Sayın Genel Başkanımızın ifadesini şöyle görmek lazım; Cumhuriyet Halk Partisi çok sesliliği savunuyor, inanıyor ama ülkenin içinde bulunduğu durumu da göz önüne alarak bir tek dilliliğe ihtiyaç duyuyor. Bu bir kişinin, birkaç kişinin konuşması değil, hep birlikte konuşma, politikalara hep birlikte karar verme ama karar verdikten sonra kamuoyunun karşısına çıktığımızda her birimizin partinin ortak söylemlerini tekrar etmek. Çünkü karşımızda tekrarının gücünün çok farkında olan ve bunu çok asimetrik bir şekilde çok aleyhimizde ve çok eşitsiz bir medya dağılımı ile kullanan bir iktidar partisi ile karşı karşıyayız. Ben zaman zaman bazı toplantılarda biraz da espriyle karışık olarak şöyle söylüyorum: Bir gün sabahleyin Tayyip Erdoğan kalksa ve iki kere iki beş eder dese 15 dakika sonra çeşitli il başkanları açıklama yaparlar ‘Reis, kerrat cetvelindeki tarihi hatayı düzeltti' diye. Sonra iki kere iki beş, kadın kolları, gençlik kolları, yandaş köşe yazarları, televizyonlar, akşam yorumcuları… 3-4 gün herkes iki kere iki beş dedikten sonra, bizim böyle kendisine inanan, partisine inanan, özgüveni yerinde üyemiz bile gidip de torununa iki tane gofret alacakken iki liradan dört mü verecektim, beş mi verecektim diye kafasını karıştırırlar. Çünkü karşımızda tekrarın gücünü hunharca kullanan bir iktidar var ve bu tekrarın gücünü bazen gerçek dışı ifadelerde, açıkça yalan olan ifadelerde bile o kadar maharetle ve o kadar ısrarla kullanıyorlar ki Genel Başkan buna karşı mücadelenin yolunun, partide de tekrarın gücü olacağını… Zaten her birimizin her istediği zaman her söylediğimiz televizyonlarda, gazetelerde yer almıyor, çok kısıtlı imkanlar bulabiliyoruz. Hiç olmazsa bulunan imkanlarda partinin politikalarını ve verdiği ortak kararlar doğrultusunda ifade kullanılmasını, çelişkili ifadelerle seçmenin kafasında ‘Ya karşı taraf hepsi, her şeyi birlikte savunurken bunların birbirleri arasında bile çelişkiler var' gibi, bir güvenlik açığı yaratmamak gerektiğine vurgu yaptı.
Biz siyasi eleştirilerde bulunuyoruz bazen ağır siyasi eleştirilerde bulunuyoruz ama üslup olarak asla hakareti tercih etmiyoruz. Ama maalesef Türkiye'de siyaseti gerginlik ve kutuplaşma üzerine tasarlayanlar, siyasetin dilini sert ve biraz hakaret diline dönüştürmüş durumdalar. Aslında bu bir anlamda taktik. Bir farklılık alanını bulup o farklılık alanından farklı düşünenleri önce birbirinden ayırıp, uzaklaştırıp, kutuplaştırıp hatta karşı kutbu şeytanlaştırıp kendi tarafını birlik halinde tutmaya, konsolide etmeye çalışan bir siyaset anlayışı var. Böyle korkunç bir süreç yaşanıyor, bu süreçte gerginlik siyasette dile de yansıyor. Biz hakaret etmemeye sert de olsa eleştirilerimizi yapmaya gayret ediyoruz.
Valla tadına vardılar gibi görünüyor. En kötüsü de OHAL'in ülkede olağanlaşması gibi bir algı var, biz buna itiraz ediyoruz sürekli. Biz seçimlerin OHAL baskısı altında yapılmasına kesinlikle itiraz ediyoruz ve bununla ilgili önümüzdeki süreçlerde itirazımızı yeniden yükseltip toplumsallaştırdığımız, birtakım eylemliliklerin de içinde olabileceğimiz bir süreç olacak.
Malum mecliste görülen ittifak yasasının ilk on maddesi seçim güvenliğini tehdit eden bir sürü maddeyle dolu. Biz bunun için seçimde yer alacak 11 siyasi partiden biz ve ittifak partileri hariç, sekiz partiyi ziyaret ettik. Bu ziyaretinden çıkan ve ortaklaşılan en görüşleri de bir rapor halinde AKP — MHP'ye sunduk. Büyük Birlik Partisi (BBP) ittifakta yer alacağını söyleyerek görüş bildirmedi. Bizimle birlikte sekiz parti bir mutabakat sağladık. Ortaklaşa hazırladığımız raporda en önemli husus OHAL'in verdiği zarar ve OHAL şartlarında seçim güvenliğinden ve adil bir seçimden bahsedilemeyeceği konusundaki görüş birliğiydi. Seçime kadar OHAL sürerse Türkiye'ye bu rezilliği de yaşatmış olurlar. Daha önce "OHAL altında referanduma gittiler dedirtmeyiz" diyordu Binali Yıldırım ama dedirttiler sadece bize değil bütün dünyaya dedirttiler. Gayri meşru bir anayasa değişikliğini OHAL şartlarında yaptılar.
Biz cumhurbaşkanı adayında bir isim telaffuz etmekten çok bir tasvir yapmayı tercih ediyoruz bu süreçte. İki tasvir var; birinci betimleme Tayyip Erdoğan'ın kendisi için tasarladığı bu suistimalci anayasayı kendi lehine kullanmayacak, Tayyip Erdoğan için hazırlanan tek adam rejimini eline aldığında bu tek adamlığı tahkim edip, devam etmeyecek, saraya değil parlamentoya inanan, parlamentonun gasp edilmiş yetkilerini parlamenter demokrasi için de saraydan parlamentoya devretmeye hazır, hukuka saygılı, kuvvetler ayrılığına inanan ve bağımsız cumhurbaşkanlığını, tarafsız cumhurbaşkanını savunan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını aday göstereceğiz, bir erkek ya da bir kadını diye bir genel betimleme yapabilirim. Ama aday çıktığındaki durumdan nasıl bir tespit yapabiliriz, onu da şöyle betimleyeyim; Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayı bir; hiçbir Cumhuriyet Halk Partilinin oy vermekten rahatsızlık duymayacağı bir aday olacak, herkesin gönlünü rahatlatan bir aday olacak. İki; ikinci tura kaldığı takdirde hem HDP seçmenlerinden, hem İYİ Partililerden, hem de diğer baraj ittifakının dışında kalan partililerin gönül vermiş seçmenlerinden rahatlıkla oy alabilecek bir aday olacak.
Biraz politik bir cevap olacak ama tam zamanında açıklayacağız. Yani ne çok geç, ne çok erken tam zamanında. Geç kalmaktan korkuyoruz ama çok acele edip bir yanlış yapmak da istemiyoruz. Bu sadece bizim partide bizim genel başkanın Merkez Yönetim Kurulu'nun (MYK), grup başkanvekillerinin, parti meclisini kendi aralarında değerlendirebileceği bir şey değil, kamuoyu araştırmaları ile desteklenmesi gereken, araştırılması gereken ve gerekirse son hafta tüzüğümüze koyduğumuz bazı imkanlarla bütün üyelerimize de sorabileceğimiz veya seçmen yoklaması diye de tabir edilen yöntemlerin de kullanılabileceği ya da bazılarının kullanacağı bir süreç yaşayacak ve o sürecin sonunda çıkacak adayı zamanı geldiğinde açıklayacağız.
CHP hiçbir formülü dışlamıyor ama bu ittifak yasası meclisten nasıl çıkacak onu bir görmek lazım ve eğer gerekiyorsa Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz ve oradan nasıl bir karar çıkacak onu görmek gerekiyor yani hangi kanunla. Ama CHP olarak ittifaklara karşı değiliz. Biz ilkesel olarak destekliyoruz ama adil bir kanun olması gerektiğini, bu kanun da ittifak yapanla yapmayanın ayrıştırılması ve eşit muamele görmesi gerektiğini düşünüyoruz aslında ne kadar normal bir şey söylüyorum değil mi bütün dünyada ittifak yasaları böyle ama bizde değil şöyle ifade edeyim eğer ittifak yaparsanız ortağınız barajı geçtiyse siz de geçmiş sayılıyorsunuz. Yani bir büyük partiye tutunan yüzde 1'lik bir parti barajı geçip meclise milletvekili sokabilecek ama büyük bir parti ile bir birlikte olmayan bir parti yüzde 9.999 oy alsa meclise sokmayacak. Rakamla söyleyeyim 5 milyon 600 bin oy dışarda kalabilir, 500.000 oy içeri girebilir. Bir de bu neye bağlı, eşitsizliğe bağlı ama bir de başka şeye bağlı, büyük parti küçük partiyi nasıl alıyor? MHP'yi nasıl yedekledi AKP? Makul muhalefet olursan, sırtı sıvazlanacak işler yaparsan, bana karşı çıkmaz bana eskiden ettiğin küfürü, hakareti unutur, beni översen, beni cumhurbaşkanı adayı gösterirsen mesela seni alıyor ‘Aferin sana makbul muhalefet. Ben büyük abiyim. Atla bisikletin arkasına seni saraya götürüyorum' diyor, böyle bir şey olabilir mi?
Referandum aslında köprüden önce son çıkış diye nitelendirilmişti. Referandumu geçtik ama bir çıkış daha var. AKP ile MHP'nin griye boyadığı, yağmur bulutlarıyla bütün Türkiye'nin üstünü kapladığı süreçte, farklı düşünen ama benzer şeyleri savunan, benzer şeylerde ortak katlarının en küçüğünde (OKEK) buluştuğumuz, yani adalet demokrasi, parlamenter sistem ve ülkenin birliği, bütünüyle ilgili bir mutabakat ve ülkenin bir felakete sürüklenmemesi ile ilgili ihale… İşte bu ortak değerlerle bir araya gelindiğinde, referandumdaki gibi o gri, karanlık gökyüzünde bir gökkuşağı açılır. O gökkuşağı nasıldır; her birimizin farklı renkleri var ama o farklı farklı renkler birbirlerinin içine geçmemişler, birbirlerinin işine de karışmamışlar, sadece o seçimde aldıkları pozisyon birlikte. Zaten birbirleriyle aynı parti olsalar aynı partide siyaset yaparlar. Ama gökyüzünde böyle durdu o birliktelik… En az yüzde elliydiler. Her evete karşı, bir hayır birlikteliği… Şimdi o sayede köprüden önce bir çıkış daha var. Tayyip Erdoğan'ın tek adamlık hevesleri ikmale kaldı. Bir kez daha soracağız vatandaşa, o kazanırsa şu anda üç dakikalık fragmanını izlediğimiz korku filmi beş sene boyunca gösterimde olacak. Sonu ne olur, selametle sonuca varır mıyız o da belli değil. Beş senenin sonunda bir kez daha sorulabilir mi, onu da bilmiyoruz. Ama bizim gökkuşağı açmıştı ya, yan yana durmuştuk ya… Anlatmaya oradan devam edecek olursak, o gıpgri bulutlar dağıldığında masmavi bir gökyüzüne kavuştuğumuzu göreceksiniz. Biz Türkiye'ye bunu vaat ediyoruz. Biz Türkiye'ye masmavi bir gökyüzü vaat ediyoruz.
Her tez antiteziyle var olur. Yaklaşan bir genel seçim değildir. Yaklaşan referandumdur. Bir kez daha soracağız. Tayyip Erdoğan kazanırsa işte o zaman diktatörlük, tek adam rejimi, ama biz kazanırsak yeniden parlamenter sisteme dönüş, adalet, hukuk, demokrasi, birliktelik ve belki de muhteşem bir sivil anayasa. Vatandaş o gri bulutların arasından yükselen gökkuşağına göz kırparsa, arkasında masmavi bir gökyüzü olduğuna da emin olabilir.
'DİKTATÖRLER UMUTSUZLUKTAN BESLENİR'
16 Nisan'dan sonra CHP'li seçmen büyük bir hayal kırıklığına uğradı, oylarına CHP'nin sahip çıkmadığı inancında. Küskünler var içlerinde, sandığa bir daha gitmek istemeyenler de… Bu anlamda CHP, seçmenin gönlünü almak için ne yapacak?
Aslında çok basit. CHP bundan sonraki siyasi faaliyetlerinin tamamını ikiye ayırmış durumda. Yüzde elli seçim güvenliği, yüzde elli diğer siyasi faaliyetler. O yüzde ellinin içinde ne var? 550 milletvekilinin o dönemde 600 olacak çabaları, parti meclisi, MYK'nın, genel başkanımızın cabaları, geri kalanı da afiş billboardlar, posterler, afişler, kampanya, müzik, şarkı, slogan bir büyük kampanya… Yüzde elli, seçim güvenliği. Bu kadar kararlıyız bu konuda CHP seçmeni bilecek, CHP seçime giriyorsa bu seçimi bir, kazanacak adayı var iki, oyumuzu vereceğiz, CHP de sahip çıkacak.
Belki diğer siyasi partilerle birlikte bir seçim güvenliği üst kurulu, koordinasyon kurulu da oluştururuz. Teknik altyapısıyla mali yatırımıyla CHP burada fedakarlıkta bulunmaya ve sorumluluk almaya hazır. Sivil toplumu desteğe çağıracağız. Oyum çalınacak diye endişelenen herkesi hem oyunu çaldırmamaya hem de başkalarının oyu çalınmasın diye sorumluluk almaya davet edeceğiz. Ama seçmen şunu bilecek; gideceğiz oyu atacağız ve oyumuza sahip çıkılacak. Bütün diktatörler ya biz bu adamı yenemeyiz, bu adamlar oyları çalarlar, bu adamlar aksi yönde oy kullananları bir şekilde tespit ederler, bu adamlar oylar verilse de kendi lehlerine çevirirler, seçimi kaybetseler de hükümeti vermezler. O yüzden seçime gidip de risk almak yerine veya istemediği gibi bir oy kullanmak yerine muhalif seçmenler sandıktan ümidi keserler, gitmezler. Zaten diktatörleri de bu besler. Umutsuzluk. Bütün diktatörler hep düşük oy katılım oranlarıyla, yüksek oy ile seçilirler. Seçime katılanların sayısı yüzde 42 ama aldığı oy yüzde 96. Bu son derece diktatörlere özgü bir durumdur. Türkiye'de bunun yaratılması için biraz da suni olarak, seçim güvenliğiyle ilgili inadına nasıra basmalar yapıyorlar yani seçim güvenliğini riske atalım, birazcık nasırlara basalım birileri çok bağırsın, seçmen de sandıktan ümidini kessin. CHP bu tuzağın da farkında. Seçim güvenliğinden taviz vermeyecek kadar atik, kararlı ama seçmeni sandığa götürecek kadar da yüksek özgüvenli ve ikna edici olmak zorunda olduğumuzun farkındayız. Ben kişisel olarak önümüzdeki seçimlerin Cumhuriyet tarihinin en yüksek katılım oranındaki seçimler olacağına inanıyorum. Ve Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarken cumhuriyete de hep birlikte sahip çıkacağımıza inanıyorum.
'UMUTSUZLUĞUN TEK İLACI VAR; UMUT'
Çok heyecanlı görüyorum sizi hakikaten 2019 seçimleri için mi bu heyecan, yoksa hep mi böylesiniz?
Bir işi başarmanın tek bir yolu var önce kendin ikna olacaksın. Ben yaşadığım şeyleri anlatıyorum insanlara. Ben eczacıyım, diploma aldığımda sanıyordum ki en bulaşıcı hastalık nezle ama şimdi öğrendim ki umutsuzluk. Ve bunun bir tane ilacı var umut. Bunun da bir tane çaresi var, önce kendin inanacaksın. Sabah kalktın ya, o yataktan çıkıp terliklerini giyerken ‘Ben bunları yeneceğim, ben kazanacağım, ben başaracağım' demiyorsan kendi kendine inanmıyorsan buna o inançla kalkmadıysan zaten, o yataktan hiç kalkamazsın. Biz o kadar çok yoruluyoruz ki bazen ben 36 saat uykusuzluktan sonra yatıp, 4 saat uyuyup, kalkarken yatakta kazanmak için kalkıyorum. Öyle kalkmazsan yatakta aynı odada uyandığın eşini bile ikna edemezsin. Kahvaltı ettiğin çocuğunu, gazete ekmek aldığın bakkalı, fabrikada isen yanındaki işçini, öğretmensen öğrencini…