Moda olgusu bağlamında yaşanan toplumsal değişimi erken Cumhuriyet dönemi romanları üzerinden sergilemeyi amaçlayan Çilem Tercüman, modernleşme sürecinin yarattığı özgürleşme dinamikleri ile bunlara verilen tepkilerin moda alanındaki tezahürlerini ‘yanık ten' modasından ‘Beyoğlu modası'na, ‘monokl' modasından ‘çay modasına', ‘kumar' modasından ‘balo' modasına çeşitli modalar ışığında, Türkçe edebiyat tarihçiliğinde eşine ender rastlanır cinsten bir inceleme yaptı.
Yrd. Doç. Dr. Çilem Tercüman, "Moda denince akla kılık kıyafet gelir. Hâlbuki moda, politik doktrinlerden ev dekorasyonuna, sanat akımlarından davranış biçimlerine kadar sosyal hayatın değişikliğe açık olan bütün cephelerinde var olabilen bir olgudur. Bu sebeple moda, geleneksel toplumlarda bugünkü manasıyla görülmezken modern toplumlarda en yaygın ve etkileyici hâliyle ortaya çıkar; toplumsal değişimle birlikte hızını ve gücünü arttırarak mevcudiyetini devam ettirir. Üstelik bunu, fikrî ve fiilî seviyede aleyhine olan onca çaba ve girişime rağmen başarır. Çünkü çoğu defa değişimin bizzat kaynağı veya tetikleyicisi olan moda, gündelik hayatın belirlenmesinde muhafazakâr veya antikapitalist sosyologlardan, ekonomistlerden yahut ilâhiyatçılardan, idarî ve ananevî kurallardan daha etkindir. Son yıllarda aralarına bazı modacıların da dâhil olduğu aleyhtarlarının bireyin özgürlüğünden kendi benliğiyle ilişkisine, kaybolan değerlerden çevre ve bütçe problemlerine kadar sayıp döktükleri sorunların ve yaptıkları uyarıların değil modayı bertaraf etmek hızını dahi kesemediği aşikârdır. Bu durumu anlamlandırabilmek için modanın yenilik, farklılık ve güzellikle bezeyerek yahut yaratarak sundukları bir kenara bırakılmalı ve alamod şeylerde ifadesini bulanların ne olduğu üzerine düşünülmelidir. Nitekim başat alanı olması sebebiyle kılık kıyafet üzerine yoğunlaşsa da her geçen gün biraz daha artan ilgili literatüre bakıldığında modanın anlamı, doğuşu, kaynakları; nesne, düşünce, inanış veya yaşam pratiği olarak alamod şeylerin özellikleri, yayılma süreci, varoluşundaki etkenler, bireysel ve toplumsal hayata etkileri, bireysel ve toplumsal hayat ile bağları; idare, değer, inanç, ahlâk ve âdetlerle çatışması veya uzlaşması, avantajları veya dezavantajları; yaş, cinsiyet, ırk, sınıf, statü veya kimlikle ilgisi vb.nin farklı disiplinler çerçevesinde analiz edilip tartışıldığı görülür" dedi.
‘ERKEN CUMHURİYET ROMANI BÖYLESİ BİR ÇALIŞMA İÇİN EN ELVERİŞLİ MALZEMELERDEN BİRİ'
Tercüman'ın çalışmasının ana kaynaklarını, 1923-1940 yılları arasında neşredilmiş romanlar oluşturuyor: "Edebiyatın dönemlere ayrılması konusunda bir fikir birliği olmadığı için farklı ayrımlar söz konusudur ve bunlardan biri de Cumhuriyet'in ilk yıllarını kuşatan 1923-1940 arasındaki zaman dilimidir. Ancak çalışma için, bu dönemin seçilmesinin tek sebebi araştırmayı makul ve itibar edilen bir dönemle sınırlandırmak değildir. Söz konusu tarih aralığı, ‘Tanzimat reformları ve Meşrutiyet hareketlerinin yarattığı özgürleşme dinamikleri ve bu süreçlerin evrildiği Cumhuriyet modernleşmesi' şeklindeki dönemeçlerin sıralandığı ‘erken modernleşme' döneminin son düzlüğünü kapsamaktadır. Dolayısıyla erken Cumhuriyet yılları, Türkçe'de, yaygın olarak Batılılaşma/asrîleşme ile telâffuz edilmeye başlanan moda ve ilgili gündemin hayatın içinde belirginleşerek yaygınlaştığı dönem olarak kabul edilebilir. Türk romanı ilk telif örneğini yıllar önce vermiş olmasına ve geçen sürede neşredilen romanlarla ilgili modayı temel mesele edinen herhangi bir edebiyat araştırması olmamasına rağmen çalışmanın başlangıç tarihi için 1923 yılının seçilmesinin sebebi budur. Ayrıca realist, eleştirel ve faydacı yapısıyla dünü ve günü yansıtan, değerlendiren, tartışan ve bunlar üzerinden bireyi, toplumu ve yarını kurgulamak isteyen erken Cumhuriyet romanının böylesi bir çalışma için en elverişli malzemelerden biri olduğu malumdur."
Tercüman, şöyle devam etti: "19. yüzyıldan önce modern anlamda modadan bahsetmek imkânsızdır ve bir olgu olarak modayı anlayabilmek için kesin bir tarih verilemese bile yaklaşık olarak bir zaman belirlemek gerekir. Ancak esas ve tartışmasız olan, modanın 19. yüzyıldan itibaren aristokrasinin ve zenginliğin tekelinden çıkıp sosyalleşmeye/demokratikleşmeye başladığıdır.
Moda, ‘sosyal olarak inşa edilmiş' bir fikir, ‘kolektif bir etkinliktir' ve bir nesnenin moda olabilmesi için moda olarak bilinmesi ve geniş bir kesime yayılması gerekir."
‘İNGİLTERE'DE KRALİYET AİLESİNDE KADINLAR KIRMIZI OJE KULLANAMAZ'
Tercüman'a göre, "Erken modernleşme sürecinde kadın kılık kıyafetindeki değişimin en tartışmalı taraflarından biri ‘açık giyim' anlamına gelen ve kapalılık algısına bağlı olarak ölçüsü farklılaşan ‘dekolte' modasıdır. Kimisi sadece feminen olmak, kimisi de özgürlüğünü vurgulamak için dekolte modasına uydu" diyen Tercüman, "Cumhuriyetin ilk yıllarında ipek çorap bulamayan kadınlar çıplak ayaklarına çizgiler çizmek suretiyle ipek çorap giymiş izlenimi yaratırlardı" dedi.
"1920'lerde kırmızı ruj süren bir kadının ‘kötü kadın' olduğu düşünülürken; 1930'larda kırmızı rujun moda olduğunu ve herkes tarafından da kullanılmaya başlandığını" ifade eden Tercüman, "Kırmızının bu göndermesinden dolayı bugün bile İngiltere'de kraliyet ailesinde kadınların kırmızı oje kullanamadığını" dile getirdi.
Gündem Dışı'nın sunucusu Serhat Sarısözen, Tercüman'a, " Yahudi kadınların kullandığı ya da Hıristiyan manastırlarında rahibelerin taktığı veya Müslümanların dini ritüelleri ya da ibadetlerinde kullandığı başörtüsünden bahsetmiyorum. Başörtüsü dışında halk arasında ‘sıkmabaş' olarak ifade edilen akım, renkli scarflar ve üstlerinde güneş gözlükleri kullanılır mıydı? Ya da bunlar ne zaman ortaya çıktı?" sorusunu yöneltti.
Çilem Tercüman, "Bunlar 1940'lardan sonra ortaya çıktı. Ama biz de değişik bir başörtüsü olarak ‘alarus' başörtmeyi söyleyebiliriz. Rus kadınlar, Bolşevik ihtilalinden sonra Rusya'dan İstanbul'a gelmek durumunda kalıyor ve göç sorasında saçlarını traş ediyorlar. Bu görüntüyü önlemek için saçlarını arkadan bağlıyorlar. Bunu gören Türk kadını da başını aynı şekilde bağlamaya başlıyor ve bu başörtüsü biçimi Türkiye'de moda oluyor, bu baş örtme şekli moda olarak uzunca bir süre devam etti" şeklinde cevapladı.
Modanın sadece kadınların değil, erkeklerin de tutkusu olduğunu söyleyen Tercüman'a göre, ‘erkeklerin, kadınlar kadar modayla meşgul olmamaları hemen hemen bütün çalışmalarda erkeklerin modayla bağının yok sayılmasına yahut zayıflık olarak önemsizleştirilmesine sebep olmuştur. Halbuki alamod giyinen, giymeyi arzu eden yahut alamod giyinmenin zenginlik, asrilik, modernlik veya medenilik yolunda güçlü bir araç olduğunu düşünen erkekler, sanıldığından çok daha fazladır. Her şey bir yana erkekler, kılık kıyafetin karşı cinslerin birbirlerini cezbetmelerinde oynadığı role binaen hiç olmazsa kadınlar dolayısıyla modayla ilgilenmektedir'.
Tercüman, "Yakalara güller konuyor, parçaların boyu uzuyor, kısalıyor, geniş vatkalar koyuyorlar omuzlarına. Modayla sadece kadın uğraşmıyor, erkeğin de kendini ifade etmesi için o yıllarda moda önemli. O dönemin erkekleri hem kendi kıyafetlerine özen gösteriyorlar hem de eşlerininkine. Çünkü eşlerinin de iltifat alması o dönemler önemli. Erkekle moda arasında düşündüğümüzden daha büyük bir ilgi var. O dönemde de erkekler pudra kullanıyor, saçlarını maşayla şekillendiriyor, kaşlarını alıyorlar. Erkeklerin o dönem günlük bakımına harcadığı zaman kadınların hazırlanmasından daha fazlaydı" diye konuştu.