ABD Başkanı Donald Trump'ın çelik ve alüminyum ithalatına ek vergi koyma kararı dünya çapında tartışmaları tetikledi. ABD'nin kararı en başta kendi müttefikleriyle ilişkilerini etkilemeye adayken, ‘ticaret savaşları' ve ‘küreselleşmenin' gidişatı tartışılıyor.
Gelişmeleri Birgün Gazetesi yazarı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile konuştuk.
‘ABD VE MÜTTEFİKLERİ ARASINDAKİ KONSENSÜS BOZULDU'
"ABD'nin kararı ile birlikte aslında son durum bence sadece ticaret savaşlarının değil dünyadaki hegemonya savaşlarının da bir yansıması. Çünkü ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel düzenin lideri olarak ortaya çıkmıştı. Bunun en temel koşullarından biri sermaye akışlarını, genel olarak ekonomik kurgularını belirlemekti. ABD de kendi rekabet gücüne güvendiği için dış ticarette serbestleşmeyi öteden beri savunan bir ülke olarak biliniyor. Bu anlamda Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) devreye girmişti. Ama Trump seçim kampanyasında bu kapitalist küreselleşmeden yaşamı olumsuz etkilenen bir kısmı işsiz kalan bir kısmının da yaşam standardı düşen mavi yakalılara özellikle hitap etmeyi amaçladı. Çin ve Meksika başta olmak üzere ki bu kesimler de mavi yakalı yani işçi sınıfı mensubu olmalarına rağmen sınıf aidiyetlerinin ötesinde göçmenlere karşı bir tepki gelişmişti. Trump bu tepkiyi kullanmayı denedi ve sonunda başkan seçilerek burada bir başarı elde etti. O bakımdan Trump'ın bu adımlarına çok şaşmamak gerekiyor. Şöyle ilginç ayrıntılar ortaya çıktı: Bir önceki hamlede 2018 Ocak ayında güneş panellerine ve çamaşır makinelerine karşı bir vergi uygulamasına girişti. Çünkü güneş panelleri Çin'in başlıca ihracat ürünlerinden biri olarak biliniyordu. Fakat son dönem istatistiklerine bakanlar Çin'in bu piyasadan çekilmeye başladığını daha çok Malezya, Güney Kore ve Vietnam'a alanı bırakmaya başladığını gördüler. Aynı şekilde çeliğe yüzde 25 alüminyuma yüzde 10 vergi konmasında da listeye bakanlar ilk sırada Kanada'nın ikinci sırada AB'nin yer aldığını Çin'in ise ancak 8. sırada olduğunu görür. Çin'in üçüncü ülkelerden bu malları gönderdiği doğru olabilir ama farklar çok büyük. Örneğin Kanada hem ABD'nin komşusu hem NATO temelinde müttefiki hem de NAFTA temelinde antlaşması var. Kanada'nın ve AB'nin Çin'in dolaylı ticareti içerisinde olma ihtimali çok yüksek gözükmüyor. Dikkat edilirse Çin bu konuda biraz kenara çekildi ve düşük profilli bir çizgi izliyor. Daha çok meydanı AB'ye bıraktı. AB de bir taraftan DTÖ'nü harekete geçirmeye davet ediyor öbür taraftan da nokta atışlar yapmaya çalışıyor. Trump'ın yine seçimleri az farkla kazandığı, biraz bir oy kaybı yaşaması halinde Demokratlara geçebilecek olan eyaletlerde Harley Davidson motorlar, meyve suyu, Bourbon şaraplar, viskiler gibi ürünlerin üretildiği yerleri bulup buralara nokta atışı yapıyor. Benim kolektif emperyalizm diye nitelendirdiğim ABD-AB-Japonya üçlüsü uzun süredir kendi aralarında bir konsensüs politikası izliyorlardı. Üçüncü kesimlere karşı doğrudan doğruya birbiriyle karşı karşıya gelmemeye çalışıyorlardı. Şimdi bu konsensüsün bozulması ve epeydir süren ‘ABD dünya liderliğini kayıp mı ediyor' tartışmasının tekrar gündeme gelmesine yol açtı."
‘ABD'NİN SON KARARLARI AB'Yİ RAHATSIZ ETMEYE BAŞLADI'
"Küresel dengelerin gidişatını öngörmek çok kolay değil. Geçmişe baktığımızda ticaret zemininde ABD ile Japonya, ABD ile AB arasında gerilimler olduğu görülebilir. Ama daha çok uluslararası liberal düzenin liderliğini sürdürebilecek mi konusu daha çok 150 ülkenin imzaladığı bir anlaşma olan Paris İklim Anlaşmasını imzalamamak gibi Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan edilmesi gibi aslında AB de İsrail'den yana politikaları önceleyen bir blok olmasına rağmen bu kadar kör gözüne parmak adımlardan rahatsız oldu. Çünkü AB kapitalist küreselleşme sürecinin biraz köşeli değil esnek uygulanmasını talep eden bir bloktu. Bu durum AB'yi rahatsız etmeye başladı. Fakat bence daha ilginci ve tartışılmayan bir boyutu: Geçtiğimiz hafta İngiliz ve dünya kapitalizminin sözü geçen dergisi The Economist Çin'i hedefine alarak, ‘Çin'i yanlış mı anladık' gibi bir başlıkla çıktı. Çin'in yükselişinden zaten AB'nin de rahatsızlığı söz konusuydu. Geçtiğimiz hafta ÇKP'nin liderlerinin görev süresini iki dönemden daha fazlaya uzatması bir kaosa yol açtı."
‘ABD YÖNETİMİNDE BÜYÜK ÇATLAK'
"Diğer bir çatlak ve büyük yarık da ABD'nin kendi yönetiminde oldu. Trump yönetiminin en önemli kişiliklerinin birçoğu bu son atılan adıma karşı çıktı ve ABD'nin küresel rolünü baltalayacağını söyledi. Zaten bunun en önemli yansıması da Trump'ın ekonomi başdanışmanının istifası oldu. Ama bu yarılmanın liberalleşmeci, küreselleşmeci tarafında Hazine, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı bulunuyor. Mattis bir emekli general. Burada taraf olmasının en önemi sebebi bunun NATO ittifakını baltalayacağı, AB ile olan ilişkilere zarar vereceği yolunda fikre sahip olmasıydı. Diğer tarafta da ekonomik alanda daha milliyetçi kesimde de sadece Ticaret Bakanı Rose ve Baş Ticaret Danışmanı Peter Navarro bulunuyor. Zaten Navarro bunun fikir babası olarak biliniyor. Zaten bütün kariyerini de Çin tehlikesini öne çıkartarak yapmış biri."
‘ABD'NİN ÇİN'İN EKONOMİK GÜCÜNE KARŞI KOYAMAYIP, ASKERİ OLARAK CEVAP VERMESİ'
"Ama dediğim gibi bu uygulama birebir Çin'i hedeflememek, genel olarak serbest ticareti karşısına almak anlamında da Çin ile sınırlı değil. Yani sadece ekonomideki bir kısım gümrük vergilerinin arttırılmasının ötesinde Trump'ın bu söyleminin dış politikaya, savunmaya nasıl yansıyacağı aslında dünya açısından daha büyük bir endişe kaynağı olmalı. Bundan Çinlilerde rahatsızlık duyuyorlar. Hatta Çin güvenlik sisteminin önemli bileşenlerinden birisi emekli tümgeneral olan aynı zamanda da savunma bakanı yardımcısı Huffington Post'a ‘aman sakın Thukydides tuzağına düşmeyelim' diye bir makale yayımladı. Bilindiği gibi Thukydides tuzağı Sparta ile Atina arasında Peleponnes savaşlarını anlatır. Atina'nın yükselişi karşısında Sparta'nın savaşmaktan başka bir çare bulamaması ve bu savaş sonucunda ikisin mahvıyla sonuçlanmasını anlatır. Burada Çin, ABD'nin Çin'in ekonomik gücüne karşı koyamamasından dolayı askeri olarak Çin'e cevap vermesi, hesaplaşmayı askeri zeminde araması korkusunu yansıtıyor. Sadece Çin'in değil de bütün dünyanın korkusu olması lazım."
‘RUSYA'NIN SON HAMLELERİ SÜRPRİZ OLDU'
"Şimdi şöyle ilginç bir tablo var Çin ve Rusya birbirine yaklaşıyorlar. Hem ekonomik olarak ‘tek yol tek kuşak' projesiyle, altyapı, kurumsallaşma anlamında hem de askeri anlamda Suriye'de Çin'in ben de varım demesiyle gerçekleşen bir yakınlaşma söz konusu. Bu gerilimin diğer hattındaki Transatlantik blokunda ise tam anlamıyla bir dağınıklık gözleniyor. Şöyle bir ilginç örnek vereyim: ABD'nin en önemli düşünce kuruluşlarının başında olan birisi geçen hafta ‘ikinci soğuk savaş' diye bir makale yayımlandı. Bu makalede Çin'in adı bir kez bile geçmiyor, tek kastedilenin Rusya olduğu görülüyor. ABD düşünce kuruluşlarının en etkilisi ikinci soğuk savaş, gerilim, çatışmaya yol açabilecek bir süreçten söz ederken sadece Rusya'yı kast ediyor. Diğer yandan Trump'ın önlemleri, Batı'daki yayınların Çin'i öne çıkarması da ayrı bir hedefe işaret ediyor. Bu anlamda da ciddi bir dağınıklık var. Şöyle bir durum var: Rusya bu denkleme biraz da öngörülmeyen bir şekilde girdi. Obama döneminden başlayarak ABD'nin askeri stratejisi, ağırlığını Pasifik'e kaydırmak ve Çin'i buradan kuşatmaktı. Çünkü Çin, Asya'nın bir numaralı ekonomisi haline geldi. Burada küçük çatışmaları körükleyerek ABD'nin varlığını meşrulaştırmak, Çin'in üretim bazından yola çıkarak Çin'i orada kıstırmaktı. Rusya'nın son hamleleri, bir anlamda özellikle Suriye savaşında ağırlığını koyması 2000'lerin başında biraz gerileyen bir güç olarak görüldüğü için biraz sürpriz oldu. O anlamda da dünyada ciddi bir karmaşa söz konusu. Gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz ama emperyalizmin tarihini bilenler de ister istemez çatışma olasılığını düşünüyor. Gerçi zaten şu an çatışmasız bir dönemde değiliz. Suriye bütün dünyadaki çatışmaların sinir merkezi haline gelmiş durumda. Daha büyük çatışmalara yol açabilecek gerginliklerin fay hatlarının bulunduğu bir dönemden geçiyor dünya."