CHP'nin konferansla hedefini ve Suriye politikalarına dair duruşunu Genel Başkan Yardımcısı ve emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz ile konuştuk.
‘TÜRKİYE, SURİYE POLİTİKASINDA BATAĞA SAPLANDI’
Ünal Çeviköz, CHP'nin Türkiye'nin bugüne kadar Suriye ile ilgili dış politikada attığı adımlar nedeniyle batağa saplandığı görüşünü dile getirirken, "Bundan kurtulması için yaptığımız öneriler şimdiye kadar hiç dikkate alınmadığından dolayı elimizi taşın altına koyma zamanının geldiğine karar verdik" dedi. Erdoğan hükümetinin İdlib'de terör unsurlarının temizlenmesi için üstlendiği sorumlulukların yerine getirilmediğini belirten Çeviköz, bu yüden bu yaz sonunda Suriye ordusunun bu görevleri kendisinin üstlendiğini anımsattı. Bu koşullarda yeniden İdlib nedeniyle Türkiye'ye yönelik yeni göç riski doğduğunu vurgulayan Çeviköz, bu konferansla da atılması gerekli olan ancak atılmayan adımlar ve yapılan yanlışları masaya yatırmaya karar verdiklerini dile getirdi:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin şimdiye kadar hep dile getirdiği gibi iktidarın görüşünden farklı bir çözümü var Suriye sorunsalının çözümü konusunda. Biz Suriye ile ilgili olarak Türkiye’nin dış politikada attığı adımlar nedeniyle bir batağa saplandığı düşüncesindeyiz. Bundan kurtulması için de yaptığımız öneriler şimdiye kadar hiç dikkate alınmadığından dolayı elimizi taşın altına koyma zamanının geldiğine karar verdik. Geçen sene Ekim ayının 15’ine kadar Türkiye, İdlib çatışmasızlık bölgesinde terör unsurlarının temizlenmesi ve ağır silahların bölgeden çıkartılmasını üstüne bir görev olarak almıştı. Aynı zamanda yılın sonuna kadar da M4 ve M5 karayollarını Suriye yönetiminin kontrolüne geçebilmesi için gerekli önlemleri almayı vadetmişti. Ama bunların hiçbiri yerine getirilmedi. Bunlar yerine getirilmediği için bu yılın yaz aylarından itibaren Suriye ordusu, Türkiye’nin bu yerine getirmediği görevleri kendisi üstlendi. Bir hareketlilik başladı, Rusya’nın da hava desteğiyle İdlib’te yeni bir ilerleme kaydedilmeye başlandı. Bu da doğal olarak Türkiye ile ilgili yeni bir göç riski oluşturdu, oradaki sivil halkın kuzeye doğru hareketlenmesi sonucu oldu. Bu bizi çok endişelendirdi. Bugüne kadar atılmayan adımlar, yapılan yanlışlar artık bir şekilde masaya yatırılmalı diye düşündük. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi’nin eskiden beri sürekli olarak dile getirdiği bir bölgesel sahiplenme görüşü vardır. Bu da aslında hep Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı adı altında geliştirdiğimiz projeden kaynaklanmaktadır. Bunların da tartışılacağı bunların da konuşulacağı aynı zamanda sadece Türkiye’de değil bölgedeki diğer ülkelerde de Suriyeli sığınmacıların yarattıkları sorunların masaya yatırılacağı bir konferansı düzenlemeyi öngördük. Ankara’daki Avrupa Birliği temsilciliğinden bir katılımcımız var, Suriye’den de Suriye yönetiminin resmi görüşünü dile getirmek üzere katılacak olan katılımcılar var. Ancak biz Suriye’den daha fazla katılımcı olmasını arzu ederdik. Bu konuda bize Suriye tarafından önerilen üç isime vize verilmediği basına da yansıdı.”
‘ASKERİ MAKAMLARLA SİYASİ OTORİTENİN SÖYLEMLERİ ARASINDA CİDDİ BİR FARKLILIK VAR’
“Aşağı yukarı 6 hafta kadar önce Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinde bir güvenli bölge oluşturulması için bir mutabakat imzalandı. Bu mutabakat sonucunda Urfa’da küçük harekat merkezi kuruldu. Hatta bugün zannediyorum yeni bir hava ortak bir gözlem misyonu gerçekleştirildi. Bir yandan bu harekat merkezi faaliyetine devam ediyor, bir yandan ortak hava ve kara gözlem misyonları yerine getiriliyor. Bir yandan da askeri yetkililerimiz tarafından Amerika ile varılan mutabakatın takvime uygun şekilde ilerlediği söyleniyor. Ancak askeri yetkililer tarafından bu söylenirken siyasi otorite tarafından da istenen, arzu edilen olmadı biz aslında ay sonuna kadar mühlet veriyoruz, eğer isteklerimiz yerine getirilmezse kendi başımıza bir karar alır ve harekata gireriz diye bir siyasi söylem kullanılıyor. Bir kere birinci çelişki bu askeri makamlarla siyasi otoritenin söylemleri arasında ciddi bir farklılık var."
'BAŞKA ÜLKENİN TOPRAKLARI DA TOPLU KONUT PROJESİ CİDDİ MEŞRUİYET SORGULAMASI YARATIR'
"İkincisi bu şekilde bir toplu konut projesi bir bakıma başka bir ülkenin topraklarında yeni bir yerleşim bölgeleri oluşturuyor anlamına geliyor Türkiye açısından. Bir yandan bölgede başka ülkelerin yerleşim bölgeleriyle ilgili projelerini ve programlarını eleştirirken, başka bir ülkenin toprakları üzerinden oranın hükümetinin rızası olmayan bir yerleşim bölgesi projesine girişmek herhalde uluslararası hukuk açısından çok ciddi meşruiyet sorgulamasını ortaya getirir. İkincisi bu bölgeye yerleştirilecek olan Suriyelilerin ne şekilde gidecekleri. Bir kere uluslararası hukuk temel insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bütün mevzuat ve aynı zamanda evrensel insan hakları beyannamesinde yer alan isimler hiçbir insan topluluğunun zorunlu olaraktan bir yerden bir yere yer değiştirmesine imkan vermez. Bu insanlar daha evvel terk etikleri kendi vatanlarına gönderilecek olsalar dahi bunun adı açıkçası zorunlu olduğu takdirde tehcirdir. Dolayısıyla Suriyelilerin Türkiye’den tekrar Suriye topraklarına dönmeleri düşünülüyorsa, bunların gönüllü olarak gitmeleri gerekir. Bizim siyasi makamlarımızda dile getirilen görüşlerin böyle bir gönüllülük esasına dayandığı gibi bir izlenim göremedik. Bir üçüncü boyutu daha var. Türkiye’ye gelen Suriyeliler Suriye’nin batısından ve güneyinden Hama, Humus, Halep gibi bölgelerden göç etmiş insanlardır. Bunları kendi doğup büyüdükleri ve yaşamlarını sürdürdükleri topraklara değil ülkenin başka bir alanındaki bir bölgeye yerleştirmeye kalkıyorsunuz. Bu da aslında bir demografik toplum mühendisliğidir. Toplumun bir şekilde ülke toprakları içinde yer değiştirmesi sonucunu doğurur. Bu da aslında başka bir ülkenin topraklarında başka bir ülkenin yapamayacağı bir şeydir. Böyle bir düşünce içindeyseniz bunun Suriye hükümetinin mutabakatı ve rızasıyla yapmanız gerekir. Şöyle bir sorun doğurur, oraya yerleştirilecek insanların güvenliği meselesi. Bu insanların güvenliğini kim sağlayacak, bu topraklar Suriye toprakları olduğuna göre oraya yerleştirilen Suriyelilerin güvenliğini de elbette Suriye makamlarının sağlaması beklenir. Eğer böyle bir görüşme böyle bir mutabakat içinde Suriye hükümetiyle önceden böyle bir diyalog içinde olmazsanız Suriye hükümetinin güvenlik sağlayamayacağını varsayıyor olmanız anlaşılır. O zaman da Türkiye bir şekilde hukuksuz ve meşru olmayan bir şekilde Suriye topraklarında bir tür toprak bütünlüğünü ihlal eden bir davranış içine girer.”
‘CHP’NİN PANELİNDE ŞAM DA VAR SURİYELİ MUHALİFLER DE’
Çeviköz, 'Uluslararası Suriye Konferansı'nda sadece Suriye yönetimi değil Suriyeli muhaliflerin de temsil edileceğini ve bütün bileşenlerin görüşlerinin ifadesine zemin yaratılacağını aktardı.
“Biz bir kere Suriye’de bütün bileşenlerin görüşlerini temsil edebilecek imkâna kavuşmak istedik. Ve panelistlerimizi seçerken de buna dikkat ettik. Suriye yönetiminin resmi görüşünü dile getireceğini düşündüğümüz konuşmacılarımız olduğu gibi muhalefetin görüşlerini dile getirecek ve belki Suriye Demokratik Güçleri’nin eğilimini dile getirebilecek katılımcılarımız da var. Bunların doğrudan doğruya o unsurların kendi içinden gelen isimler olması gerekmiyor. Ama panellerde o görüşleri de dile getirebilecek olan Türkiye’den de bazı katılımcılar var, onlar da buna imkan sağlayacaklardır."
'ERDOĞAN'IN TRUMP İLE ABD'DE GÖRÜŞEMEMENİN NEDENLERİNDEN BİRİSİ...'
ABD'nin Suriye'deki 'güvenli bölge' ile ilgili görüşünün iki ülkenin birlikte hareket etmesi olduğunu ancak Ankara'nın bir yandan bu mutabakatı sağlarken diğer yandan mühletler vererek kendi başına hareket etme restleri çektiğini anımsatan Çeviköz, bunun bir yarar sağlayamayacağı görüşünü dile getirdi. Çeviköz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu için gittiği New York'ta ABD Başkanı Trump ile görüşememesinin bir nedeninin de bu söylem ve görüş farklılığı olabileceğine atıf yapan Çeviköz, Türk liderliğinin 2011'den beri herkesten farklı görüşleri olduğu ve bu duruş olmasaydı Suriye sorunun da bu denli büyümeyeceğini vurguladı:
''Amerika Birleşik Devletleri’nin görüşü bildiğim kadarıyla Suriye’nin kuzeydoğusunda Türkiye ile Amerika’nın birlikte hareket etmesi üzerine kurulmuş vaziyette. Bir yandan Amerika ile böyle bir mutabakatı sağlıyorsunuz ondan sonra mühletler vererek şu zamana kadar eğer istediğimiz gerçekleşmezse biz kendi başımıza hareket ederiz diyorlar bazı yetkililer. Bunun Amerika Birleşik Devletleri tarafından olumlu karşılandığı düşüncesinde değilim. Zaten böyle bir söylem kullanılmasaydı belki de New York’ta Trump-Erdoğan görüşmesi daha rahat gerçekleşebilirdi. Böyle bir görüşmenin gerçekleşmemesinin sebeplerinden bir tanesi de muhtemelen bu şekilde bir söylem görüşü ve görüş farklılığının olmasıdır. Türkiye’nin kendi tasavvurları var. 2011 yılından beri Türkiye’nin uluslararası toplumdan, Amerika Birleşik Devletleri’nden bölgedeki diğer koalisyon ortaklarından her zaman farklı bir görüşü oldu. Bu görüş farklılıkları olmasaydı zaten bu Suriye sorunu bu kadar büyümezdi. Onun için Türkiye’nin kendine göre birtakım düşünceleri, kendine göre bazı tasavvurları var. Sürekli olarak bunları yerine getirmek maksadıyla hep muhataplarıyla konuşuyor. Ama taraflar karşılıklı olarak birbirlerine kendi görüşlerini ifade ediyorlar ama bir ortak zemin bulunamıyor. Bir tür sağırlar diyaloguna dönüşüyor neredeyse. Yıllardır da böyle sürüyor."
'TATİL KAMPLARINI ANIMSATAN VİLLA TİPİ PROJELERLE OLMAZ'
Amerika ile Türkiye arasında bir ortak harekat merkezi kurulduğundan beri sürdürülen çalışmalar belli bir derinlikte ve belli bir genişlikteki bir bölgeden söz edilmesi sonucunu doğurdu. Bunun da çeşitli haritalarda resmi görüşü dile getiren kişiler tarafından da gösterildiğini gördük. Kimi yerde 5 km kimi yerde 19 km’ye kadar derinliğe erişen genişliği de aşağı yukarı 400-450 km civarında bir alan. Bu kadar bir alana ne kadar insan yerleştirebilirsiniz? Geniş bahçeli villa türü projelerle de olacak bir şey değildir bu. bir tür sığınmacıların rahat yaşayabilecekleri ve istikrar içinde oturabilecekleri bölge yaratılmasına çalışıyorsunuz. Ama bahsettiğiniz neredeyse bir tatil kampına benziyor, onun için bunları biraz daha gerçekçi şekilde düşünmek ve öyle değerlendirmek lazım. Ben Türkiye’nin dile getirdiği görüşlerin zaman içinde hep böyle değişiklik göstermesini de şaşkınlıkla karşılıyorum. Bir yandan derinliği ve genişliği söz edilen bölgeye önceden 300 bin Suriyeli yerleştirecekken sonra rakam 1 milyona çıktı. Hatta ondan sonra Recep Tayyip Erdoğan biz bölgeyi eğer Rakka ve Deyri Zor’a kadar genişletirsek o zaman 3 milyon Suriyeliyi de buraya yerleştiririz dedi. Bu çok ciddi bir tasavvur gibi gözükmüyor. Deyri Zor dediğiniz yer, Türkiye sınırından 300 km kadar güneye inen bir bölgedir. Böyle bir alanın kontrolünü Amerika Birleşik Devletleri zaten ortak bir hareket ederek böyle bir derinliğe, güvenli bölge yaratılması görüşüne razı değil. Ama Türkiye’nin tek başına kendisinin böyle bir bölgeyi kontrol edebileceği düşünmesini de asgari bakımdan da pek kolay olacağını düşünmüyorum.
‘ADANA MUTABAKATINI BİZ DAHA ÖNCE HATIRLATTIK'
"Rusya’dan bir konuşmacı var, Rusya’nın da resmi görüşünü dile getirme imkanına kavuşacak o bakımdan dinleme imkanına kavuşacağız. Ama Rusya ile Türkiye arasındaki Astana süreciyle başlayıp Soçi süreciyle devam eden Suriye platformunda Suriye sorunu bağlamındaki işbirliğinin tam manasıyla uyum anlamıyla devam ettiğini söylemek mümkün değil. Görüş farklılıkları olduğu kesin. Zaten Astana süreci bu görüş farklılarından dolayı başlatıldı. Rusya, Suriye yönetimiyle daha yakın bir ilişki içinde ve Cenevre’de barış sürecinde Suriye yönetiminin temsili için gayret ediyordu. Suriye yönetimi ve Rusya, Türkiye’yi de muhalefet ile yakın bir aktör olarak gördüğü için, muhalefetin Suriye yönetimiyle aynı masaya oturması maksadıyla ikna edilmesi için Türkiye’nin desteğine ve yardımına ihtiyaç duydu. Astana süreci bunun için başladı. Onun için Rusya ile Türkiye arasında bir tür zorunluluk gereği bir ortaklık söz konusu, ama görüşler birbirinden farklı. Bir de Rusya son zamanlarda giderek Türkiye’nin artık Suriye yönetimiyle doğrudan konuşması gerektiğini ve diyaloğu kendisinin başlatması gerektiğini hep dile getiriyor. Çünkü arada söz taşımaktan ve iki taraf arasında bir tür aracı rolü oynamaktan da sıkıldı. Bu da zannediyorum 16 Eylül’de Ankara’da yapılan son toplantıda satır aralarında dile getirildi. Adana mutabakatı konusunda çok hassasız, bir seneyi geçkin bir süredir Adana mutabakatını hatırlatıyor ve dile getiriyoruz. Ancak bu yılın başlarında Moskova’da yapılan bir toplantıdan sonra Putin dile getirdikten sonra Türkiye’de Adana mutabakatı yeni keşfedildi. Son olarak da 16 Eylül’de Ankara’da Ruhani tarafından yine Adana mutabakatı dile getirildi. Ama biz bir senedir Adana mutabakatının Türkiye ile Suriye arasında teröre karşı ortak mücadele için ve kendi topraklarını komşunun topraklarına karşı herhangi bir şekilde hasmane maksatla kullanmaya imkan vermemek maksadıyla yapılmış bir mutabakat olduğunu hep hatırlattık. Biz söylediğimiz zaman dikkate alınmıyor ama Putin ve Ruhani söylediği zaman Adana mutabakatı sanki çok değerliymiş gibi birdenbire hatırlanıyor.”