Eğitim-öğretimde cuma günü başlayarak yarıyıl tatiline ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bakan Selçuk, iki haftalık tatil sürecinin 'eğitime ara vermek' şeklinde algılandığına ama bu dönemin eğitsel bir yanının bulunduğuna dikkat çekti.
Selçuk, "Bundan dolayı tatil kavramını da aslında yeniden düşünmemizde yarar var. Tatil, çocuğun kendisini farklı açılardan beslediği ve duygusal dengesini biraz daha yükselttiği bir dönem olmalı. Karne meselesi de 'Aslında karne kimin?' sorusunu gündeme getiriyor. Karne sadece çocukların karnesi mi, öğretmenlerin, velilerin karnesi mi? Aslında bu hepimizin karnesi. Her ne kadar karnenin üzerinde çocuğun ismi yazıyorsa da hepimizin karnesi" ifadelerini kullandı.
Karnelerin sol ve sağ tarafı arasındaki ilişkiye de dikkat edilmesi gerektiğini anlatan Selçuk, "Bir çocuğun başarılı ya da başarısız olduğu doğrudan doğruya karnenin sol tarafıyla ilişkilendiriliyorsa o zaman biz öğretimin peşindeyizdir. Ama çocuğun karnesinin sağ tarafındaki bazı davranışlar, özellikler de dikkate alınıyor ve çocuk bütünsel olarak değerlendiriliyorsa o zaman çocuğun bütünsel gelişimine hürmet ediyoruz, saygı gösteriyoruz demektir" diye konuştu.
'BAŞARI KAVRAMI GÖZDEN GEÇİRİLMELİ'
Selçuk, çocuklar açısından 'başarı' kavramının da gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
'BİR ÇOCUK NE KADAR SABIRLI, AZİMLİ OLURSA YAŞAM BAŞARISI O KADAR YÜKSEK OLUR'
"Çok net olarak ebeveynlerin çocuklarına ara tatilde ders çalışmaları konusunda baskı yapmamasını bekliyoruz" diyen Selçuk, şöyle devam etti:
'ASIL HOŞLANDIĞIM ŞEY ÇİZGİ ROMAN OKUMAK VE ARKADAŞLARIMLA BERABER OLMAKTI'
Çocukluk dönemindeki karne anılarını da paylaşan Bakan Selçuk, "Benim aslında çok parlak bir öğrenciliğim olmadı. Okulla arası çok iyi olan bir çocuk değildim. Benim için okul, arkadaşlıklar, sevdiğim öğretmenler ve özellikle ders dışında futbol ve benzeri etkinliklerdi. Bu açılardan okula gitmek çok değerliydi." diye konuştu.
"Karnemde zayıf olacağını genelde bildiğim ve bu benim için sıradan bir olay olduğundan daha çok annem ve babamın ne düşüneceği konusuna yoğunlaşırdım. Okula gidip de karneyi aldıktan sonra dönüş yolu genellikle çok azap dolu bir yol olurdu. Beklenti çok önemliydi, 'Acaba her zamanki gibi belli bir oranda mı zayıf var yoksa bu sefer artmış mı?' Zayıf sayısı biçiminde bir karşılaştırma olduğu için çok fazla mağduriyet de yaşamazdım. Genellikle de ikinci dönem hırs, çalışma azmi gelirdi ve ikinci dönem son anda toparlayıp belli çalışmaları bitirmek gibi bir alışkanlığım vardı. Ama benim asıl hoşlandığım şey, sevdiğim oyunları oynamak, çizgi romanları okumak ve arkadaşlarımla beraber olmaktı. Bunun dışında kalan bütün eğitimsel faaliyetler, herkes yaptığı için yaptığım davranışlardı."
'BİZİM AİLE ÇOK KALABALIKTI, KARNELER ARADA KAYNARDI'
Şimdilerde daha sakince karşılanmasına karşın geçmişte karnelerin ağırlığının, öğretmenlerin karne üzerindeki otoritesinin daha fazla olduğunu anlatan Selçuk, bir kere, notlarını değiştiren arkadaşlarına uyup uymamakla ilgili, kendisine ahlak sınavı gibi gelen bir olay yaşadığını ama en sonunda ailesine karnesini olduğu gibi götürdüğünü dile getirdi.
"Bizim aile çok kalabalıktı, 6 kardeştik. Çok sayıda karne geldiği için karneler arada kaynardı. Karneyi bırakan ya kaçardı ya da karnesi iyi olan ödül almak için gösterirdi. Aslolan maraton koşmak. Belirli karnelerde iyi ya da kötü olmak değil de uzun soluklu olarak bir kişinin ne yaptığını daha çok önemserim. Öğrencilik dönemimde 4,5 yaşında ilkokula başlayan birisi olarak bazı sıkıntılar yaşadım. Küçük olduğum için anlamadığım ya da henüz olgunlaşmadığım için fark etmediğim, kavrayamadığım birçok şeyin benim zekamla ilgili olup olmadığı konusundaki yargılar çok dikkatimi çekmiştir. Bir sınıftasınız, herkes anlıyor ama ben anlamıyorum. Zamanı gelmediği için yapılamayan şeyleri, sanki benim yeteneksizliğimden ya da beceriksizliğimden kaynaklanıyormuş gibi algıladığım çok uzun yıllar oldu. Ama sonra sınıfta kalarak bunu telafi ettim ve durum düzeldi. Sınıfta kalmak bana çok iyi geldi yani."