Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi ve İstinye Üniversitesi İİSBF Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Astana’da yapılan şu anki görüşmeler ve Suriye sorununun çözümü ile ilgili değerlendirmelerini Sputnik muhabiri ile paylaştı.
Şu anda Suriye konusunda en zor sorunlardan biri, İdlib meselesi. Eylül ayında Rusya ile Türkiye arasında İdlib’e ilişkin bir mutabakat zaptı imzalandı. Peki uygulama süreci nasıl işliyor? Uygulamada ne gibi engeller ortaya çıkıyor?
İdlib, Suriye topraklarının ancak %3-5 oranını teşkil ediyor. Ama çok yoğun bir nüfus var burada – yaklaşık 4 milyon sivilin yaşadığı çok kritik bir coğrafyadan bahsediyoruz. Buradaki insanlar büyük bir katliam riskiyle karşı karşıya kalmıştı. İran’ın bazı paramiliter grupları ve Suriye ordusu buraya askeri bir harekat yapmayı düşünüyordu. Ayrıca özellikle buradan Rus ordusuna karşı insansız hava araçlarıyla saldırılar yapıldığı için Rusya için de burası bir güvenlik unsuru teşkil ediyordu.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından, savaşın mutlaka önlenmesi gerektiği, yoksa bir katliamın söz konusu olacağı yönünde bir çağrı yapılmış ve bu konuda Rusya, Türkiye ve İran’ın mutlaka işbirliği yapması gerektiği yolunda bir tavsiyede bulunulmuştur. Ardından başlayan Soçi süreci ve Rusya-Türkiye mutabakatı bence bölgede büyük bir katliamı önlemiştir. Bence bu cesur girişim, Nobel Barış Ödülüne aday bir girişimdir.
İdlib meselesi kapsamında esas sorunlardan biri, muhaliflerin, elindeki silahları bırakıp bırakmayacağı ile ilgiliydi. Bu kilit noktada radikal grupların, ya ağır silahları terketmesi ya da bölgeden çekilmesi üzerinde bir mutabakat sağlanmıştır. Bence buradaki Rus ile Türk askerlerinin işbirliği, terör gruplarının pasifize edilmesi bakımından bir örnek model teşkil etmiştir. Tarihte ilk defa iki farklı askeri güç, yani NATO üyesi bir Türk ordusu ile Rus ordusu birlikte teröre karşı sahada ciddi bir mücadele göstermiş ve istihbarat alanında işbirliği yapmıştır.
Bu cesur girişimin devamı olan İstanbul zirvesinde Putin, Erdoğan, Merkel ve Macron çok önemli üç karar almıştı: 1) yeni Anayasanın hazırlanması, 2) normalleşmenin sağlanması ve siyasi sürecin başlatılması, 3) göçün durdurulması ve sivillere garantiler verilmesi. Suriye yönetimi tarafından insani yardım koridoru açılarak buradaki acil ihtiyaçların karşılanması son derece önemli olmuştur.
Bence buradaki en büyük engel, radikal gruplara silah ve para yardımı yapılması ve kargaşa çıkarılmasıdır. Rusya, Türkiye ve zannediyorum Suriye hükümeti de bu gelişmeleri dikkatle takip etmektedir. Hassas bir konudur. Dolayısıyla İdlib’deki başarı, bence çok önemli bir başarıdır. Ama bazıları bu başarının devamını istememekte ve süreci sabote etmeye çalışmaktadır. En son Afrin’deki birtakım çatışmalar bunu göstermektedir. Türk ordusu derhal duruma müdahale ederek kaosa izin vermemiştir.
Türkiye ve ABD Menbiç ile ilgili ortak bir yol haritasını kabul etmişti. Sahadaki durumlar, bu yol haritasına uygun bir biçimde gelişiyor mu?
Amerika Birleşik Devletleri, bölgeye çağırılmadığı halde bölgeye asker koymuştur. Ve Obama yönetiminden bu yana Amerika Birleşik Devletleri üçlü bir politikayı izlemişti: 1) Koalisyon güçlerinin hava kuvvetleriyle bölgeye müdahale etmek, 2) Amerikan askerini bölgeye yollamamak, 3) Yerel kuvvetler dediğimiz PYD ve YPG’yi kendi hedef ve çıkarları doğrultusunda kullanmak.
Menbiç ile ilgili Haziran 2018’de yapılan mutabakata göre bir defa PYD-YPG militanlarının kenti terketmesi gerekiyordu. Bu olmadı. PYD/YPG’nin buradaki etkisi sınırlandırılıp mültecilerin vatanlarına geri dönmesi için şartlar oluşturulacaktı. Bu da olmadı. Sadece Türk-Amerikan askerlerinin ortak devriyeleri söz konusu. Ama Türkiye tarafında bunun Amerika’nın bir oyalama taktiği yönünde bir görüş vardır.
Nitekim bu konuyla ilgili olarak Erdoğan, DAEŞ’le mücadele adına ABD’nin PYD/YPG’ye 20 bin TIR ve 3 bin uçak silah ve mühimmat vermesi, DAEŞ’le mücadele ile ilgili olmadığını, sahadaki çapulcuların kimin tarafından, nerede ve nasıl silahlandırıldığını Ankara tarafından görüldüğünü ve buna karşı harekat planlarımızın sürdüğünü demişti. Yani Menbiç’teki işlerin iyi gitmediği takdirde Türk ordusunun harekat yapabileceği kabul edilmiş durumda. Dolayısıyla, neredeyse 2019’a geliyoruz, ama “net bir takvim bulunuyor” denmesine rağmen, takvime uyulmadığı maalesef ortadadır.
Bu durum Türkiye, İran ve Rusya tarafından ciddi bir tehdit olarak algılanmakta. Astana süreci kapsamında Türkiye, İran ve Rusya aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünün de garantörleridir. Suriye topraklarının %30’unu Amerikan askerleri tarafından işgal edilmesi ve PKK’nın silahlandırılması Türkiye tarafından bir beka ve güvenlik sorunu olarak kabul edilmekte. Erdoğan’ın bunu Trump’a defalarca söylemesine rağmen henüz bir netice alınamamaktadır. Dolayısıyla Türkiye için Menbiç, henüz belirsizliğini koruyan bir muamma. Aslında bu, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’ni ciddi şekilde karşı karşıya getireceği çok ciddi bir süreç. ABD’nin, PKK’yı terör örgütü olarak tanıdığı halde PYD’nin aynı şekilde değerelendirmediği yönünde açıklamaları, Türkiye ve PYD’nin aynı masaya oturtulmaya çalışıldığı yönünde bir algı oluşturdu ki, Türkiye bunu şiddetle reddetmekte, çünkü bu terör örgütüyle pazarlığa girmek istememektedir.
Peki bundan sonra Suriye sorununun çözümü ve bölge güvenliğinin tesisi ile ilgili süreç nasıl gelişebilir?
Bundan sonra ne olabilir diye baktığımızda şunu belirtmekte fayda var. Astana süreci bence devam edecektir, çünkü verimliliğini kanıtlamıştır. Nitekim Astana görüşmeleri sayesinde bölge devleti olan İran ve Türkiye ve bölgede önemli çıkarları bulunan Rusya tarafından, Suriye’de akan kan durdurulup ateşkes sağlanmıştır. Öte yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünün muhafazası konusu bir şekilde karara bağlanmıştır. Ayrıca Suriye’nin normalleşmesi ve mültecilerin vatana dönmeleri konusunda üç devlet de elini taşın altına koymuştur. Astana süreci, barışın bir anahtarıdır. Ve bu anahtarın iyi kullanılması gerekiyor. Burada Rusya’ya çok büyük bir sorumluluk düştüğünü düşünüyorum.
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Astana, Soçi ve İstanbul görüşmelerinden rahatsız olduğu açık. Bu nedenle Washington, Türkiye ile Rusya arasında gelişen işbirliğini kıskanıp, özellikle S-400’lerin alımı ve Türk Akımı projesine karşı çıkmakta. Öte yandan sahada Türkiye ve İran’ın ortak hareket etmesine rağmen Amerika Birleşik Devletleri, P5+1 nükleer anlaşmasından çekilerek İran’a büyük bir ambargo ve yaptırım kararı başlatmakta. Bana göre tıpkı Surye’de olduğu gibi İran’da halkın çaresiz duruma düşmesine ve orada terörün canlanmasına sebebiyet verebilecek bir takım iç kargaşalıkların zemini hazırlanmakta. Bu bakımdan Rusya ve Türkiye’nin İran’ın yanında durmasının, bölge güvenliği ve istikrarı açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
-- Türkiye, YPG'yi, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak görüyor ve bu yapıyla ilişkili DSG gibi örgütlerin de 'terör örgütü' olarak kabul edilmesini istiyor. Ancak, Başta ABD olmak üzere Batılı güçler, Ankara’nın bu görüşünü kabul etmiyor. Ankara, ayrıca YPG'ye silah verilmesine de sert bir şekilde karşı çıkıyor. --