"Yaptırımlar İran-ABD ilişkilerinin devrim sonrası dönemde ayrılmaz bir parçası olageldi. ABD, İran'a yönelik ilk yaptırımlarının rehine krizinin hemen akabinde uygulamaya başlamıştı. Bu krizden bir an evvel çözüm alabilmek için yaptırım siyasetini devreye sokmuştu. Zaten diplomatik ilişkilerin kopması 1979'da başlayıp 444 gün boyunca süren rehine krizine dayanır. Daha sonra yaptırımlar her ne kadar bu rehine krizinin çözülmesinin ardından kademeli olarak kalksa da her daim aslında Amerikan siyasetinin bir parçası oldu. 1990'larda hem başkanlık kararnameleri hem de kongre tarafından İran'ın küresel sisteme yeniden entegrasyonunun önlenmesi için kullanılan önemli bir enstrümandı. 2000'lerde nükleer programı nedeniyle İran hem ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına maruz kaldı hem de ABD'nin çabalarıyla Birleşmiş Milletler yaptırımlarına maruz kaldı. Donald Trump, dönemiyle birlikte İran'a nükleer programı nedeniyle uygulanan yaptırımların yeniden döndüğünü gördüğünü görüyoruz. İlki 7 Ağustos'ta başladı. Bu İran'ın değerli metallerle, otomotiv endüstrisine yönelik ya da dolarla yaptığı ticarete yönelik eylemlerini kapsayacak. En büyük yaptırım ise 4 Kasım'da devreye giriyor. Bu daha kritik. Çünkü ikinci yaptırımların kapsamı da İran'ın petrol ve doğalgaz ihracatını ve finansal sistemle olan ilişkilerini hedef alacak. Aslında 2010 yılından itibaren ağırlaşan yaptırımların yeniden tedavüle girdiğini görüyoruz. Buradaki temel fark şimdilik bunların ABD tarafından uygulanıyor olması. Henüz çok taraflı bir yaptırımdan bahsetmiyoruz. İran nükleer anlaşmanın içinde, yükümlülüklerini sürdürüyor. Bu İran'ın ABD ile ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası. Bir yandan İran ekonomisini zorlayan bir sistemden bahsediyoruz. Özellikle çok taraflı yaptırımlar İran'ı epey bir sarstı. Burada en kritik gelişme Avrupa Birliği'nin uyguladığı petrol yaptırımları olmuştu. Bu nedenle aslında şu an ABD'nin uyguladığı yaptırımlar İran'ı yıpratacak. Önümüzdeki süreçte reel etkilerini daha sık göreceğiz. Protestolar da bunun bir göstergesi. Ancak çok taraflı olduğu vakit İran için sorun. ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarında İran bunu bir yandan iç siyasette ‘ABD'ye karşı kimliğimizi, devrimimizi, devletimizi koruyoruz' şeklinde ‘Biz direniyoruz' söylemi var. Öte yandan, yaptırımların elbette ekonomik olarak bir külfeti de var. Zira Ruhani 2013 yılında iktidara gelmeden önce seçim sürecinde yaptığı propaganda da şöyle söylüyordu: ‘Elbette nükleer program bizim için vazgeçilmez, ama ülkenin sanayisi de çalışmalı.' O nedenle İran nükleer programdaki ısrarıyla ekonomisinde bir an önce ihtiyaç duyduğu istikrarı yakalamak için aradaki dengeyi kurmak zorunda hissetmişti kendisini. Aslında bu nükleer anlaşmanın geleceğine dair kaygılar arttığı vakit İranlı yetkililere sorulduğunda, ‘Biz yaptırımlara alışkınız, başa çıkabiliriz' vurgusu vardı. Ama elbette bu kadar kırılgan bir ekonomide yaptırımların büyük bir külfet getireceği de aşikâr. O nedenle hedef yaptırımların çok taraflı yaptırımlara dönüşmesini engellemek. Bu durum İran'ın nükleer anlaşmada kalmaya daha istekli olacağını gösteriyor. En azından Avrupa Birliği, Çin ve Rusya ile ilişkilerde ekonomik kazanımlarını korumaya çalışacak."
‘İRAN, AVRUPALI ŞİRKETLERİN ABD'NİN BASKISINA ÇOK DAYANAMAYACAĞINI BİLİYOR'
Avrupalı şirketlerin ABD'nin baskısına dayanamayacağını İran'ın bildiğini belirten Gülriz Şen, yeni dönemde İran'ın Çin'e daha da yakınlaşacağını ifade etti. Şen, kasım ayında yürürlüğe girecek olan yaptırımları hafifletebilmek için İran'ın petrol ihracatında güvendiği ülkeler arasında Çin ile Hindistan olduğunu söyledi: