Türkçe'de modern romanın başlangıcı olarak kabul edilen Halit Ziya Uşaklıgil'in ‘Mai ve Siyah'ı romanını yeniden yayına hazırlayan Doç. Dr. Seval Şahin, Serhat Sarısözen'le Gündem Dışı'nın konuğu oldu. İlk olarak Servet-i Fünun dergisinde 45 sayı resimli olarak yayınlanan ardından ilk defa 1898'de basılan, daha sonra 1938 yılında yazarı tarafından sadeleştirilen ‘Mai ve Siyah', Seval Şahin'in 4 yıl boyunca yaptığı derinlikli çalışmalardan sonra eleştirel ve sadeleştirilmiş baskı şeklinde iki cilt olarak 2018 yılında yeniden okuyucuyla buluştu.
Seval Şahin, ‘bağçe' gibi kelimeleri bahçe, ‘bekliyerek' gibi kelimeleri bekleyerek olarak düzeltmiş. Günümüzde kullanılmayan kelimelerin her sayfanın altında, dipnotlarla karşılıklarını vermiş. Mai ve Siyah romanı, Ahmet Cemil'in gözünden bize aktarılan beş yıllık bir zaman dilimini kapsıyor. Her iki baskının da ekinde Makber ve Hilal-i Seher şiirleri, zaman çizelgesi ve Orhan Koçak'ın sonsözü var. Sadeleştirilmiş baskıdan farklı olarak, eleştirel baskıda tefrika, 1898, 1902, 1914 ile 1938 baskıları arasındaki farklar yer alıyor.
Şahin, Servet-i Fünun edebiyatına ilişkin olarak, "Servet-i Fünuncular, sanat sanat içindir' diye çalıştılar. Sanatın kendi özerkliğini sağlamasını da göz önünde bulunduran bir topluluk, aslında bunu unutmamak gerekiyor. Serveti Fünun o dönem, yeni edebiyatın ortaya çıktığı bir akım olarak görülüyor" dedi.
‘SANAT, KENDİ GERÇEKLİĞİNİ YARATIR'
Halit Ziya'nın ‘kısır bir estetizm içinde köksüz duygularla oyalanmaya yatkın olduğunu ve kafasının cemiyetin büyük davalarıyla uğuldamadığını' söyleyen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ve "Böyle şey olur mu? Biz lisanı sadeleştirelim derken, bunlar bir kat daha berbat ettiler. Bu ne lisan? Bu ne tabir?" diye Ahmet Mithat Efendi'nin görüşlerinin de değerlendirildiği programda Seval Şahin, "Bizim dünyayı nasıl gördüğümüzdür, edebiyatı edebiyat yapan ve metnin gerçekliğini oluşturan. Öbür türlü var olanı olduğu gibi yansıtırsak biz bir yansıtıcıya dönüşürüz ve edebiyat da olmaz. Sanatın, Servet-i Fünuncular için bu kadar önemli olmasının sebebi de bu. Sanatta kendi dilini aramaları, sanatın neye denk düştüğüne yeniden kafa yormalarının sebebi de bu. Çünkü sanat, kendi gerçekliğini yaratır ve kendi gerçekliğini de yazar, yeni bir dille ve üslupla ortaya koymak zorundadır" diye konuştu.
‘ESERİN İÇİNDEKİ MÜZİK BÜYÜK ORANDA KAYBOLDU'
Programın yapımcısı Serhat Sarısözen'in, "Yurt dışında da çok karşılaşılan bir durum mudur, bir yazarın bir metni yazdıktan sonra onunla vedalaşamayıp yeni baskılarda ona ekler yapması ya da onu sadeleştirmesi? Halit Ziya, bu eseriyle neden bir türlü vedalaşamadı? Eksik gördüğü ya da yanlış yaptığını düşündüğü bir şeyler mi vardı?" sorusu üzerine Seval Şahin, "Bu, normal. Cumhuriyet'ten sonra Servet-i Fünun dönemi, son derece lanetli bir dönem olarak kabul ediliyor. ‘Dili bozdular, bunlar Türkçeyi bozdular, zaten çok milli de değildiler' deniyor. ‘Milli ve yerli' meselesi işin içine girmeye başlıyor. Uşaklıgil, ‘ben yanlış yaptım' diyerek bu düzeltmeyi yapmadı. Başka biri bunu yapacağına, kendisi eserini güncellemek istedi. Halit Ziya'yı hem o günün politik koşulları hem de devrin edebiyat ortamı zorladı. Sadeleştirilmiş metin ve imgeler ve eserin içindeki müzik büyük oranda kayboldu. Roman, 1938'de yapısal bir değişiklik geçirdi" ifadelerini kullandı.