Program öğle saatlerinde Rusya heyetinin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesini ziyaretiyle başladı. Rusya İstanbul Başkonsolosu Andrey Podyelışev ile Rusya İşbirliği Federal Ajansı (Rossotrudniçestvo) Türkiye Temsilciliği Başkan Yardımcısı Natig Guliyev ve Evgeniy Yefremov Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Acer’i makamında ziyaret ettiler. Öğle yemeği ile devam eden ziyaret sürecinde akademik ve teknolojik alanlarda işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla bilgi alışverişinde bulunuldu, karşılıklı olarak çeşitli öneriler dile getirildi. Görüşmelere Prof. Dr. Aydın İbrahimov (Ege Üniversitesi/REBTEK), Doç. Dr. Vedat Çalışkan (COMU/REBTEK) ve Prof. Dr. Hasan Arslan (COMU/IASSR Derneği Başkanı) da eşlik ettiler. Görüşmelerde Rusya ve Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesinde 1920’lerin başında Gelibolu’da zorunlu misafirlik yapan Beyaz Ruslar ile Türkler arasında gelişen insani dayanışma örneklerinin önemine dikkat çekilerek, tüm dünyanın ders alması gereken bu tarihsel örneğin Türkiye Rusya ilişkilerinin geliştirilmesi için de ilham verici olduğu vurgulandı. Çanakkale’nin Rusya ve Türkiye ilişkilerinde bir köprü oluşturması için, akademik işbirliğinin yanı sıra çeşitli sektörler arasında bağlantı ve koordinasyon için “Gelibolu Platformu” ya da Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde “Rusya Araştırmaları Merkezi” kurulması da görüşülen öneriler arasına yer aldı. Uluslararası Sosyal Bilimler Araştırmaları Derneği (IASSR) Başkanı Prof. Dr. Hasan Arslan da önümüzdeki dönemde uluslararası kongrelerden birini Rusya’da bir üniversitenin partnerliği ile yapmaya aday olduklarını iletti. Bu kongrede özel bir oturumun Türkiye-Rusya ilişkileri ve Beyaz Ruslar üzerine olabileceğine kaydetti.
Toplantıya katılanlar daha sonra düzenlenen konferansa hareket ettiler. Konferans etkinliği, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi himayesinde Çanakkale-Tübingen Troia Vakfı ile REBTEK (Rusya Ekonomi Bilim ve Teknoloji Derneği)’in katkılarıyla, kent içindeki Korfmann Kütüphanesinde gerçekleştirildi. Halka açık olan etkinlik, Çanakkaleliler ve basın tarafından da büyük ilgi gördü. Aynur Hasanova’nın piyano resitali ve slayt gösterisinin ardından açılış konuşmasını Rusya İstanbul Başkonsolosu Andrey Podyelışev yaptı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yücel Acer, Rusya İşbirliği Federal Ajansı (Rossotrudniçestvo) Türkiye Temsilciliği Başkan Yardımcısı Natig Guliyev ve Prof. Dr. Aydın İbrahimov’un konuşmalarından sonra Doç.Dr. Vedat Çalışkan “Gelibolulu Beyaz Ruslar” adlı sunumu gerçekleştirdi.
Gelibolu’da Beyaz Ruslar konusuna akademik katkıları nedeniyle Aydın İbrahimov, Vedat Çalışkan ve Fetay Soykan’a Rusya İşbirliği Federal Ajansı (Rossotrudniçestvo) Türkiye Temsilciliği tarafından teşekkür plaketleri takdimi gerçekleştirildi. Program, Rusya İstanbul Başkonsolosu Podyelışev’in, konukların ve dinleyicilerin de katıldığı bir kokteyl ile sona erdi.
Aşağıda Beyaz Rusların Gelibolu gurbeti konusunda Türkiye’nin en önemli araştırmacılarından biri olan REBTEK Türkiye Akademik İlişkiler Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Vedat Çalışkan’ın Sputnik’e verdiği özel mülakatı ilginize sunuyoruz.
Dünya savaşından sonra Osmanlı Devletine Sığınmacı olarak Gelen Beyaz Ruslar kimdir?
“Beyaz Rus” tanımlaması bir ırk, ulus veya etnik grubu ifade etmemektedir. Bu tanımlama, 1917 Devrimi nedeniyle çıkan iç savaşta Bolşevik güçlerinin “Kızıl Ordu”, Çarlık silahlı kuvvetlerinin de “Beyaz Ordu” olarak adlandırılması ile ilgilidir. Bolşevik Devriminden sonra Karadeniz’i geçerek Türkiye’ye sığınan Ruslar, bu tarihten sonra Beyaz Ruslar olarak anılmıştır. Rusya’da yüzyıllardır Beyaz Rusya olarak anılan bir bölge bulunmakta (günümüzde başkenti Minsk olan Belarus ülkesi) ve burada yaşayanlar “Beyaz Rus” olarak tanınıyorsa da bu bölgenin “Beyaz Rus”larının İstanbul ve Gelibolu’ya giden “Beyaz Rus”larla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Beyaz Rusların Osmanlı İmparatorluğu’na gelmesi, ülkenin kendisinde karışıklıkların olduğu bir döneme rastlamıştı. Bu süreçte Beyaz Ruslar neden İstanbul ve Gelibolu’ya geldiler?
Beyaz Rus göçünün Türkiye’ye yönelmesinin coğrafi konumla yakın ilişkisi bulunuyordu. Beyaz Ruslar, ilk durak olarak, özgürlüğe uzanan bir köprü olarak gördükleri Türkiye’yi seçtiler. Bu seçim iki nedenden dolayı mantıklıydı: Kırım üzerinden ülkelerini terk edenler için en yakın (deniz yoluyla) ve en güvenli ülke Türkiye idi. İkinci nedense Osmanlı İmparatorluğu’nun engin hoşgörüsü ve tarihsel konukseverliğiydi. İlerleyen günlerde sınır bölgeleri ve Balkan ülkeleri de ilk göç dalgalarını aldı. Daha sonra dünyanın çeşitli ülkelerine yöneldiler. Ruslar’a kapılarını açan Türkiye, kimi kaynaklara göre 200 bin göçmenin hayatını kurtarmış; onlara barınacak yer ve iş sağlamıştı.
Bu konuda bir Rus göçmen o zaman şunları söylüyordu: “Rusya’dan kaçarken hep şunları düşündük: 1492’de İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarını açan tek ülke olan Türkiye, 1920’lerde bizi geri çevirmeyecekti.”
İstanbul’a ulaşan gemilerin bir kısmı Bulgaristan’a ve Kıbrıs’a yönlendirilmiş; Türkiye’de kalacaklar ise İstanbul ve Gelibolu’ya yerleştirilmek üzere iki gruba ayrılmıştı.
O dönemde İstanbul, Mondros Mütarekesi koşulları gereğince İtilaf Devletleri’nin; Gelibolu ise Yunanistan’ın işgali altındaydı. İstanbul’un politik açıdan çalkantılı oluşu nedeniyle işgal devletleri Beyaz Rusların İstanbul’a gelmelerini pek istemiyorlardı ise de kabul etmek zorunda kaldılar. Uluslararası hukuka göre bölgede İngiltere, Fransa ve Yunanistan’dan başka hiçbir askeri gücün bulunması mümkün değildi. Beyaz Ordu bu nedenle sürekli olarak silahlarını teslim etmeye zorlanmıştır. Silahsızlandırma girişimleri ve askerlerin göçmen statüsüne alınması Beyaz Ordu yöneticileri tarafından kabul edilmiyordu. Zaman içinde özellikle Fransa ile bu konu etrafında sürekli gerilimler yaşanmıştır.
O dönemde Gelibolu oldukça kozmopolit bir nüfus yapısına sahipti. Beyaz Ordu Gelibolu’ya ulaştığında nüfus büyüklüğüne göre sıralarsak Yunanlılar, Türkler, Museviler, Ermeniler ve son olarak da Senegalli Fransız askerleri bulunuyordu. Fakat Gelibolu’ya gelen Beyazların nüfusu Gelibolu’da yerel toplumun nüfusunun birkaç kat üzerindeydi. Bu etnik çeşitliliğe rağmen, elde ettiğimiz bilgiler Gelibolu’da Beyaz Ruslar’ın daha çok Türklerle temas halinde olduğunu gösteriyor.
Neden?
Bunun nedenini, belki de iki ulusun ortak kültürel değerlerinin yakınlığında ve o dönemdeki tarihsel yazgılarının benzerliğinde aramak gerekir. Çünkü Türkler ve Ruslar aynı zamanda yurtlarında yaşananlar nedeniyle ulusal gururları incinmiş iki duygudaş toplumdu. Bununla birlikte iki taraf da o sıralarda kendi devletlerinin çöküşünü yaşıyordu. Birisi kendi yurtlarını terk etmiş, diğeri ise işgal kuvvetlerinin güdümünde bir yaşam sürüyordu. Türklerin misafir ağırlamaya önem veren gelenekleri, Rusların ise yerel halkla başarılı ilişkileri, özellikle Türk-İslam toplulukları ile temas kurma yetenekleri bu yakınlaşmaya yardımcı olmuştur. Rusların bu kitlesel göçlerinin ulaştığı her yerde adaptasyon güçleri genel olarak yüksek düzeyde başarılı olmuştur. Çünkü göç eden kitlenin içinde entelektüel birikime sahip nüfus da oldukça fazlaydı. Daha da önemlisi çok etkili bir organizasyon gücünü beraberlerinde taşıyorlardı. Türklerle ilk ilişkilerin kurulmasında kuşkusuz bunların önemli rolleri olduğunu da düşünmek gerekir.
Gelibolu’da Türklerin Beyaz Ruslara karşı tavrı nasıl olmuş? Bu konuda bilgilere ulaştınız mı?
Beyaz Ruslar Gelibolu’ya ayak basmalarından itibaren Fransızlarla sorunlar yaşamıştı. Yerel toplumun diğer unsurları ile mesafeli ilişkileri olmuştur. Türklerin Ruslara barınma ve diğer ihtiyaçlarını sağlama konusunda adeta seferber olduklarını saptayabiliyoruz. Buna kanıt oluşturan çok sayıda ifade, o günleri yaşayanlar tarafından 1923 yılında Berlin’de kaleme alınmıştır:
“Türkler tüm alçakgönüllülükleriyle kendi evlerinde odaları Ruslara veriyorlardı. Kendilerine ait ancak harap durumdaki yerleri onarmalarına yardım ediyorlar ve yerleşmelerine izin veriyorlardı. Türk müftüsü yurtların yerleşmesi için camileri açtı. 13 yurdun beşi camilere yerleşmişti. Müftü, Türk vatandaşları ile görüşerek Rusların konaklama sorununu çözmeye çalışıyordu….Savaştan dolayı fakirleşen ve manevi baskı altında olan Türkler, Rusları kardeşçe kabul ettiler. Fakat burada açıklanması zor olan, herkes tarafından bilindiği üzere Türk-Rus orduları arasında geçen sayısız acımasız savaşa rağmen barış ortamında birbirlerine karşı hep dostça davranmalarıdır.”
Gelibolu’ya gelen Beyaz Ruslar yaklaşık kaç kişiydi?
1. Kolordunun Gelibolu’daki asker nüfusu 25.868 kişiydi. Bunun dışında sivil mülteci statüsünde 1.444 kadın ve yaşı 12’den küçük 314 çocuk da vardı. Ruslar kentte misafirdi ama nüfusları ev sahibi toplumun nüfusundan kat kat fazlaydı. O dönemde yaklaşık 30 bin kişiden söz ediyoruz ki bu çok büyük bir nüfustur.
Türkler ve Beyaz Ruslar arasındaki ilişkilerde farklı dil ve inançlar bir problem olmadı mı?
İlginç olan noktalardan birisi de budur. Tüm dünyanın ders alması gereken engin bir hoşgörü ve dayanışma örneği oluşmuş. Gelibolu’da o günlerde herkes birbirini anlamaya çalışmıştır. Kısa bir süre sonra Rusça sözcükler halk arasında kullanılmaya başlandığı gibi; “kardaş”, “efendi”, “ekmek” gibi Türkçe kelimeler de Rusların gündelik konuşmalarına girmişti. Çeşitli kaynaklardaki aktarımlar Türkler’in Rusça’yı süratle öğrendiklerini göstermektedir. Bu durum iletişimin yoğunluğunu ortaya koyan bir kanıt olmaktadır.
İnançlara gelirsek, dünyaya örnek olacak davranışlar var. Türk müftüsü zaten camilerin çoğuna Rusların barınması için vermişti. O günlerde farklı dinlere mensup insanların birbirlerinin inançlarına saygıları o kadar ileri düzeye ulaşmıştır ki, dini törenleri karşılıklı ziyaret ettiklerini öğreniyoruz. Rus yüzbaşı Rayevski anılarında bir cami ziyaretini de tasvir etmiştir. Tasvire göre büyük olasılıkla cemaat içerde namaz kılmakta ve Rus askerleri de Müslümanların bu ibadetini seyrederek eşlik etmektedir. Yine Rayevsky, Lapseki’de sokakların birinde erimiş mumlarla kaplanan bir Türk mezarında bir Yunan şamdanı bulunduğunu, onun yanında da Lapseki Piskoposu Aziz Parfeniy’in mezarının yer aldığını belirterek duygularını ‘Bu Ortodoksluğun ve İslamiyetin barış içinde yaşadığının bir örneğidir. Ancak bu her zaman olmuyor’ şeklinde ifade etmiştir.
Araştırmalarınızda Türkler ve Beyaz Ruslar arasında olumsuzluk içeren olayların varlığına rastladınız mı?
Hemen hemen hiç. Beyazların Gelibolu yaşamında 1 yağma ve 2 hırsızlık olayı olmuştur. Askerler Gelibolu’da kadınlara karşı hiçbir tacizde bulunmamışlardı. Gelibolu’da bulunan ünlü Rus hukukçusu Kuzmin Karavaev de bu duruma çok şaşırmış görünmektedir: “her bir orduda bu tür suçların muhakkak belirli bir oranı öngörülmektedir. Gelibolu’da bu disiplin nasıl sağlandı? Açıkçası şaşkınlık içindeyim."
Bir bakıma İstanbul’daki Rus yaşamının kötü örnekleri de Gelibolu için yol gösterici olmuştur denilebilir. İstanbul’da yaşanan olumsuzlukların Gelibolu’da tekrarlanmasına sıkı bir disiplinle izin verilmemiştir. Ancak yine de salt disiplin yönetmelikleriyle, hapishane ile huzurlu bir kent yaşamının kurulamayacağı açıktır. Beyazların yerel toplumla gerginlik yaşanmasından titizlikle kaçındığını gösteren kanıtlar da vardır.. Örneğin, tiyatroda General Ştefon’un yanına bir grup sarhoş Yunanlı oturur ve generali gürültü ve sigara dumanı ile rahatsız ederler ancak bu orada bir probleme dönüşmez. Daha sonra ise tiyatro müdürü albaya ve istihbarat nöbetçilerine 8 gün hapis cezası verilir.
Ruslar Gelibolu’da ne kadar kaldı? Onlardan geriye kalan neler bulabildiniz?
Kent içinde Rusların okul olarak kullandığı bazı binaların yanı sıra, üst rütbeli subayların kaldığı bazı yapılar halen ayaktadır. Bununla birlikte Fransız mezarlığı içindeki bir generalin küçük yaştaki oğluna ait bir mezar yeri dışında somut herhangi bir unsur artık bulunmamaktadır. Beyaz Ruslar’ın geride bıraktığı anıt mezarlıklar, dekovil hattı da zaman içinde ne yazık ki dağılmıştır.
Bir şey eklemeliyim burada. Kamp yerini belirlemek için yaptığımız araştırmalar esnasında haritaları incelerken ilginç bir yer adıyla karşılaşmıştık: “Markupul Mevkii”. Beyaz Ordu’nun Gelibolu’da Markov adlı bir Alayı vardı. Markupul, Rusça Markov Polk (Markov Alayı)’un okunuşuydu aslında. Kamp yerleşim planındaki Markov Mühendis Bölüğü, günümüz haritalarındaki Markupul Mevkii ile hemen hemen çakışıyor. Bu işaret, Beyaz Rusların Gelibolu’da bugün için belirleyebildiğimiz birkaç izinden birisi kabul edilebilir.
Ruslar Gelibolu’dan ne zaman ayrıldı? Neler yaşandı ayrılırlarken?
İlk olarak 22 Aralık 1920’de Gelibolu’ya ayak basan Rusların çoğu 14 Aralık 1921 tarihine kadar Gelibolu’yu boşaltarak Sırbistan, Yugoslavya, Bulgaristan ve Tunus’taki Fransız kamplarına gemilerle uğurlandılar. En son kalan grubun da 5 Mayıs 1923 yılında Sırbistan’a gitmek üzere ayrılmasıyla Rusların Gelibolu serüveni noktalandı.
Beyaz Rusların Gelbolu’dan ayrılış anı oldukça dramatiktir. Rayevski, Gelibolu günlüğünde “Rusların Gelibolu’dan gitmesiyle kent ölü bir şehre dönüşeceği için Türklerin endişeli olduğunu” yazmaktadır. Türklerin yakın dostluk kurduğu Rusların kentten gidişi gerçekten de büyük bir olay olmuştur. Yine Rayevski günlüğünde “kendilerini bir akraba kadar yakın hissettikleri Gelibolu ile vedalaşmanın büyük üzüntü verdiğini” anlatmaktadır. İskeleye koşan kent halkının yanı sıra kadınlar da pencerelerden mendillerini ve çarşaflarını sallayarak Ruslarla vedalaşıyordu. Gerçekten de bu, Gelibolu’nun yaşadığı son kederli olaydır.
Rusları hatırlayanlar kimseler yok mu Gelibolu’da?
Bu da çok enterasan bir konudur. Konuyla ilgili olarak 2005-2006 yıllarında Prof. Dr. İbrahimov ile ziyarette bulunduğumuz Kavaklıtepe, Fındıklı ve Cevizli köylerinde çok yaşlı kişilerle görüşmeler yaptık. Bu görüşmelerde oldukça ilginç bilgiler elde ettik. İyi ki o zaman bunu yapmışız. Çünkü zaman ilerliyor. İzler ve anıları taşıyan insanlar göçüp gidiyorlar. Zaten buradaki köylerin Rum nüfusu da Lozan mübadelesi ile Yunanistan’a gitmiştir. Yine de bu görüşmelerde iki Rus subayının Gelibolu’ya yerleşmiş olduğunu öğrendik. Bunlardan Rus Muhittin olarak bilinen kişinin iç güveyi olarak Müslüman Türk ailesine damat olduğunu; Rus Mecit olarak tanınan bir diğerinin ise hamallık yaparak yalnız yaşadığını kaynak kişiler aktardılar.
Cevizli köyünün en yaşlı kişisi Ismail Özmen (90). Rusları işitir işitmez General Vrangelin komuta ettiği bu orduyu hatırlayarak “Varangele Ordusu” demişti. “Çok askerleri vardı Taşköprünün orda. Taşköprünün orası hep çadır doluydu.” diye eklemişti. Köyde o dönemde bazı Beyaz Rus subaylarının kaldığını ondan öğrendik: “Mesela Zekilerin İsmaillerin evinde o zamanlar bir Rus Binbaşısı kalmıştı.” diye eklemişti. Özmen’e göre Ruslar daha çok odun topluyor ve ihtiyaçlarından fazlasını Gelibolu’da satıyorlardı. Bazı kaynak kişilerin mülakatımız sırasında Rusça kelimeleri hatırlamaya başlaması, dinleyenleri hayrete düşürmüştü. Çünkü görüştüğümüz kaynak kişilerin çocukları ve torunları bu konudan tamamen habersizdi ve babalarına, dedelerine “bunların niye bize hiç anlatmadınız?” diyerek yanımızda sitemde bulunmuşlardı.
Gelibolu’ya gelen Ruslar hakkında Türkiye’de yapılan çalışmalar hangileri? Bu konuda Rusya ve Türkiye’nin ortak çalışmaları var mı? Bu konuda iki ülke arasındaki işbirliği ne durumda?
Kuşkusuz İstanbul’daki Beyaz Rusların yaşamı daha iyi tanınıyor. Bu konuda literatürde mevcut yayınlara son yıllarda çeşitli kitapların da eklendiği görülüyor. Beyaz Rusların Gelibolu yaşamına ise ilk olarak 1987’de Aydın Süer’in yayını dikkat çekmişti. Bu tarihten sonra Prof. İbrahimov ile yapmış olduğumuz araştırmalar çeşitli dergilerde yayınlandı ya da katıldığımız akademik etkinlerde sunuldu. Prof. İbrahimov’un Gelibolu deneyimini yaşayan yüzbaşı Rayevsky’nin anılarını Türkçe’ye çevirmesi de oldukça önemli bir çalışmaydı. Araştırmalarımız süresince Rusya’dan çeşitli kişi ve kurumlardan talep ettiğimiz dökümanlara ulaşmamız sağlandı. Bu tür işbirliği araştırmalara yön, değer ve derinlik kattı.
İki ülke arasında işbirliği özellikle 1921’de yapılan bu topraklara emanet edilen, ancak zamanla yıkılıp dağılan anıtın yeniden inşası sürecinde hızlandı. Bu süreçte hem devletlerarası girişimler hem de Rusya’nın önde gelen sivil toplum örgütleri ile Gelibolu Belediyesi arasında ilişkiler kuruldu.
Anıtın açılışı sürecinde Oskarlı yönetmen Nikita Mihalkov’un Gelibolu belgesel film projesi, Yelena Çavçavadze ve Galina Ogurnaya tarafından çekilen Gelibolu Yaşamı belgesel filmi de bu sürecin özel simgeleri oldu. Gelibolu’ya yapılan bu ziyaretler aynı zamanda 1920’li yıllardan sonra Rus sinemacıların yüksek seviyedeki ilk Türkiye ziyaretleriydi.
Elbette bu belgesel filmin bir final olmamasını diliyoruz. Bu konuda Türk-Rus ortak yapımı bir filmin çekilmesini öneriyoruz. Fakat bunu süratle yapmak gerekiyor. Çünkü Gelibolu, hızla gelişen bir kent. Bizim endişemiz yakın bir zamanda eski Gelibolu’dan kalan izlerin de giderek kaybolacağıdır. Böylece film çekimleri için tarihsel fonu oluşturmak zorlaşacaktır.
Kuşkusuz önümüzde Türkiye-Rusya arasında ekonomik, kültürel ve akademik işbirliğine dair çok büyük işler bulunuyor. Dileğimiz Gelibolu’da anıt ile canlanan ilişkilerin anıtın tamamlanması ile sona ermemesidir. Beyaz Ruslar’ın Gelibolu’ya gelişlerinin 100. Yıldönümü olan 2020 yılını çeşitli ekonomik, akademik ve kültürel işbirliği konularını kapsayan karşılıklı düzenlenecek bir programla karşılamalıyız. Rusya ve Türkiye devletlerinin, toplumlarının önde gelen temsilcilerini 2010 yılında Gelibolu’da buluşturma fikrini değerlendirmelityiz.
Biz Gelibolu’da Türkiye-Rusya ilişkilerini geliştirmeye katkı sağlayacak, tarihten gelen büyük bir güç olduğunu düşünüyoruz. Uluslarımızın zor zamanlarda birbirlerine uzattıkları insanlık elini ve olağanüstü dayanışma örneklerini bugünlerde hatırlamanın sayısı yararı bulunmaktadır. Siyasi coğrafyanın zorlu ve bu büyük parçasındaki iyi komşuluk ilişkileri, içinde bulunduğumuz dönemde çok büyük önem taşımaktadır.
Geçmişte bu konuyu Çanakkale Valiliği çok önemsemişti ve önemli aşamalar kaydetmiştik. Fakat bu ilgi zamanla kayboldu. Bürokratlar değişince genellikle masada önlerinde hazır bulunan projeler rafa kaldırılıyor. Kurumsal işlerde süreklilikle ilgili sorunlarımız var. Bu konuda oldukça ironik bir örnek de yaşadık. 2013 yılında G-20 Zirvesinin St. Petersburg’da olduğu günlerde “Şark Kapısı: Çanakkale Günleri” adlı büyük bir etkinlik planlanmıştı. Etkinliğe birkaç ay varken Çanakkale valisi değişti. Türkiye’den, Çanakkale’den hiçbir delegasyonun katılmadığı Çanakkale Sergisinin açılışı St.Petersburg’da Ruslar tarafından yapıldı. Bu olayı Çanakkale’de pek kimse bilmez. Bizce, yeniden ve kalıcı işbirliğini hedefleyen, belirli günlerle sınırlı kalmayacak, karşılıklı işbirliği örneklerini hayata geçirmek hala mümkündür.
Prof. Dr. Aydın İbrahimov ile bu konunun Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkileri geliştirilmesinde güçlü bir köprü olacağı düşüncesini uzun zamandır taşıyoruz. Son olarak REBTEK aracılığıyla Beyaz Rusların Gelibolu Yaşamlarını merkeze alan, Türkiye-Rusya arasında çeşitli sektörel, kültürel, akademik ilişkilerin geliştirilmesini hedefleyen bir proje hazırladık. “Sel Gider, Kum Kalır” adını taşıyan, henüz başvuru aşamasındaki bu projenin Rusya ile Türkiye toplumlarının birbirlerini daha iyi anlamalarına ve toplumsal yönü de bulunan güçlü ilişkiler kurulmasını destekleyeceğini değerlendiriyoruz.
Nitekim bugünkü konferansta, Rusya-Türkiye arasındaki işbirliği konularına katkı sağlaması amacıyla “Gelibolu Platformu” nun kurulması da önerildi.
Türkiye’de Beyaz Rusları tarihlerini araştıran kurum veya STK var mı? Gelibolu sığınmacılarının kurdukları bir dernek veya vakıf var mı?
Türkiye’de konuyla ilgili özel bir araştırma kurumu bulunmuyor. Fakat Beyaz Ruslar’ın Gelibolu’dan ayrıldıktan sonra çok sayıda dernek kurduğunu ve dergiler çıkardığını biliyoruz. Nitekim Fahri Başkanı General Kutepov, Başkanı ise General Vitkovski olan Gelibolulular Derneği, Beyaz Ruslar’ın buradan ayrılmasından sonra Fransa’da, Macaristan’da, Bulgaristan’da, Çekoslovakya’da şubeler oluşturdu. Derneğin Prag Şubesi 2. Dünya Savaşı sonlarına kadar yaklaşık 100 sayılık bir dergi çıkardı. Derneğin ABD’deki şubesi 1950-1960 tarihleri arasında “Perekliçka” (yoklama) adlı bir dergi yayınladı. Benzer olarak 1933-1939 yılları arasında Sofya’da aylık yayınlanan “Gelibolu” dergisinin ise 60 sayılık bir ömrü oldu.
Günümüzde de Başkanlığını Aleksis Grigoryev’in yaptığı, merkezi Paris’te bulunan “Gelibolu Torunları Derneği” bulunmaktadır. Gerek bu dernek gerekse Rusya Ulusal Gurur Vakfı Beyaz Ruslarla ilgili konuya yakın ilgi göstermektedir. Nitekim Rusya Ulusal Gurur Vakfı Gelibolu anıtının yeniden inşası sürecinde aktif rol oynamıştır.
Fakat Türkiye’de Gelibolulu Ruslarla doğrudan ilgili herhangi bir STK ya da araştırma merkezi bulunmuyor. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi bünyesinde kurulacak “Rusya Araştırmaları Merkezi”, bu alana büyük katkılar sağlayabilir. Görüşmelerde ele alınan akademik değişim programlarının hayata geçirilmesi, Rusya ve Türkiye’de bu alanda çalışmalar yapan araştırmacıları buluşturmaya yardımcı olacaktır.
Sizce Beyaz Rusların Gelibolu’daki yaşamları Türkiye-Rusya ilişkileri bakımından önemi nedir?
Gelibolu, Beyaz Ordu hareketinin Rusya dışında sürdürülmeye çalışıldığı bir mekan olarak Ruslar için tarihsel, politik ve kültürel bakımlardan özel bir anlam taşır. Gelibolu’ya ulaştıktan sonra yıkıcı moral bozukluğundan sıyrılan Beyaz Ruslar, toplumsal hayatlarını burada tekrar kurarak “Rusya” düşüncesini burada yeniden oluşturmuşlardır. Bugün çok çeşitli ülkelere dağılmış bulunan Beyaz Rus aileleri için Gelibolu birçok yönden çok özel anlamlar taşıyor.
Gelibolu’da yaşanan ve kısmen unutulmuş görünen geçmiş, ortak tarihsel ve kültürel bağları hatırlatan; günümüzde çeşitli alanlarda iş birliği anlayışını destekleyecek güçlü bir unsurdur.
Rusya ile Türkiye siyasal ilişkilerinde, Suriye iç savaşı eksenindeki jeopolitik hedeflerde yaşanan çatışma nedeniyle keskin bir geriye dönüş yaşamıştır. Neyse ki bu kriz dönem çok uzun sürmedi ve atlatıldı. Ancak unutmamak gerekir ki, sıklıkla değişen dünya koşulları nedeniyle iyi komşuluk ilişkileri özel bir önem taşımaktadır. Ülkeleri temsil eden siyasal iktidarlar, kritik kararlarda ortak tarihsel geçmişi de mutlaka hatırlamalıdır.
Türkiye-Rusya ilişkilerini temel alarak tamamlayacak olursak: Ticari ilişkilerin gelişmesi ya da siyasal liderlerin iyi ilişkileri, barış zamanlarında öne çıkmaktadır. Fakat güçlü siyasal temelleri olmayan yakınlaşmalar, ülke liderlerinin ittifak arayışlarının uzun vadeli güçlü ilişkiler sağlayabileceği anlamına gelmiyor. Güçlü ve güvenilir siyasal ilişkileri belirleyen en önemli temel, jeopolitik çıkarların ortaklığına ve bu ortak hedefler doğrultusunda işbirliğine dayanmaktadır.
Bizler, tarihsel süreçte toplumlarımızı kültürel olarak yakınlaştıran ortak noktaları ortaya çıkarmalıyız. Son dönemde iki ülke ilişkilerinde gerçekleşen olumsuz koşullardan dolayı yıpranan kamuoyuna, karşılıklı güven sağlamamız gerekiyor.
Bizler hep birlikte, gururlu geçmişlerimize dayanarak geleceğe umutla bakabiliriz. Çünkü o dönemin Geliboluluları, bizlere medeniyetler arası diyaloğun nasıl mümkün olabileceğini kanıtladılar. Gelibolu, geçmişte farklı milletlerin ve etnik grupların, farklı kültürlerin ve dinlerin temsilcilerini bir araya getirebildi. «Farklı kültürlere ve inançlara sahip İnsanlar nasıl bir arada yaşayabilir?» dünyaya bunu gösterdiler. Mülakatı umut verici bir şekilde tamamlamak isteriz. Gelibolu’da zamanla yıkılan Beyaz Rus anıtı 2008 yılında yeniden inşa edildi. 10 yıl önce Gelibolu anıtının açılış töreninde de medya, “anıtın Türk-Rus ilişkilerinde büyük rol oynayacağını” vurgulamıştı. Özellikle Rus siyasetinin ve kültür kurumlarının çok önemli isimlerinin Türkiye’de anıt açılışında bulunması ve sonrasında konuyu takip etmeleri Gelibolu üzerinden kurulacak bir dostluk köprüsüne gösterilen önemi kanıtlamıştır. Gelibolu’daki bu anıtın, iki önemli Avrasya ülkesinin iyi komşuluk ilişkilerinin ve birbirini anlamanın bir sembolü olmayı sürdürmesini diliyoruz.