ABD'nin büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşımasının ardından İsrail güvenlik güçlerinin Gazzelilerin tepkisini onlarca kişinin ölüp binlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir katliamla bastırma girişimi, İsrail ve Türkiye arasında sert söz düellolarına sebep oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Twitter üzerinden kendisi için "Erdoğan öldürmeyi çok iyi bilir" diyen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya yine aynı mecradan yanıt verdi. Erdoğan, "Ellerinde Filistinlilerin kanı var, Netanyahu, suçlarını Türkiye'ye saldırarak saklayamaz" yanıtını verdi.
Ancak öte yandan Salı akşamı, bu gergin politik iklime tezat sayılabilecek bir gelişme yaşandı. Türkiye'nin İsrail'le yaptığı anlaşmaların iptalini isteyen önergenin, AK Parti oylarıyla reddedildiği bildirildi. CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, İsrail ile siyasi ve ekonomik bütün anlaşmaların iptal edilmesi için TBMM Genel Kurulu'na sunulan önergenin AK Parti oylarıyla reddedildiğini söyledi.
Son birkaç gün içinde yaşanan bütün bu gelişmeleri, 6 yıl önce CNN Türk televizyonunda sarf ettiği, "Bunu bir kenara yazın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti yapacaklar. İsrail'in Kudüs'ü başkent yapmasına yönelik gelişmeleri ortaya çıkaran, bu yolu açan ve destekleyen sayın Erdoğan'dır. Aynı Erdoğan, İsrail Kudüs'ü işgal ettiğinde bağıracaktır, kızacaktır" sözleriyle gündeme gelen eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Sputnik'e değerlendirdi.
‘YAŞANANLAR, TAMAMEN İSRAİL'İN 1980'LERDEN BU YANA TARTIŞILAN POLİTİKALARINA UYGUN İLERLİYOR'
Şener "Bu Arap Baharı, benim deyimimle ‘Arap Kara Kışı' denilen dalga, daha önceki Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'ne (BOP) dayanmaktadır. Bu proje, ilk kez 2004 yılında ABD'nin Sea Island kasabasında gerçekleştirilen G-8 toplantısında dünyaya duyurulmuştur. Bu toplantıda Türkiye de projenin eş başkanı ilan edilmiştir. Ama BOP denen proje 1980'lerde basına yansıyan ve dünyada büyük tepkiler uyandıran İsrail stratejilerine dayanmaktadır. Bu stratejiler, o dönem ‘Oded Yinon Planı' olarak gündeme gelmiş ve dünyada tartışılmıştır. İsrail stratejilerinin özünde, İsrail'e komşu ülkelerin küçük parçalara ayrılması, İsrail'in emperyalist politikalar izlemesi ve parçalara ayrılan ülkeler üzerinde dominant haline gelmesi var" şeklinde konuştu.
‘KUDÜS, BAŞINDAN BERİ İSRAİL'İN STRATEJİK HEDEFİYDİ'
Kudüs'ün o dönemden bu yana İsrail'in 'stratejik hedefi' olduğuna işaret eden Şener, "İsrail'in ilk stratejik hedefinin Kudüs olduğu belliydi. Bir yılı geçmiş olan ‘Arap Kışı' döneminin ardından gelişmelerin İsrail'in stratejilerine uygun olarak devam ettiğini gören biri olarak, daha o dönemden bugünkü gelişmelerin yaşanacağını ilan etmiştim. İsrail, öteden beri Kudüs'ün kendisinin başkenti olduğunu söylüyor ama ülkelerin büyükelçileri Kudüs'e taşınmadığı takdirde, orayı başkent saymak mümkün olmadığı için ABD'nin diğer ülkelere de referans olacak şekilde büyükelçiliğini oraya taşıması, Kudüs'ü fiili olarak İsrail'in başkentine dönüştürecek bir durumdu. Ben bunu o günden öngörmüş ve ilan etmiştim" dedi.
‘ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU, KUDÜS'TE YAŞANANLARIN BİR NUMARALI SORUMLULARIDIR'
Kudüs'ün İsrail için nihai hedef olmadığına, İsrail'in hamlelerini gerekli zemini hazırlayarak aşamalı şekilde attığına işaret eden Eski Başbakan Yardımcısı Şener "İsrail'i, dünya dengeleri ve dünyanın kendisinin yapacaklarını hazmetme kapasitesinin taşındığı noktaya uygun adımlar atan bir ülke olarak değerlendirmek lazım. İsrail yapacağı hamleler için önce zemin hazırlıyor. Ancak bugün Kudüs'ün fiilen İsrail'in başkentine dönüşmesinin bir numaraları sorumlularından biri Sayın Erdoğan'dır. Başbakanlığı döneminde Sayın (eski dışişleri bakanı ve başbakan Ahmet) Davutoğlu'yla birlikte izlemiş oldukları Suriye politikası, bugün Kudüs'ü İsrail'in başkentine dönüştüren en önemli etkenlerden biridir. Emperyalizmle, yani ABD, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan ve Katar'la işbirliği yaparak Suriye devletini çökertmeye çalışmak, söylendiği gibi rejim değişikliği veya demokrasi arayışı değil; doğrudan doğruya İsrail stratejilerine uygun olarak Suriye'nin parçalanmasına yönelik çabalardır. Bu hedefi uygulayan ülkeler ittifakına, Sayın Erdoğan ve Davutoğlu da politikalarıyla dahil olarak bugün Kudüs'ün bu noktaya gelmesinin bir numaralı sorumluları olmuştur. Kudüs'de yaşananlar, Erdoğan ve Davutoğlu'nun ABD, Katar ve Suud ile Suriye'nin parçalanması stratejilerine dayanıyor" diye konuştu.
‘ASTANA SÜRECİ OLUMLU ANCAK ABD'Yİ STRATEJİK ORTAK GÖRMEK BÜYÜK HATA'
Şener "Biliyorsunuz, ABD'nin PYD ile birlikte sınır güvenlik gücü oluşturacağını açıklamasıyla birlikte ABD aleyhine yüksek perdeden üst üste demeçler verildi. Ama arkasından ABD'nin hiç olmadığı Afrin'e girildi. Afrin Harekatı sırasında da, Trump'ın o dönemki dışişleri bakanı Tillerson Türkiye'ye geldi. Tillerson'la başbaşa 3,5 saat görüştüler. Ve o ana kadarki Amerika aleyhtarlığı birden değişti ve Amerika'yı yeniden ‘stratejik ortak' olarak ilan etmeye başladılar. Yani Sayın Erdoğan veya Türk hükümeti ABD'yi Ortadoğu'da stratejik ortak olarak görüyorsa, burada bir problem var demektir. Basit bir mantık kuralı vardır. A, B'den büyükse, C de B'den küçükse A, C'den büyük demektir. Mantık derslerindeki temel kural bu. Sayın Erdoğan, Ortadoğu'da ABD'yi ‘stratejik ortak' olarak görüyorsa; bu demektir ki, aslında ABD'nin stratejik ortağı olan İsrail'le de Erdoğan politikaları arasında stratejik ortaklık var demektir" ifadelerini kullandı.
‘ERDOĞAN'IN YAPMASI GEREKEN 3 ŞEY VAR'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı sert bir şekilde eleştiren Şener, Erdoğan'ın bölgedeki durumu değiştirmek adına atması gerektiğini düşündüğünü hamleleri aktardı:
"Bu noktadan sonra Sayın Erdoğan, İsrail'in genişleme politikalarından rahatsızsa ve İsrail'in Kudüs'ü ABD ile birlikte kurduğu stratejik ortaklığın sonucu olarak başkentine dönüştürmesine karşıysa somut bazı hamlelerde bulunmalı. Çünkü o artık muhalefet değil, iktidardır. Bu iş demeç vermekle, miting yapmakla olmaz. Ne yapması lazım? Madde 1: Suriye devletinin egemenliğinin sağlanması için Suriye devletini destekleyen ve devletle iş birliği yapacağım politik dönüşümü kararlı bir şekilde uygulamalı. Zira bir taraftan Suriye'nin parçalanmasını yol haritası olarak görüp oradaki çetelere hakimiyet alanı açacak politikalar sürdürerek bu iş yürümez. Orada birliği ve beraberliğini tesis edebilecek tek güç Suriye devletidir. Türkiye'nin Suriye devletine destek olması şart. Suriye'deki herhangi bir parçalı yapı planı, İsrail'e hizmet eder" dedi. Şener şöyle devam etti:
"İkincisi, (Erdoğan'ın) özellikle kendisinin İsrail'le yaptığı anlaşmaları iptal etmesi gerekir. (Erdoğan'ın) Mavi Marmara nedeniyle imzaladığı anlaşma, İsrail'in tezlerini kağıda dökmekten ibarettir. İç kamuoyunu yanıltmak ile bir yere varılamaz. Anlaşmayla İsrail uluslararası sularda işlediği cinayetlerden dolayı hem yerel hem uluslararası mahkemelerden kurtulmuştur. Yapılan anlaşma İsrail'in Gazze ablukasını tescillenmiştir. Türkiye'nin bu anlaşmadan vazgeçmesi, bu anlaşmaları tek taraflı olarak feshetmesi lazım. Üçüncüsü de, eğer yapabilecekse ‘Kudüs, Filistin'in başkenti olacak' sözlerine uygun olarak davranmalı. Hadi, Türk büyükelçiliğini Kudüs'e taşısın, bakalım. Üç somut adımdan bahsediyorum. Bunların en az ikisini uygulamaya koymadığı takdirde, ben Sayın Erdoğan'ın stratejilerinin ABD'yle ortaklık politikaları olduğunu söylerim ki, bu da Sayın Erdoğan'ın politikalarının ABD ile stratejik ortak olan İsrail politikalarına uygun olduğunu gösteriyor. İsrail'e çok kızması, Netanyahu'ya ağzının payını veriyor gibi söylemler sadece kamuoyunu yanıltmaktan ibarettir. Artık iç kamuoyuna değil dışarıya konuşması lazım."
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Cahit Armağan Dilek de Türkiye'nin Ortadoğu politikalarıyla Kudüs'te yaşananlar arasında ilişki olduğuna vurgu yaptı.
ABD destekli Ortadoğu projelerinin, bölgedeki birliğe zarar vermek ve İsrail'e hizmet etmeyi amaçladığına işaret eden Dilek, şöyle devam etti:
"Bölgemizde Arap Baharı'yla başlayan süreçteki tüm gelişmeler birbiriyle ilintili. Arap Baharı'nın bölgenin yeniden dizayn sürecinin son safhası olan Suriye'deki iç savaşın başlamasıyla birlikte belki de Batılı aktörler, en uygun aktörü yakaladılar. Bu aktör de mezhepsel farklılığı sebebiyle Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad oldu. Esad'a karşı bölge ülkelerini yanlarına alan Batı'nın terör örgütlerini de işin içine dahil etmesi, süreç farklı boyuta taşıdı, kırılganlık iyice arttı. Amerika'nın arkasında olduğunu ve İsrail'in desteklediğini bildiğiniz bir ‘İslam Ordusu' varlığı, bunun bir örneği. Katar krizi çıktığında da İslam ülkeleri kamplaştırıldı. Her gelişmede, bölge ülkeleri arasında bir bölünme yaratıldığını görüyoruz. İran'ın bertaraf edilmesi ve bölgedeki etkinliğinin sona erdirilmesi için İran'a karşı ittifak oluşturulma süreci başlatıldı. Bunun da Esad rejimini düşürülmesiyle bağlantılı olduğunu da çok iyi şekilde biliyoruz. Dolayısıyla İran'a karşı ittifak da bir şekilde İslam ülkelerini böldü. Bütün bu gelişmeler, İslam ülkelerinin herhangi bir konuda ortak tepki gösterme ihtimalini ortadan kaldırdı. Bunu Kudüs örneğinde gördük. Kudüs'te yaşananlar önemli çünkü İsrail ve ABD tarafından bakıldığında, büyükelçiliğin Kudüs'e taşınması için uygun zamanın geldiğini ortaya koyuyor."
ABD ve İsrail'in Kudüs planlarını aşamalı bir biçimde ve bölge ülkelerini alıştırarak hayata geçirdiklerine değinen Dilek, "Aralık 2017'de Trump büyükelçiliği taşıma kararı aldığını açıkladıktan sonra, tepkileri bertaraf etmek için önce ‘4 sene sonra taşıyacağız' sonra ‘2 sene sonra taşıyacağız' dediler. Ama bölgede İran'a karşı ittifak oluşturulması ve İran'la olan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve IŞİD'le mücadelenin sonuna yaklaşılmasıyla birlikte büyükelçiliği 14 Mayıs 2018'de İsrail'in kuruluşunun 70. yıldönümünde taşıma kararı aldılar. Gördük ki, İslam ülkelerinin bölünmüşlüğü çerçevesinde, İslam ülkelerinden rutin açıklamaların dışında bir tepki gelmiyor. En sert tepki veren Türk hükümetinin sözlerinden bile bir sonuç çıkması mümkün görünmüyor. Seçime giden Türk hükümeti, bu konuyu iç politika malzemesi olarak kullanacaktır. Protestolar ve Filistin'e yardım sürecinin Ramazan ayına yayılması da zaten yaklaşan seçime yöneliktir" dedi.
Türkiye'nin Suriye'yle iş birliği yapmasının bölgede yaşananların önüne geçeceğini söyleyen Dilek, "İslam ülkelerinin ayrışması ve Suriye'nin 5-6 parçaya bölünmesi hedefleri birbiriyle bağlantılıdır. Bu plan da Suriye'nin batısıyla İran arasındaki iletişimi kesmeye yöneliktir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesini önleyecek olan en temel hamle başta Suriye olmak üzere İran ve Irak da dahil olmak üzere bölge ülkeleriyle iş birliği yapılmasıdır. Çünkü Suriye'nin kaybedilmesi, bölgedeki diğer ülkelerin de güvenliğini etkilemektedir. Suriye bölündüğü zaman Türkiye ve İslam ülkeleri Kudüs'te de kaybedecektir, bölge genelinde de kaybedecektir, kendi bekaları da tehdit altına girecektir. Bu yüzden işin başlangıç noktası, 2011'de başlayan Suriye'yi bölme politikalarını engellemekten geçmektedir" ifadelerini kullandı.
'HÜKÜMETİN YAPTIKLARI, İSRAİL KARŞITI SÖYLEMLERİYLE UYMUYOR'