan sistemin benzeri olduğunu anlatırken, Irak'ı yöneten başbakanın kendi bakanlarını bile azledebilecek bir gücü olmadığını, çünkü bu kişilerin siyasi gruplar tarafından belirlendiğini belirtti:
''Örneğin cumhurbaşkanı Kürt ise yardımcılarının biri Şii, diğeri Sünni oluyor. Başbakan meclisteki sandalye sayısından dolayı Şii oluyor, yardımcıları Kürt ve Sünni şeklinde tayin ediliyor. Bu taifeci siyasal sistem Lübnan’da Taif Anlaşmasıyla yasal bir statü kazandı, Irak’ta ise fiili bir durum olarak gelişti ve böyle sürüyor. Irak’taki sistemin bir diğer özelliği de şu. Irak’ta başbakan kendi kabinesini, bakanlarını tek tek kişi olarak seçebilecek veya görevden azledebilecek bir güce sahip değil. Çünkü hükümet uzlaşmayla kurulduğu için tüm bakanlar başbakan tarafından değil, mensubu oldukları siyasi gruplar tarafından belirleniyor. Örneğin kilit bakanlıklardan bahsedelim. Dışişleri bakanlığı mesela şimdi değişti; ama 2005’ten beri Kürtlere veriliyordu. Mesela Hoşyar Zebari, iki dönem dışişleri bakanlığı yaptı. Genellikle savunma bakanlığı Sünnilere, içişleri bakanlığı Şiilere düşüyor. Bu paylaşım içerisinde Sünni Savunma Bakanı tayin edileceği zaman meclisteki Sünni grup başbakana kimi öneriyorsa, benim savunma bakanı adayım şudur diyorsa, başbakan onu kabinesine alıyor. Başbakan kendisinin uyumlu çalışabileceği bir bakan tayin ettiğinde büyük sorun çıkıyor."
'Sistem uyarınca davranmayan başbakanlar ya mezhepçilik yahut diktatörlükle suçlanır'
ABD'nin kurduğu 'taifeci sistemin' aslında Irak'ın 'yönetilememesi' için tercih edildiği görüşündeki Dursunoğlu, bu sistemin görevini layıkıyla yapabilecek birisinin seçilmesi yahut yolsuzluğa bulaşmış bir başkasının hesap vermesinin de önünde engel teşkil ettiğini dile getirdi. Dursunoğlu, aksi hareketlere başvuran bir başbakanın 'mezhepçilikle' yahut 'diktatörlükle' itham edilmemesinin mümkün olamadığını geçmiş örneklerle anlattı:
"Bu durum somut olarak yaşandı, örneğin eski başbakanlardan Nuri el-Maliki, IŞİD’e gerçekten karşı olan Sünni politikacı Sadun Duleymi’yi savunma bakanlığına tayin etmişti. Maliki dönemini hatırlayalım Türkiye de dahil tüm bölge ülkelerinde Maliki için mezhepçi ve diktatör deniyordu. Maliki yönetebilmek için diğer gruplarla uzlaşma yoluna gitmiyordu. Bu yüzden de Şii gruplar arasında kendisine diktatör deniyordu. Sünniler ise Maliki’nin bu tavrına mezhepçilik suçlaması yöneltiyordu. Dolayısıyla bir başbakan ülkedeki Sünnilerden herhangi birini, yani kendi çalışabileceği bir Sünni’yi oraya savunma bakanı yapıyorum diyemiyor. Aynı şekilde bir Kürdü ya da Şii’nin bir grubunu ancak o gruplar kimi gösteriyorsa onu bakan olarak tayin edebiliyor. Bunu azlederken de ancak onlar kabul ederse o bakan görevden alınabiliyor. Başarısız görülen ya da hukuki sorunu olan bir devlet yetkilisini azledebilmek veya yargılayabilmek neredeyse imkansız; çünkü hemen mezhepçilik suçlamaları söz konusu edilebiliyor. Örneğin dönemin Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında bir yargı süreci başlatıldı. Ancak bu hemen Şiilerin Sünnileri tasfiye etmesi şeklinde yansıtıldı. Tarık Haşimi İnterpol’ün kırmızı bülteniyle aranıyordu; ancak Türkiye Şii Maliki’nin Sünnileri tasfiye etmeye çalıştığı gerekçesiyle Haşimi’yi Irak’a vermedi. Var sayalım ki Tarik Haşimi dosyası hukuki değil, siyasi olsun ve Maliki gerçekten Tarık Haşimi’yi tasfiye etmek için bu yargı sürecini oluşturmuş olsun. İyi de bunun adı Şiilerin Sünnileri tasfiye etmesi değil Maliki’nin Tarık Haşimi’yi tasfiye etmesidir; çünkü Tarık Haşimi’nin yerine uzlaşma gereği zaten bir Sünni cumhurbaşkanı yardımcısı atanacaktır. Herhangi bir azil veya yargı süreci söz konusu olduğunda kendini mağdur göstermek isteyen taraf hemen mezhep veya etnik mensubiyetini kart olarak masaya sürebiliyor. Dolayısıyla da artık konu bir azil veya yargı konusu olmaktan çıkıp “Şii başbakanın Sünnilere veya Kürtlere zulmü” meselesine dönüşüyor."
'Sadr hem iktidar hem muhalefette'
Irak'ta şu anda parlamentodaki en büyük grup olan Sairun'un lideri Mukteda Sadr olmadan ve bakan vereden hükümetin kurulmasının imkansız olduğunu belirten Dursunoğlu, aynı Sadr'ın aynı zamanda 'muhalefet' gibi davrandığının altını çizdi:
''Mesela şu an başbakanı suçlayan kişilerden Muktedar Sadr’ı ele alalım. Sadr, şu an Irak parlamentosundaki en büyük grup olan Sairun grubunun lideri. Sairun grubunun onayı olmasa mevcut hükümetin kurulması imkansız. Mevcut hükümet zaten Sairun grubuyla bir uzlaşmayla kuruldu. Sairun grubu mevcut hükümete ve Adil Abdulmehdi’nin başbakanlığına onay vermese bu hükümet kurulabilir miydi? Dolayısıyla başbakanı veya hükümeti beğenmiyorsanız, bunu değiştirmenin siyasi mekanizmalarla yolu var. Tıpkı hükümeti kurarken uzlaştığınız gibi diğer gruplarla uzlaşarak yeni bir başbakan belirler ve yeni bir kabine kurabilirsiniz. Zaten Adil Abdulmehdi de en başından beri onu söylüyor. Ben istifa etmiyorum demiyor ki. Hükümetin nasıl değiştirilebileceğinin yasal yollarını gösteriyor ve muhaliflerine bu işi sokaklarda değil mecliste yapın diyor.”
'Abdulmehdi'nin hedef alınması, Irak'ın çıkarlını savunup ABD'nin istemediği işlere kalkışması'
Irak'taki yeni dalgada 'Arap milliyetçiliği öne çıkar, İran karşıtlığı yükselişte görünürken, Dursunoğlu, Başbakan Adil Abdülmehdi'nin de 'İran'ın adamı' olmakla suçlandığını söyledi. Dursunoğlu, bunun sebebinin ise Abdülmehdi'nin Çin'e gidip ticaret anlaşmaları yapması, İsrail'in Haşdi Şaabi güçlerine yönelik insansız hava araçlı saldırılarına dair soruşturma başlatması, Suriye ile sınır kapısı açması ve ABD-İran sürtüşmesine bulaşmak istememesi olduğunu anlatırken, Irak liderinin başbakan olarak hedef alınmasının arkasında ülkesinin çıkarlarını savunuyor olması ve asıl ABD'nin istemediği işleri yapması olduğu görüşünü aktardı:
“Adil Abdulmehdi, şu an İran’ın adamı olmakla suçlanıyor. Abdulmehdi niçin böyle suçlanıyor ve niçin görevden alınmak isteniyor? Birkaç tane örnek söyleyelim. Eylül’de Çin’e gitti ve 10’dan fazla anlaşma imzaladılar. Gelecek 10 yıl içinde 500 milyar dolarlık ticaret hacmi öngören anlaşmalar yaptı. Amerikalılar açıkça bundan rahatsız oldular. Haşdi Şabi’yi hedef alan drone saldırıları oldu ve Abdulmehdi bir araştırma komisyonu kurdu. Bu komisyon İsrail tarafından yapıldığını söyledi. Abdulmehdi de lafı eğip bükmeden doğrudan İsrail’i sorumlu tuttu. İsrail’i sorumlu tutması aslında Amerika’yı sorumlu tutmasıydı. Irak-Suriye El-Kaim sınır kapısını açtı, Irak ile Suriye arasında ilişki başlattı. Amerika’nın isteğinin hilafına, Amerika’nın tabiriyle İran’a bir koridor açılmış oldu. Amerika ile İran arasındaki gerilimde bu bizi ilgilendirmez dedi ve İran’a karşı Amerikan operasyonlarında Irak’ı kullandırtmayacağını söyledi. İran’ın adamı gibi değerlendiriliyor ama aslında İran’ın adamlığından değil gerçekten Irak’ın ulusal menfaatleri zaten bunu gerektiriyor. Çin ile anlaşma yapmak, İsrail’in drone saldırılarına karşı Rusya’dan hava savunma sistemi almaya çalışmak, bunlar İrancılık mı, İran’ın talepleri mi? Bunlar aslında Irak’ın menfaatleri değil mi? Irak ile Suriye arasındaki sınır kapısını açmak, İran bunu istiyor diye onlar istediği için olması gereken bir şey değil ki bu Irak’ın menfaatine olan bir şey. Bütün bunlardan Amerika rahatsız. Amerika bunun adını İran’ın nüfuzu koyuyor. İran’ın nüfuzu dediğimiz şey bizatihi Irak’ın kendi ulusal çıkarları. Bu açıdan bakıldığında İran ile Amerika arasındaki Irak konusundaki rekabeti veya çekişmeyi niteliksel olarak aynı görmek yanlış.
'Aynı olayları Suriye'de de gördük'
Dursunoğlu, Irak'ta şiddete başvurulan tipte gösterilere Suriye'deki çatışmaların başlangıcında da tanıklık edildiğini belirtti. Dursunoğlu, Irak'ın Şii nüfusunda derin saygı gösterilmesine rağmen kutsal yerlere dahi saldırılar düzenlenmesi ve ülkeyi IŞİD teröründen kurtarmış Haşdi Şaabi güçlerinin hedef olmasının arkasında bazı güçlerin aranması gerektiği görüşünde. Irak halkının yozlaşmış düzenden, ekonomik sıkıntılardan ve hizmet yetersizliğinden hakikaten rahatsız olduğunun altını çizen Dursunoğlu, ancak bunların zaten bizzat ABD'nin yaratmış olduğu sistemden kaynaklandığını ekledi:
"Suriye’de bunlar görmediğimiz şeyler miydi? Suriye’deki olayların nasıl başladığını sokaklardaki insanlara nasıl ateş açıldığını, çok böyle milattan önce zamanlardan bahsetmiyoruz şu anki dönemde olanlardan bahsediyoruz. Irak’ta da aynı şey oluyor. Irak’ta herkesin saygı duyduğu mekanlar, misal Muhammed Bâkır el-Hekim’in kabri yakılıyor. Şia kültüründe kabrin çok önemli kutsiyeti vardır. Orası yakılıyorsa, burada normal bir durumdan bahsedemeyiz. Gerçekten halkın bu, yozlaşmış düzenden, hizmet yetersizliğinden, ekonomik sıkıntılarından kaynaklanan çok ciddi problemleri var ve insanlar buna tepki gösteriyorlar. Bu doğru, ancak var olan bu zemin üzerinde siz çok küçük bir grupla başka operasyonlar yapabiliyorsunuz. Deyim yerindeyse bir kova suya bir damla mürekkep damlatmanız o suyun rengini değiştirmeye yetiyor. Necef’te, Kerbela’daki, Bağdat’taki Irak halkının Haşdi Şabi’ye ne düşmanlığı olabilir. Herkes biliyor ki Irak, IŞİD’den Haşdi Şabi sayesinde kurtuldu. Peki, nasıl oluyor da bir Haşdi Şabi lideri ambulanstan çıkarılarak linç edilerek öldürülüyor. Bu Haşdi Şabi’ye yönelik öfke, bırakın Şii öfkesi olmasını, Irak’ın öfkesi olabilir mi? Bu öfkenin kaynağı İsrail öfkesidir, yaz boyu insansız uçak saldırılarıyla Haşdi Şabi’yi vurdular. Bu, Amerikan öfkesidir, Suudi Arabistan öfkesidir. Çünkü Haşd Şabi ve İran hem Suriye’de hem Irak’taki planlarını bozdu. Kutsal mekanlara saldırılar veya İran’a yönelik saldırılar, İran’ın Irak’ta Haşdi Şabi ile ilgili rolü nedir, bunu herkes biliyor. Bunu Amerika, İsrail ve Suudilerin dışındaki herkes biliyor ki eğer Haşdi Şabi’ye İran desteği olmasaydı, Amerikalıların sözde IŞİD ile mücadele koalisyonu, IŞİD’le mücadeleyi 30 yıl sürdürecekti, bunu bizatihi kendileri söyledi. Amerikalılar bu bölgedeki savaşı, huzursuzluğu 30 yıl olarak planlamışlardı. Planlama kelimesini seçerek kullanıyorum, desteklenen Suriye savaşı sayesinde büyütülen IŞİD, Amerika’ya hiçbir üs alamadan çekildiği Irak’a bir kurtarıcı sıfatıyla dönme gerekçesi oldu. IŞİD’in hilafet devleti, Amerikalıların planladıkları gibi 30 yıl içinde değil, İran’ın desteklediği Suriye ordusu, Irak’ta Haşd Şabi ve Lübnan’da da Hizbullah sayesinde 3 yılda yok edildi. Irak ve Suriye’deki varlığını IŞİD’le izah eden Amerika neden hala burada? Amerika IŞİD’le mücadelede adı altında 30 yıllık bir planlama yaptı derken bir varsayımdan söz etmiyorum, somut bir gerçeklikten söz ediyorum.”
'Irak'ta öfkenin dışavurumu manipüle ediliyor''
Dursunoğlu, bölgede Irak, İran, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde sayılamayacak kadar siyasi, ekonomik, kültürel sorun bulunduğunu anımsatırken, bugün yaşanan doğal infial halinin de 'manipüle edildiği' ve bu ülkelerdeki gösterilerin aldığı boyutların da tesadüf olmadığı görüşünde:
“Eviniz temiz değilse, kirli ortamda her türlü şey üreyebilir. Irak, İran, Suriye, Lübnan’da yani sayılamayacak kadar siyasi, ekonomik, kültürel sorun var. Bu toplumsal bir rahatsızlığın oluşabilmesi için de münbit bir ortam hazırlıyor. Fakat Irak’tan başlayarak söylemek gerekirse, sorunlara yönelik halk tepkisi manipüle ediliyor. Irak’ta halkın temel talepleri, beklentileri veya yönetimden duyduğu rahatsızlıklar başka bir yöne manipüle ediliyor. Mesela Haşdi Şabi’ye saldırı. Irak’taki ekonomik yetersizliklerle Haşdi Şabi’nin ne ilgisi var? Irak’taki yozlaşmış sistemi kuran ve hala bunun üzerinde egemenlik kurmaya çalışan Amerika’nın kendisi. Dolayısıyla niye Amerikan elçiliği değil de İran elçiliği yakılıyor? Bu bir tesadüf değil ki."
''Amerika'nın yarattığı model Irak'a yönetilemez hale getiriyor'
"Şu an Irak’ta mevcut durumda kategorik olarak bir muhalefet olmadığı için aslında herkes iktidar, ama iktidardayken muhalefet rolü oynuyor" diyen Dursunoğlu'na göre Irak'taki mevcut parlamenter sisteme dayalı Amerikan modeli ülkeyi 'yönetilemez' hale getiriyor. Son dönemde yeniden başkanlık sistemi tartışmalarının başladığını anlatan Dursunoğlu, bunun da yeniden otoriterlik getirmesi diktatörlüğe dönüşmesi kaygılarının yaşandığını ekledi:
"Irak’taki mevcut parlamenter sisteme dayalı model Irak’ı yönetilemez hale getiriyor. Şu an Iraklılar arasında gündeme gelen en önemli tartışmalardan biri model anlamında başkanlık sistemine geçiş tartışması. Başkanlık sisteminin otoriterliği getirebileceği, dolayısıyla tekrar diktatörlüğe dönüşebileceği yönünde kaygılar var, doğru da olabilir bu. Fakat Irak eğer başkanlık sistemine geçerse en kötü ihtimalle, otoriter ve kötü yönetilen bir ülke olur. Ancak Irak şu anda yönetilemeyen bir ülke. Kötü yönetilen bir ülke yönetilemeyen bir ülkeden daha iyidir. En azından kötü yönetimi bir şekilde değiştirmenin araçları ortaya çıkar. Çünkü iktidar olur, muhalefet olur, kategorik olarak iktidar ve muhalefet önemli şeylerdir. Şu an Irak’ta mevcut durumda kategorik olarak bir muhalefet olmadığı için aslında herkes iktidar, ama iktidardayken muhalefet rolü oynuyor. Sadr grubu mesela, parlamentoda çoğunluktasınız, kabinede bakanlarınız var ama sokaklarda devrim ateşi yakıyorsunuz ve devrimden bahsediyorsunuz. Irak’ta hükümeti siyasi mekanizmalarla değiştirebileceğiniz gücünüz var. Niye bunu yapmıyorsunuz, çünkü sokaklarda bir popülizm dalgası var ve o dalga üzerinde sörf yapıyor.
'Neden teknokrat hükümet isteniliyor?'
Dursunoğlu, hem Irak'ta hem de Lübnan'da son dönemde en fazla da 'teknokrat hükümet' temalarının gündeme getirildiğini anlatırken, bu hükümet modelinin de siyasetin 'temizlenmesi' için hiçbir garanti sunamayacağına dikkat çekti. Dursunoğlu'na göre hem Irak hem de Lübnan'da teknokrat hükümet modelinin gündeme taşınmasının arkasında ise nüfusun ezici çoğunluğunu temsil eden Şii partileri engelleme girişimi yatıyor:
"Mesela teknokrat hükümeti meselesi bugünlerde hem Irak’ta hem de Lübnan’da sıkça söz konusu edilen bir mesele. Lübnan’da da Irak’taki gibi uzlaşmaya dayalı bir sistem var ve şu an mecliste çoğunlukta olan 8 Mart bloku yani Hizbullah ve müttefikleri. Hizbullah ve müttefiklerini kabine dışı bırakmanın formülü olarak teknokrat hükümeti söz konusu ediliyor. Peki, teknokratları kim belirleyecek, yani Hariri liderliğinde teknokrat hükümet kurulacak. Yani 8 Martçıların tasfiye edildiği Hariri’nin veya Hariri’nin destekçilerinin onay verdiği bir kişinin başbakanlığında teknokratlardan oluşan bir hükümet kurulması öneriliyor; çünkü yasal olarak Lübnan’da başbakanın Sünni olması gerekiyor ve teknokrat hükümeti kurulmasını isteyenler de örneğin Hizbullah müttefiki bir Sünni olan Usame Saad gibi birinin başbakanlığını değil, Saad Hariri gibi bir Sünni’nin başbakanlığını istiyor. Öte yandan Lübnan’daki mevcut toplumsal ve siyasi yapı içerisinde teknokrat dediğimiz insanlar uzaydan gelmeyecek ki bunlar o toplumun bir parçası olmayacak mı? Mevcut dini veya mezhebi kesimlerin mensubu olmayacaklar mı? Mevcut siyasi gruplardan tamamen bağımsız mı olacaklar, böyle bir şey hiç mümkün mü? Irak’ta da aynı şey söz konusu. Sadr, sürekli teknokrat hükümetinden bahsediyor. Teknokrat olunca sanki ak pak, tertemiz, hiçbir kirliliğe bulaşmamış olacak… Siyasiler çok kirliler, doğru; ancak teknokrat hükümeti kuracak olan yahut o hükümet üzerinde nüfuzu olan mesela Sadr grubu gibi grupların temizliğinin garantisi ne?"
'Bu parlamenter sistem ile Irak yönetilebilir bir ülke değil. Irak'ın meselesi Şiilik-Sünnilik meselesi değil'
Dursunoğlu'na göre Irak'ın sorunlarını çözebilmesi ancak öncelikle 'yönetilebilir bir ülke' olmasıyla mümkün. Bunun da en başta parlamenter sistem yerine ülkenin eski başkanlık sistemi geleneğinde aranması gerektiği görüşünü aktaran Dursunoğlu, 'belirli bir muhalefetin ve iktidarın olması, taifeciliğe dayalı bir uzlaşma sistemi yerine azınlıkların haklarını garantilerken, parlamento çoğunluğuna dayalı bir yönetimin oluşturulması' ile normalleşmenin sağlanmasının yolunun açılabileceği değerlendirmesinde bulundu. Dursunoğlu, asıl sorunun ABD ve Suudi Arabistan'ın teşvik ettiği 'Şiilik-Sünnilik' okuması olduğunu ekledi:
"Irak’ın sorunlarını çözmesi için öncelikle yönetilebilir bir ülke olması lazım. Irak şu an yönetilebilir bir ülke değil. Benim kişisel görüşüm, nitekim Irak’ta da şu an bu tartışılıyor. Irak’ın parlamenter sistem yerine başkanlık sistemine geçmesi, belirli bir muhalefetin ve iktidarın olması, taifeciliğe dayalı bir uzlaşma sistemi yerine parlamento çoğunluğuna dayalı bir yönetimin oluşturulması. Burada diğer taifelerin, azınlıkta olanların da haklarına riayet edilmesi. Elbette bu riayetin garantisi olmayacaktır, hiç kimsenin iyi niyetine bırakılamaz bu iş. Ancak kategorik olarak bir muhalefetin olması kendi başına çok önemli ve değerlidir. Hiç olmazsa muhalefetteki insanın itirazını net olarak bilebiliriz. Toplum da kim muhalefet kim iktidar görür, toplum siyasete umut bağlayabilir. Şu an Irak’ta toplumun siyasete umudu yok. Çünkü muhalefet yok, herkes iktidarda ama herkes muhalefet rolü oynuyor. 2005’ten beri bu böyle, o zamandan beri çelişkinin adı önce Şiilik, Sünnilik olarak kondu. Irak’ın meselesi Şiilik Sünnilik mi aslında, değil hiçbir alakası yok. Ancak bu işe müdahil olan Amerika gibi ülkeler özellikle Suudi Arabistan’ın başını çektiği eksen Saddam’ı Sünni bir bariyer olarak görüyordu, İran’ın Arap dünyasına nüfuzunu engelleyici bir bariyer… Amerika’ya şu itirazı yapıyorlardı, sen Irak’taki Sünni bariyeri kaldırdın, İran burayı ele geçirdi. İran, Irak’ı ele geçirdi derken aslında olan şey şu: Irak’ta artık nüfusun yüzde 60’a sahip olan Şii nüfus, yönetimde daha belirleyici olmaya başladı. Biz Şii nüfusu yüzde 18’lik Sünni Saddam iktidarıyla baskı altında tutuyorduk, sen geldin bu bariyeri yıktın, Şiiler iktidar oldu. Şiilerin iktidar olması demek, İran’ın buraya nüfuz etmesi demek. Kurguyu bu şekilde yapıyorlar, mantıkları bu… İran’ın Irak’taki nüfuzu dediğimiz şey ile Amerika’nın Irak üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonya niteliksel olarak aynı şeyler değil.”