Batılı güçlerin tutumları ve Türkiye'nin pozisyonunu harekattan hemen öncesinde Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Hasan Ünal ile konuştuk.
‘BATI KENDİ İÇİNDE MUTABIK FAKAT KAMUOYLARINDA DESTEK BULAMIYORLAR'
Hasan Ünal, Batılı güçlerin Suriye konusunda kendi aralarında mutabık olduklarını fakat kendi kamuoylarında destek bulamadıklarını söyledi:
"Nereden bakıldığına bağlı olarak Batı'da Suriye konusunda bir çatlak olduğu söylenebilir, öte yandan benim durduğum yere göre aslında aralarında bir mutabakat var. Mutabakat iki konuda; öncelikle diyorlar ki burada bir kimyasal saldırı meydana gelmiştir ve bunu da Suriye hükümeti gerçekleştirmiştir, bunu Esad yapmıştır. Bunu ifade ediyorlar ama kendi kamuoylarından bu söylediklerine destek bulmakta çok zorlanıyorlar.''
‘IRAK'TA SÖYLENENLERİN YALAN ÇIKMASI, BATI'DA CİDDİ BİR KAMUOYU OLUŞTURDU'
"Örneğin, Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği günleri hatırlayacak olursak, o günlerde ABD ve onlarla birlikte hareket eden Batılı güçler kendi kamuoylarını ve dünya kamuoyunu Saddam Hüseyin'in kötü birisi olduğuna, üstelik elinde çok büyük bir miktarda kimyasal silah stoku olduğuna hatta belki de nükleer silah elde etmek üzere olduğuna kolaylıkla ikna etmişlerdi. Çünkü 11 Eylül olaylarının peşinden gelmişti bütün bunlar. Yani ortada dünya kamuoyunun aklını başından alan bir terör saldırısı gerçekleşmişti ve onun üzerine ilk defa bu kadar geniş çaplı, tabiri caizse yalan söylüyorlardı. Irak'a bir uluslararası meşruiyet olmaksızın müdahale etmekte tereddüt etmediler ama bu defa şöyle bir sıkıntı var: Irak'ta söylediklerinin tümünün yalan çıkması ve kendi kamuoylarının bu aldatılmaya şiddetle itiraz etmesi gerek İngiltere'de gerek ABD'de bu söylenenleri kabul etmeyen ciddi bir kamuoyu oluşmasına neden oldu. Özellikle de Suriye konusunda son birkaç defadır hakikaten dünya kamuoyunu tatmin etmeyen bir şekilde ve netameli olduğu görüntüsü veren bu Beyaz Baretlilerin çektiği filmlerle, orada burada kimyasal silah olduğu haberleri ikna edici gelmiyor."
‘SURİYE ALANDA SAVAŞI KAZANMIŞKEN NİYE KİMYASAL KULLANSIN'
Ünal, Suriye ordusunun Duma dahil bütün bölgelerin kontrolünü ele geçirmiş bir pozisyondayken neden kimyasal silah kullanmış olabileceği sorusunu sordu:
"Yani bir defa zaten aklın hepimizce söylediği şey şu, yani Suriye alanda savaşı kazanmış, Duma dahil bütün bu bölgelerin kontrolünü ele geçirmiş, o bölgedeki cihatçı savaşçıların tahliyesi ile ilgili bir mutabakat yapılmış, tahliyeler başlamış, bundan sonra insanları niye öldürürsünüz, üstelik kimyasal silah ile neden öldüreceksiniz? Dün ben sosyal medyadan da paylaştım; kimyasal saldırıyla öldürülen kişi sayısı ilk önce üç-beş kişi denildi sonra otuz oldu, derken kırk-elli oldu, en son seksenler civarında. Ben de Suriye gibi yüzlerce, binlerce insanın günübirlik gırtlaklandığı bir yerde eğer bu seksen kişiyi öldürmenin birincisi bu stratejik değeri nedir? İkincisi, eğer bu seksen kişiyi öldürecekseniz normal konvansiyonel silahlarla öldüremiyor musunuz?"
‘ANKARA'DA RUSYA, TÜRKİYE VE İRAN LİDERLERİ ARASINDAKİ GÖRÜNTÜ, ABD VE BATI'YI DERİNDEN YARALADI'
"Kimyasal silah iddialarındaki silahlar militanlara hiç denk gelmiyor. Suriye hükümetinin bütün bu kimyasal silah saldırısı kadınlar, çocuklar üzerinde yapılıyor deniliyor. Hiçbir mantık yok. Aslında bütün bunlar bence bir stratejik hedefe yöneliktir; Ankara'da verilen görüntü ABD ve Batı'yı derinden yaraladı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Ruhani bir araya geldi ve hem Suriye'deki başarılarını kutladılar hem de Suriye'nin yeniden nasıl yapılanacağı yönündeki kararlarını kamuoyuyla paylaşmış oldular. Şimdi o görüntüyü ABD'lilerin, —özellikle son zamanlarda Suriye içinde epeyce de baştan beri suçu olduğunu düşündüğüm- Fransa'nın ve onlarla birlikte hareket etme ihtiyacı duyan —özellikle Skripal olayından sonra daha da bir istekli hale gelen- İngiltere'nin o görüntüyü bozmaları gerekiyordu. Amaçları Türkiye'yi o ikiliden koparmaktı. Çünkü İran ve Rusya'nın bu saatten sonra Suriye'deki politikalarında değişikliğe gitmeleri mümkün değil. Burada yumuşak karın olan- o zirvedeki devlet- Türkiye. Türkiye'yi şöyle çekmeye çalışıyorlar: Bakın biz eğer isterseniz yeniden Esad'ı devirme konusuna döneriz ve bu konuda da büyük çapta askeri yığınak yaparız, girişim yaparız, siz de Afrin harekâtı, Menbiç, PKK/PYD ile mücadeleyi bir tarafa bırakın asıl dikkatinizi bu tarafa verin, bakın sizin istediğiniz gerçekleşebilir diyerekten Türkiye'nin dikkatini bu tarafa çekmek istiyor."
‘DURUM 2003 IRAK İŞGALİNDEN FARKLI, ARTIK SAHADA RUSYA VAR'
2003 Irak işgalinde ABD'nin karşısında herhangi bir gücün bulunmadığını söyleyen Ünal'a göre şimdi sahada ABD'nin karşısında ciddi bir aktör olarak Rusya var:
"2003 yılındaki Irak işgali ile ve Suriye krizinin başlangıcındaki 2011'deki durumla bugünü mukayese ettiğimizde çok ciddi farklılıklar görüyoruz. Mesela 2003'te ciddi bir faktör olarak Rusya henüz yoktu. Yani ABD, Ortadoğu'da Rusya'yı ciddiye almadan da hareket edebiliyordu. Ama şimdi Suriye'de Rusya'yı ciddiye almadan hareket etmesi mümkün değil. Yani birincisi, Rusya kendi kuvvetleriyle bilfiil savaşın içinde. İkincisi, Rusya'nın yüksek teknoloji ürününü hava savunma sistemleri başta olmak üzere pek çok silahı Suriye kuvvetlerinin envanterine geçirmiş durumda, bunları da Suriye kuvvetleri son aylarda kullanıyor. Mesela İsrail F-16'larına karşı kullandılar, en az birini düşürüp birkaç tanesine de isabet ettirecek şekilde başarılı oldular. Geçen bu kimyasal komplo dediğim hadisenin hemen peşinden İsrail uzun menzilli uçaklarının Lübnan hava sahasından Suriye'deki hedeflere yaptıkları saldırıda sekiz füze atışının beşini havada isabet almayı başardılar. Şimdi dolayısıyla Suriye'ye bir şeyler yapmaya kalkıştığınızda, bütün bunları göze almak zorundasınız. Eğer hava kuvvetlerinizi devreye sokamazsanız, sadece uzaktan füzelerle ancak belirli sayıda hedefi vurabilirsiniz."
‘ABD'NİN SURİYE'YE GEÇEN SENEKİ SALDIRISININ SAVAŞIN GİDİŞATI ÜZERİNDE HİÇ ETKİSİ OLMADI'
"Bir de ABD Tomahawkları da öyle anlaşılıyor ki çok isabet alamıyorlar. Şimdi şunu demek istiyorum, böyle bir şey yapmak istediğinizde, yani üçte birini S-400'ler yakalar, üçte ikisi de karavanaya giderse o zaman mahcup duruma düşersiniz ya da 3-5 tane havaalanına birkaç tane bomba atmış hale gelirsiniz. Hepsi bu. Bu da alandaki savaşın gidişatını değiştirmiyor zaten. Geçen sene mesela ABD'lilerin bir Suriye askeri havaalanını bu şekilde vurmalarının savaşın gidişatı üzerinde ne etkisi oldu? Hiçbir şey olmadı. Dolayısıyla aslında burada yapmak istedikleri Türkiye'nin kafasını karıştırmaktı."
‘ESAD'IN DEVRİLİP, SURİYE'NİN BÖLÜNMESİ AFRİN HAREKATININ BAŞARISINI GÖTÜRÜR'
Büyük devletlerin Esad'a saldırı konusunda Türkiye'deki hükümet yetkililerin aklını çeldiği görüşünü dile getiren Ünal'a göre Esad'ın devrilip Suriye'nin bölünmesi Afrin harekâtı sonucunda elde edilenleri götürür:
"Hükümet yetkililerinin açıklamalarını 7 Nisan'dan itibaren tek tek incelediğimde şunu görüyor ve şu endişeye kapılıyorum; hakikaten bizimkilerin aklını çeldiler. Yani büyük devletler, büyük bir saldırı yapacağız Suriye'ye, gelin siz de katılın bu işe, bunun sonucunda biz Esad'ı devireceğiz diyor. Fakat şöyle bir durum var, Esad'ı devirirken birincisi —muhtemelen uzman görüşü aldıkça hükümet, muhtemelen bu da Silahlı Kuvvetler oluyor, aynı zamanda Dışişleri mensupları da olmalı- uzman görüşlerini aldıkça şunu görüyor; ya kardeşim Esad'ı devirmek mümkün değil, olsa olsa ne olur, Esad'ın alanını daraltıp, güçsüzleştirip, Suriye'yi bölmüş olursunuz. Peki Suriye'yi bölünce o zaman Afrin harekatının başarısı nereye gitti? Menbiç dahil Fırat'ın batısındaki birtakım topraklar ve Fırat'ın doğusuyla birlikte PYD'nin bir kukla devlet halinde bölünen Suriye'nin ardından uluslararası sisteme şu ya da bu şekilde entegre olmasına yardımcı olmuş oluyorsunuz, o zaman Afrin operasyonunu niye yaptınız, geçen sene Fırat Kalkanını niye yaptınız? Dolayısıyla bunlar yan yana gelince bizim hükümet bir yandan 'katil Esed' demeyi sürdürdü diğer yandan da aslında biz Rusya ve İran'dan ayrılmak niyetinde değiliz dedi. Çünkü Rusya ve İran'dan ayrılma niyetinde değiliz demek Suriye'nin bölünmesine izin vermeyeceğiz anlamına geliyor. O konuşmaların ardından da bizimkilerin konuşmaları daha da netleşti."
‘TÜRKİYE, SURİYE İLE EL SIKIŞSA EN KAZANÇLI ÇIKAN ÜLKE OLUR'
"Mesela en son Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında söylediği, biz ABD ile müttefikliğimizden, Rusya ile beraberliğimizden, İran ile işbirliğimizden vazgeçmeyeceğiz söylemi dikkat çekici. Yani diyor ki bu krizi yatıştırmak için bizim Rusya ile ABD'yi uzlaştırmamız lazım, çünkü bunun bir savaşa dönüşmemesi lazım. Savaşa dönüşmemesini istemek tek başına Suriye'de Esad'ın devrilmesi yönündeki girişimlere destek vermemek anlamına geliyor. Bunun için de arabuluculuk yapıyormuş zaten Genelkurmay, NATO ile Rus Genelkurmay arasında, bu da iyi bir şey. O konuşmanın içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan muhtemelen kendi seçmenine hitaben de 'katil Esed' söylemini yeniden kullandı. Benim tahminim bu sözler seçimlere kadar devam edecek. Çünkü muhtemelen Cumhurbaşkanı bir seçim atmosferinde Suriye'de geriye adım atmış görüntüsü vermek istemiyor ama bundan başka çaresi de olmadığını düşünüyorum. Yani seçimlerden sonra her şey değişebilir, İbadi ile el sıkışıp cebine 5 milyar dolarlık çek koyduğumuz gibi Suriye ile de el sıkışıp onların cebine de bir 10 milyar dolarlık çek koyulabilir. Faydalı da olur, doğru da olur, yerinde de olur. Çünkü o paralar 3-4 katıyla Türkiye'ye geri gelir katma değeriyle ve bir şeyin oluşmasına katkı sağlayabilir. Yani Suriye, Irak, İran, Türkiye buna Katar katılabilir, Lübnan katılabilir. Bu ülkeler arasında ekonomik ve ticari 'zone' oluşmasına, bir birlik oluşmasına da yol açabilir. İyi de olur, Türkiye buradan en kazançlı çıkan ülke olur."
‘TRUMP'A SURİYE'Yİ VUR DİYE YALVARANLAR ÇANAKKALE SAVAŞINDA OLSALARDI İNGİLİZLERLE BİRLİKTE OLACAKLARDI'
"Yani şunu demek istiyorum, evet, bir yandan bizim hükümette kafa karışıklığı var mı, var, İslamcılarda kafa karışıklığı var zaten, dikkat edersek bu krizle beraber İslamcılar arasında da bir kırılma başladı. Bunu çok iyi görüyoruz. Bir tarafta, Trump'a ne olursun Suriye'yi vur diye yalvaran ve tamamen kendinden geçmiş bir grup var. Bunlar amiyane tabiriyle kafayı yemişler, bunlar Çanakkale Savaşları sırasında olsalardı herhalde İttihatçıları bahane ederek İngilizlerle birlikte olacaklardı, Abdülhamit zamanında yaşasalardı Batı muhipliğinden dolayı da muhtemelen Taşnaklarla beraber hareket edecekti. Yani böyle bir İslamcılık olamaz, bu İslamcılığın doğasına aykırı bir şey. Ve bunun bir kırılmayı beraberinde getirdiğini görüyoruz, ki bence bu yerinde bir şey. Bazı şeylerin belirginleşmesi lazım. Bir de daha ‘milli' karakterli bir İslamcılık var. Onlar mesela en azından Müslümanlar birbirlerine kırdırılıyor diye şiddetle karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla bu kafa karışıklığının hepsini hükümetin içinde de görüyoruz, en üst düzeyinde de görüyoruz. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geldiği noktada ben 'katil Esed' lafının stratejik bir anlam ifade etmez haline geldiğini düşünerek doğru ve anlamlı buluyorum."