Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, Türkiye'nin, 2-3 saatlik mesafede 1.5 milyarın üzerinde nüfusu olan, 20 trilyon doların üzerinde milli gelire sahip bir coğrafyada bulunduğuna işaret ederek, "Böyle kilit bir ülkenin, bu dinamik nüfus yapısıyla, bu kadim coğrafyada zorlukları aşacağına inanıyorum. Çalışacağız, uğraşacağız, işlerimizi iyi yapacağız" diye konuştu.
Bali, "İşsizliği aynı seviyede tutmak için bile her yıl 800 bin yeni iş yaratmalıyız. Nitekim Türkiye, son 10 yılda bir kısım Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla, 7 milyonun üzerinde yeni iş yarattı ancak işsizliği aşağıya çekemedi. Çünkü iş gücüne bundan daha fazla katılım oldu" dedi.
'SOSYAL BOYUTU DAHA AĞIR BİR İŞSİZLİKLE KARŞI KARŞIYAYIZ'
İş gücüne katılımda nitelik değişikliği olduğuna işaret eden Bali, şunları söyledi:
İkilem şu; hızlı büyümek zorundayız ancak hızlı büyümenin koşullarına sahip değiliz. Peki ne yapmalıyız? Öncelikle, iç tasarruf hadlerini artırmak konusunda çok özel çaba sarf edeceğiz. İkinci husus, dış kaynak kullanmaya devam edeceğiz, bugünden yarına iç tasarruf hadlerinin bu büyümeyi destekleyecek hale gelmesi gerçekçi değil. Peki, dış kaynağı nasıl kullanacağız? İş insanları krediyi nasıl kullanıyorsa, ülke olarak dış kaynağı da öyle kullanmalıyız. Ülke olarak, kullandığımız kaynakların maliyetinden daha yüksek getiriyi sağladığımız alanlarda büyümeliyiz. Bunları yapmak için güven, istikrar, geleceğe ilişkin öngörülebilirliğin olduğu uygun bir iklim, ortam da lazım."
'SERBEST PİYASA BOLLUK, BEREKET DEMEKTİR'
Bali, serbest piyasa ekonomisinin bütün dinamiklerine sonuna kadar bağlı kalınması gerektiğini vurgulayarak, "Serbest piyasa, bolluk, bereket demektir. Kısa dönemlerde arzu etmediğimiz sonuçları hemen vermiyor diye, biraz meşakkatli olabilecek bu yoldan vazgeçmemeliyiz. Bazen daha farklı uygulamaların kısa sürede sonuç verebilir olması pratik gelebilir, ama kalıcı olamaz. Daha kötüsü tahrip edicidir. Onun için önemli olan, bu ortamı sağlayabilmek." değerlendirmesinde bulundu.
"Reel sektörle hane halkını bir bacak, bankacılık sistemini bir bacak, kamuyu bir bacak olarak düşündüğünüzde, 2001 krizinde iki bacağın ikisi de tamamen çökmüştü. Bugün Türkiye, yüzde 2'ler civarında bir bütçe açığı milli gelir oranına sahip. Bu oran 2001 krizinde 10 katından fazlaydı. Borç stokunun milli gelire oranı bugün yüzde 30'lardadır, 2001 krizinde 2.5 katından fazlaydı. Bankacılık sisteminin bugün açık pozisyonu yok, 2001 krizinde öz kaynağının 3,5 katı kadar açık pozisyon taşıyordu. Sorunlu krediler bugün yüzde 4'ler civarında, 2001 krizinde yüzde 30'lara yakındı. Bugün bankacılık sisteminin yüzde 16 sermaye yeterlilik rasyosu var. 2001'de sermaye yeterlilik rasyosu diye bir şey yoktu. Bu, yüksek tansiyonu yaşarken tansiyonun ne olduğunu bilmemekle aynıdır. Bugün de sorunlarımız var. Çok daha büyük bir ekonomiyiz, çok daha fazla kaldıraç kullanmış, borçlanmış bir ülkeyiz ama yönetilebilir bir durumla karşı karşıyayız. Tek fark, hane halkı ve reel sektörün borçluluğu 2001'de bugüne nazaran çok daha düşüktü. Bu, aleyhe olan kısımdır. Onun için öncelikleri belirleyip, işlerimizi ona göre götürmemiz gerekecek."