Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç, Milli Gazete’den Hayrettin Dincelir’in sorularını cevapladı.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinden Anayasa Mahkemesi’nin önemine, parlamenter sistemden başkanlık sisteminin açmazlarına, KHK’lardan hukuk fakültelerinin işlevselliğine, ekonomik krizden vesayet tartışmalarına kadar çok geniş bir yelpazede fikirlerini beyan eden Kılıç, çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Özgeçmişinizi kısaca anlatacak olursanız neler söylemek istersiniz?
GÜÇLER AYRILIĞININ TEMEL ESPİRİSİ YASAYI YAPAN, YASAYI UYGULAYAN VE YASAYI DENETLEYENLERİN AYRI KİŞİLER OLMASIDIR
Kuvvetler ayrılığı noktasından bakacak olursanız, Anayasa Mahkemesi’nin önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Sizin de yakından şahit olduğunuz 367 krizi akabinde gerçekleşen e-muhtıra olayı ve yine sürecin devamı niteliğindeki iktidar partisine yönelik kapatma davası sürecinde, bu yapılanları sivil, askeri veya bürokratik herhangi bir vesayet odağının girişimleri olarak algılayabilir miyiz?
Geçen aylarda Rekabet Derneğinde düzenlenen ödül töreninde; ‘’Ne yazık ki ahlak ve maneviyat diye başlayan arkadaşlar şu an ne ahlak bıraktılar ne maneviyat’’ şeklinde bir açıklamanız olmuştu. Bu açıklamalarınızı daha geniş kapsamda değerlendirebilir misiniz?
Bu minvalde bakacak olursak hukuk düzeninde ki bu aksaklıkların sosyolojik, aile ve toplum yapısının bozulmasına yönelik etkilerini de görebiliyor muyuz?
Yine o süreçte yaşananlar perspektifinde, şahsınızın ya da başkanlığını yürütmüş olduğunuz Anayasa Mahkemesi’nin karşılaşmış olduğu bir baskı veya yönlendirmeye şahit oldunuz mu?
Benim için böyle bir şey asla söz konusu olmadı. Ama başka arkadaşlar için olduysa, o arkadaşların millete bu konuda gerekli açıklamaları yapmaları konusunda vicdan borçları vardır. Ancak ben onunla ilgili yazdığım muhalefet şerhinin başındaki tarihe not düşmek bölümünde neler olup bittiğini açıkladım, o açıklamanın ötesinde açıklama yapmakta bu işin muhatabı olan arkadaşlara düşer. Onların açıklaması lazım.
'ELE GEÇİRME PSİKOLOJİSİNİN MUTLAKA ORTADAN KALDIRILMASI GEREKİYOR'
Bildiğiniz üzere 16 Nisan 2017’de bir referandum yapıldı. Bu referandumla parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş oldu. Siz bu değişimi adalet mekanizması ve yargı bağımsızlığı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
''MECLİS’İN DENETİM ENSTRÜMANLARI ORTADAN KALKTI, SIKINTILAR DA BAŞLADI'
Parlamenter sistemle karşılaştırdığımızda yeni sistemde meclisin ve milletvekillerinin ağırlıklarının ve etkilerinin azaldığını görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Şüphesiz meclisin parlamenter sistemde sahip olduğu birtakım yetkileri ve kontrol sistemleri yok edildi. Meclisin, yürütme organını kontrol edecek, denetleyecek enstrümanları ortadan kalktı ve sıkıntılar da başladı. Eğer denge ve denetleme sistemi tam anlamıyla kurulmuş olsaydı bence sistemin isminin bir önemi yoktu. Parlamenter sistem de olabilir, başkanlık sistemi de olabilir. Şuan Türkiye’de getirilen sistem dünyada uygulaması olmayan bir sistem. Böyle bir şeyi ilk defa Türkiye’de yaşıyoruz. Dolayısıyla güçler ayrılığı dediğimiz denge ve denetleme sistemini öngörmeyen bir sistemle karşı karşıya kaldık. Böyle olunca da problemler çıkıyor ve nitekim yavaş yavaş sistemde arızalar baş göstermeye başladı. Bununla ilgili yeniden bir değişiklik ve sorunları çözmek üzere yeni projeler üretilmeye başladı. Hep beraber göreceğiz.
'ADALET KRİZİNİN DOĞAL SONUCU, EKONOMİK KRİZDİR'
Ülkemizde şuan da ekonomik darboğaz ve yargıya olan bir güven problemi var. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın açıkladığı anket sonucuna göre yargıya olan güven yüzde 38 oranında. Bunları birbirleriyle ilişkili olarak değerlendirdiğimizde ekonomik darboğaz ve yargıya olan güven arasındaki ilişki hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bahsettiğiniz çözüm önerileri birçok siyasi tarafından da toplum nezdinde de dile getiriliyor. Sizce neden bu önerilerine kulak tıkanıyor?
Türkiye’de kimlik politikalarının bir sonucu olarak inanılmaz bir kutuplaşma ve gerilim yaşanıyor Bu gerilim ve kutuplaşmadan siyasi rant elde edenler var. Bunu bırakmak istemiyorlar işin özeti bu. Bu gerilim ve kutuplaşmaya ivme kazandıranlar bundan siyasi sonuç elde ediyor, seçim kazanıyor. Yürütülen siyasi çizgi yukarıda belirttiğim sorunları da beraberinde getiriyor.
'OLAĞANÜSTÜ HAL KHK’LERİN DENETLENMESİ… 'DURUMUN GEREKLİ KILDIĞI ÖLÇÜ'YÜ KİM NASIL BELİRLİYOR?'
Genel olarak Kanun Hükmünde Kararnameleri ve Olağanüstü Hal dönemi uygulamalarını nasıl değerlendirirsiniz?
'KİM İKTİDARI ELE GEÇİRİRSE 'BİZİM MAHALLENİN ÇOCUKLARI GELSİN' DİYOR'
Gerek kamu gerekse de özel sektör alanında iyice belirgin hale gelen; nepotizm, adam kayırmaca, torpil gibi kamu vicdanın yaralayıcı çarpıklıkların nedenlerine ve çözümüne ilişkin görüşlerinizi alabilir miyiz?
Dikkat ederseniz, konu hep başta ifade ettiğimiz kimlik siyasetine dayanıyor. Bunlar kimlik siyasetinin getirdiği sonuçlardır. Kim iktidarı ele geçirirse: “bizim mahallenin çocukları” gelsin diyor. Bizim mahallenin çocukları; yeterli ya da yetersiz veya liyakatli ya da liyakatsiz önemli değil. Yeter ki bizim mahallenin çocuğu olsun. Bu anlayış durumu maalesef bu hale getirdi. Oysa devlet yönetiminde iki unsur aranır; birisi liyakatli olmak diğeri de dürüst ve ahlaklı bir yapıya sahip olmaktır. Eğer bu ikisi varsa, hangi düşünceye, hangi inanca hangi mezhebe hangi ırka mensup olduğu hiç önemli olmaz, olmamalı. Söylediğiniz anlamda bu ayrışmanın temel sebeplerinden birisi devlete kamu görevlisi alınırken yapılan sözlü sınavlardır. Bu sözlü sınavlar bu ülkede kanayan bir yaradır. Bu mülakat sistemi söylediğimiz:’’ bizim mahallenin çocukları olmalı.’’ anlayışı için çok uygun bir alan. Dolayısıyla da sözlü sınav ve mülakatların kaldırılması lazım. Polisine, yargısına, askerine kim alınacaksa bunların iyi yapılmış bir yazılı sınavdan sonra alınması lazım. Staj döneminde belirli sürelerde zaten bunları yetiştireceksiniz. Yetişme aşamasında o insanların, hukuk dışı bir durumları ortaya çıkarsa bu evrede sorunu çözebilirsiniz. Ama İşin başında daha bizim mahallenin çocuklarını oraya sokma adına, oraya doldurma adına bu elemeyi yaptığınız zaman; liyakatli, gerçekten deneyimli, birikimli o kadar çok insan dışarıda kalıyor ki; bunu hiçbir vicdan kabul etmez etmemeli.