24 Haziran öncesinde verilen mesajlar ve arayışları ABC gazetesi yazarı ve Tele1 televizyonu yorumcusu siyaset bilimci Doç. Dr. Deniz Yıldırım ile konuştuk.
‘BU SEÇİMLERDE DIŞ POLİTİKA GERİ PLANA ATILDI'
Doç. Dr. Deniz Yıldırım'a göre, Erdoğan yönetimi altında Türkiye'nin iç politik ihtiyaçları dış politikayı yönlendiren en önemli etkenlerden biri haline geldi. Erdoğan yönetiminin geçen seneki ‘Türk tipi' başkanlık sistemi referandumu sürecinde Avrupa ile yaşadığı gerginliği anımsatan Yıldırım, bu seçimlerde ise dış politikanın hiç olmadığı kadar geri planda kaldığına dikkat çekti:
‘AFRİN YAHUT KANDİL OPERASYONLARI SİYASİ HİKMET GÖRÜLMÜYOR'
"Bu da iktidarın MHP ile kurduğu daha çok güvenlik vadeden ittifakının vaatlerinin görünür olmasını engelleyen bir stratejiye dönüştü. Bunun dışında güvenlik temelli bir dış politika anlayışı açısından baktığımızda belki AKP'ye oy veren seçmen tabanı içerisinde Afrin, Kandil operasyonlarının mutlaka bir karşılığı var. Ama bu, bu tabanı da aşıyor. Bu operasyonlara destek oranlarına baktığınızda sadece AKP tabanı ile sınırlı olmadığını söyleyebiliriz. Güvenliği sağlamak zaten görev. Dolayısıyla bu görevin yerine getirilmesi ekstra bir siyasi bir başarı ya da ekstra siyasi anlamda bir hikmet olarak görülmeyebilir."
‘MUHALEFET PARTİLERİNE GÖRE SURİYE YÖNETİMİ İLE TEMASA GEÇİLMELİ'
"Hemen hemen bütün muhalefet partileri Suriye'deki yönetimle bir şekilde görüşülmesi gerektiğini söyledi. Artık (Suriye Devlet Başkanı Beşar) Esad yönetimi ile olan sorunların giderilmesi ve Suriye yönetimi ile temasa geçilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bir başka başlık CHP'nin önerdiği İran, Irak, Suriye ve Türkiye'nin üye olacağı bir Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT). Bir bakıma bölge merkezli bir dış politika anlayışı içerisinde sadece güvenlik değil aynı zamanda iktisadi bir işbirliğinin de kapısını açacak bir entegrasyon süreci önerisi geliyor. İktidarın bu konuyu şu anda geri planda tutmasının nedeni Türkiye'de şu anda Suriyeli mülteciler meselesinin aynı zamanda bir iç politik gerilim malzemesi olması. Suriye konusu tartışıldığında artık doğrudan bir dış politika konusu değil. Yapılan bir araştırmada da halkın yüzde 78'i Suriyelilerin öyle ya da böyle geri gönderilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden AKP açısından çok elverişli bir tartışma alanı değil. ABD'nin en az konuşulduğu, iktidar partisi tarafından ABD karşıtlığının en az seçim malzemesi yapıldığı kampanyalardan birini görüyoruz. Dış politikanın ve iç politikanın güvenlik eksenli olarak yeniden tarif edilmesi Türkiye'de seçmen davranışlarını çok hızlı bir şekilde etkiliyor. 7 Haziran seçimleri sonrasında başlayan çatışma ve şiddet ortamından sonra bir tür koalisyon oluşturulamaması, yeniden istikrarsızlık, ‘Tek parti ortamında olmayan şeyler bu kaos ortamında oluştu' propagandasının etkili olması özellikle muhafazakar, milliyetçi seçmenin yeniden AKP etrafında kümelenmesine yol açtı. Meselenin özü iç politikada da dış politikada da olsa güvenlik merkezli bir ihtiyacın seçmenler tarafından birinci sıraya yerleştirilip yerleştirilmediği. Şu anda iktidarın güvenlik merkezli ihtiyacı birinci sıraya yerleştirmekte ilk defa zorlandığını görüyoruz."
‘DIŞ POLİTİKADA ÖNCELİKLER İKTİDARIN GÜNLÜK İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA YAPILAN ESNEMELER'
"İktidarın kendine göre şu anda geliştirdiği çok ciddi bir dış politika retoriği var. Bu çizgiden çok da uzaklaşacak bir görüntü de vermiyor. Avrupa Birliği'nde (AB) yaşanan bölünmede daha çok İngiltere ile ilişkileri güçlendiren daha Atlantikçi bir pozisyon almaya çalışan bir hat izliyor. Bunun yanında ABD ile Suriye merkezli politika anlaşması üzerinde çalışıyor. Özellikle Batı'da kendisine dönük ilginin zayıfladığını gördüğü andan itibaren de Rusya ile ilişkileri iyileştirmeye çalışan bir pozisyon var. Yeni Osmanlıcığın yada ideolojik önceliklere göre dış politika anlayışının Suriye'de iflas etmesinden sonra ortaya çıkan yeni tabloya baktığımızda birçok kişi AKP iktidarının dış politikada bu sorunları aslında gördüğünü, gerçeklerle yüzleştiğini ve bir denge politikasına yönelmeye mecbur kaldığını düşünüyor. Aslında durum tam da böyle değil. Burada gördüğümüz kadarıyla iktidarın kendi siyasal öncelikleri açısından bir meşruluk sorunu hissetmeye başlaması. Bu meşruluk sorunu karşısında yalnızlığını ortadan kaldırılabilmek adına zaman zaman çok esnek ve taktiksel birtakım gidiş gelişler yaptığını görüyoruz. Bazen Rusya'ya kendini çok fazla yaklaştırması bazen bir taraftan Suriye konusunda İran'ı ve Rusya'yı karşısına alarak yeniden ABD'nin yanında taraf alması. Ben bunun bir denge siyaseti olarak adlandırılabileceğini düşünmüyorum. Bende buradaki önceliklerin daha çok iktidarın günlük ihtiyaçları doğrultusunda yapılan esnemeler olduğu izlenimi daha hakim."
‘BATI'YI DENGELEMEYE DÖNÜK YENİ İTTİFAK ALANLARI ARANIYOR'
"Türkiye'nin bir taraftan içeride tek adam rejimine doğru yöneldiği, diğer taraftan uluslararası alanda güvensiz bir imaj çizmesi Türk diplomasi araçlarının dünyadaki itibarının zedelendiği durumu karşısında muhalefet tarafından yeniden Türkiye'nin uluslararası alanda değerini arttıracak bir restorasyon önerisi var. Bunun yanında muhalefet partilerinin öne çıkardığı konu yalnızlığı aşmak adına Türkiye'nin öncülüklerini merkeze alan bir denge politikası. Avrupa Birliği (AB) ile üyelik gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, bir katılım hedefine dönük olarak uyum sürecinin devam ettirilmesi, ABD ve NATO ile ilişkilerin uyumlu olması ama diğer taraftan da dünyadaki güç dengelerine paralel olarak özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde bir pozisyonları olduğu görülüyor. Bugüne kadarki seçimlerde iktidar ve muhalefet partisinde çok daha Batı merkezli bir dış politika perspektifi önerisi görüyorduk. Bugünkü bildirgelere baktığımızda doğrudan bir Batı'dan kopuş yönünde herhangi bir eğilim yok. Ama buna rağmen Batı'yı dengelemeye dönük yeni ittifak alanları arandığını gösteren hem bölge merkezli hem küresel ölçekte yeni bir dönemin işareti. Bu aynı zamanda dünya dengelerindeki yeni değişimin Türkiye'deki siyasi partilerin de kendilerini uyarlamaya çalıştıklarını gösteren bir arayışın ifadesi."
‘KAPİTALİZMİN KARŞI KARŞIYA OLDUĞU CİDDİ BİR KRİZ VAR'
"20. yüzyılda oluşan ABD merkezli dünya hegemonyasında ciddi bir sarsılma var. Kapitalizmin bugünkü dinamikleriyle karşı karşıya olduğu ciddi bir kriz var. Kapitalizmin yaklaşan daha derin bir krizi nasıl atlatacağına dair bir reçete bulunmuş değil. Bu içinden geçtiğimiz dönemi siyasal anlamda da bir geçiş süreci olarak değerlendirmek lazım. Antonio Gramsci'nin "Eski öldü, yeni henüz doğmadı" diye bir sözü vardır. Böyle bir geçiş süreci yaşıyoruz şu anda. Belki de Türkiye gibi ülkelerdeki aktörler tam da bu geçiş döneminin kendilerini doğurduğu yeni boşluklarda, yeni manevra alanlarında kendi pozisyonlarını güçlendirmeye ve çeşitlendirmeye çalışıyorlar."