“Ortadoğu’da sıcak günler yaşanıyor ve hep böyleydi aslında, bu yeni olan bir şey değil. Fakat bu sıcaklığı algılama meselesi çok önemli. İnsanın vücut ısısı muhatap olduğu sıcaklığı farklı algılamasına neden olabilir. Türkiye’nin vücut ısısı çok hızlı değişiyor, düşüyor veya artıyor, dolayısıyla bu sıcaklıklardan çok dramatik şekilde etkileniyor. Mesela Rus veya Amerikan dış politikası için Ortadoğu’daki gelişmeler vaka-i adiyeden belli bir ritim içinde gerçekleşen uluslararası ilişkilerin olağan mevzuları aslında, buna karşı da tepkiler geliştiriyorlar. Herhangi bir modern devlet bu şekilde tepki geliştiriyor. Ortadoğu’da modern devlet olmayan daha kişiselleşmiş yapılarda bu kültürün içinde var oldukları için buna göre tepkiler veriyorlar. Türkiye’nin aslında konumlanma gibi bir sorunu çıktı son senelerde, kendini tanımlanma gibi bir sorunu ortaya çıktı. Dolayısıyla Ortadoğu’yu algılama biçimi değişti. Algılama biçimi değiştiği için de Ortadoğu’daki sıcaklığı çok yakından hissetmeye başladı. Bu teknik özerk bir alan olmaktan çıktı, dış politikanın alanı olmaktan çıktı. Türkiye’de böyle bir dış politika alanı görmeye çok alışkındık. Milli Güvenlik Kurulu mesela AK Parti’den önce dış politika mevzularını o kadar da fazla iç güvenlik ya da iç politika meselesi haline getirmezdi. Teknik bir kadro bu tip müzakereleri yürütür, Türkiye’nin güvenlik çerçevesi tanımlanır ve buna göre hamleler yapılırdı. Genel itibariyle ihtiyatlı bir eğilim ortaya çıkardı ve bu yüzden Türkiye de aslında Ortadoğu ritmine ayak uydurmuş bir oyuncuydu. Bu çok dramatik bir hadise haline gelmezdi, biz devamlı bir yol ayrımı içinde olmazdık. Ama şu anda Türkiye devamlı yeni oyun kuruyor ve devamlı bir yol ayırımı stresi yaşıyor. Bu başlı başına analiz edilmeyi hak eden bir durum. Bunun asıl sebeplerinden bir tanesi Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı yapısal dönüşüm. Gerek milli güvenlik çerçevesinde tanımlama süreçleri gerekse tanımlayan aktörler son 10 sene içinde ciddi oranda değişti ve bu değişiklik maalesef Milli Güvenlik Kurulu’nun yerine daha demokratik daha kapsayıcı ve daha kurumsal yapılar ortaya konulmadığı için kişiselleşti. Kişiselleşmesinin de asıl problemi şurada. Milli Güvenlik Kurulu zamanında yapılan güvenlik tanımlamalarının çok demokratik olduğunu iddia etmiyorum. Milli Güvenlik Kurulu meşruluğunu halkın oyunda arayan bir yapı değildi, demokratik değildi ve meşruluğunu halka soran, halkın popüler desteği sayesinde politikalarının meşru olduğuna inana veya savunan bir yapı değildi. Bu antidemokratiktir ama aynı zamanda biraz tutarlıdır, mantıklıdır. Orada mesele halkın bu politikaları desteklemesi değil. Bu politikalar sayesinde iç politikadaki rakipleri elimine etme, sindirme, bastırma imkânının doğmuş olması. Çünkü aynı halk kitlesinin Astana sürecini de alkışladığı, ‘Esad gitsin’ söylemlerini de alkışladığı bir durum yaşıyoruz. Buradaki mesele devlet elitinin veya resmi söylemin muhaliflere karşı takındığı tutum ve o tavrın dış politikadan çok etkilenmesi. 2011’den 2019’a kadar sekiz sene içinde neredeyse dalgalı, tutarsız ve savrulan bir Suriye politikası izliyoruz. Gelecek ay Suriye’de Türkiye’nin tavrı ne olacak hiçbirimizin bir fikri yok. Mesela Rusya’nın dış politikası hakkında bir fikrim var. İran’ın dış politikası ve öncelikleri hakkında bir fikrim var. Fakat Türkiye’nin stratejik öncelikleri bir kurumsal devletin stratejik önceliklerinden ziyade bir siyasi partinin siyasi ikbalinden daha fazla etkileniyor. Dolayısıyla bu savrulmaları yaşıyoruz.”
‘GÜNÜN SONUNDA ERDOĞAN KİŞİSEL DİPLOMASİ İLE ÇÖZER DIŞINDA BİR YAKLAŞIM SUNAMIYORLAR…’
Ankara’da ‘AB’yi biraz oyalarsak ve çok fazla tepki almazsak seçimlerden sonra liderin iradesi ve kişisel politika yürütme kapasitesiyle işleri yoluna koyarız’ türü görüşlerin hakim hale geldiğini dile getiren Özpek’e göre, Batı’da kurumsal demokrasilerin sonunu getirmekte olan popülist dönüşümler Türkiye gibi kuvvetli olmayan ülkelerde dış politikada savrulmaya sebep oluyor: