Sonuncusu eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi döneminde olmak üzere Filistin-İsrail barış süreci iki senedir rafa kaldırılmışken, Filistin’deki iç uzlaşma ne manaya geliyor? Uzlaşmayı bölge çapında hangi faktörler getirdi? Nişantaşı Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Ortadoğu araştırmacısı Selim Sezer'le konuştuk.
'BÖLGEDEKİ AKTÖRLERİN NİHAİ ÇÖZÜM YOLUNDA ARAYIŞLARI VARDI'
Selim Sezer, Ortadoğu’da son dönemde değişen dengelerle birlikte Rusya Federasyonu dahil olmak üzere aktörlerin yeniden Filistin meselesine odaklandıklarına dikkat çekti. Bugün gelinen Gazze anlaşmasının ise iç ve dış dinamikleri bulunduğunu belirten Sezer, bunları şöyle özetledi: “Gazze'nin idaresine yönelik anlaşmanın ortaya çıkmasına yol açan sebeplere baktığımız zaman, hem Filistin'in iç dinamiklerinden kaynaklanan sebeplerin, hem de bölgesel dinamiklere bağlı bazı sebeplerin sözkonusu olduğunu görüyoruz. Bölgedeki önde gelen aktörlerin aslında nihai çözüme gidilmesi yönünde uzun zamandan beri arayışları var. İki devletli çözümün hayata geçirilmesi yönünde özellikle Rusya'nın son yıllarda girişimleri oldu. Obama döneminde zaman zaman ABD'nin de savunduğu görüştü bu, hatta Obama yönetiminin İsrail'in Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki yerleşim birimlerinde inşaatların durdurulması gibi talepler ortaya koydu. Fakat daha sonra Trump'ın gelişiyle farklı bir evreye girildi. Bir de bölge ülkelerinin, Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölge ülkelerinin girişimleri vardı. Zaten bu anlaşmayı destekleyen ülkelere baktığımız zaman bir kere Mısır'ın ev sahipliği ve arabuluculuğunda olması kritik noktalardan birisidir. İkinci olarak Suudi Arabistan'ın süreci desteklediğini ve Körfez ülkelerinin genel olarak olumlu yaklaştığını biliyoruz. Genel olarak İsrail-Filistin çatışmasına çözüm getirilmesi fakat bunun ön koşulu olarak da Filistin'in kendi iç meselerinin halledilmesi gibi bir zorunluluk söz konusuydu.”
‘İÇ DİNAMİKLER ANLAŞMA SÜRECİNDE DAHA ÖNEMLİ FAKTÖRDÜ'
'HAMAS 'TANINIRLIK' ARAYIŞINDA'
Bu çerçevede Hamas’ın son ‘Yeni Politika Belgesi’ne de dikat çeken Selim Sezer, örgütün tutumunu yumuşatarak uluslararası planda 'tanınırlık' arayışında olduğu görüşünü dile getirdi: “Hamas'ın bu anlaşmayı istemesinin nedenlerini Hamas tarafından Doha'da ilan edilen Yeni Politika Metni’nden bugüne kadar gelen süreç içerisinde görebiliriz. Yani şu artık giderek daha açık hale geliyor: Hamas bütün dünyada kabul gören ya da tanınan bir siyasi parti haline gelme arayışında. Metne baktığımızda bir takım arayışlar öne çıkıyordu. Bunlardan husumetlerin giderilmesi doğrultusunda mayıstan sonra farklı düzemlerde birçok adım atıldı. Örneğin İran ile görüşmeler yapıldı çünkü Suriye çatışması nedeniyle İran ve Hamas arasında çok ciddi görüş ayrılıkları ve soğukluklar yaşanıyordu. Mısır'la Müslüman Kardeşler meselesi kaynaklı husumetler vardı. En sonunda da El-Fetih ile olan husumetlerin giderilmesi ve yumuşamaya gitme yönünde birtakım adımlar da atıldı. Yeni Politika metnine tekrardan dönersek bu metinde çok açık bir şekilde bir 'tanınırlık' arayışını görüyoruz. Metinde Müslüman Kardeşler bağının en azından kurumsal düzeyde reddedilmesi vardı, İsrail-Filistin çatışmasının dini bir çatışma olarak görülmediği, işgale karşı, Siyonizme karşı bir mücadele olarak tanımlanması ve dini unsurun reddediliyor olması ve birtakım Batılı anlamda bazı liberal değerlerin metne girmesi ve her ne kadar bazı bakımlardan çelişkili olsa da 1967 sınırları temelinde iki devletli çözüme yeşil ışık yakılması gibi noktalar öne çıkıyordu. Bütün bu saydıklarımız net bir şekilde aslında Hamas'ın Batı ülkeleri de dahil olmak üzere tüm dünyada kabul görmek, tanınırlık elde etmek hedefinde olduğunu gösteriyor. Kanaatimce bu anlaşma da esastan bu noktaya dayanıyor. Çünkü Gazze'de dünyanın tanımadığı, kabul etmediği bir yönetimi idare etmeye çalışan ve abluka gibi sonuçlarla karşı karşıya olan Hamas yönetimi var. Belli ki Hamas bu noktaları gidererek, El-Fetih ile beraber uzlaşma yoluna giderek aynı zamanda yeni bir ulusal hükümetin kurulmasını sağlayarak ve kendisinin de onun bir parçası olma hedefiyle bir siyasi parti haline gelmek ve bu şekilde dünyaya kendisini kabul ettirmek istiyor diyebiliriz.''
'İDEOLOJİK YAPI TAŞLARINDAN FERAGAT ETMEK PAHASINA'
'ANLAŞMANIN SAĞLANMASI OLAYI KOŞULLARIN ZORLAMASI
Hamas'ın askeri gücünden bir şey kaybetmemiş olsa da Gazze'deki abluka koşullarının anlaşmayı zorunlu kıldığını belirten Sezer, Hamas'ın anlaşmayı hangi samimiyet düzeyinde yaptığını ileriki süreçlerde anlayabileceğimizi söyledi: “Siyasal İslam'ın pragmatizmi ve Hamas'ın bu anlaşmayı hangi samimiyet düzeyinde yaptığına yönelik soru işaretleri herhalde birçok kişinin kafasında olan soru işaretleridir. Bunun uzun vadeli bir açılım mı olduğu, dönüşüm mü olduğu, yoksa sadece taktik bir açılımdan mı ibaret olduğu veya yarın birgün koşullar değiştiği zaman nasıl bir hal alacağı sorusu birçok kişinin kendi kendisine sorduğu bir noktadır. Bunun tabii doğruluğunu ancak süreç içinde görebileceğiz. Anlaşmanın iç dinamikler anlamında koşulların zorlaması olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her ne kadar Hamas askeri gücünden bir şey kaybetmemiş olsa da açmazlarla karşı karşıyaydı: Ablukanın kaldırılmasının başarılamaz olması, bazı bakımlardan taban kaybı anlamına gelen şeyler olması, uluslararası düzeyde daha önce yakın bir takım ülkelerin çeşitli nedenlerle onunla ilişkisini geri çekmesi ya da desteği azaltması kaçınılmaz olarak bu süreci etkilemiş, bu noktaya getirmiştir. ''
'BİR YANDAN İSRAİL'LE NORMALLEŞME BİR YANDAN FİLİSTİNLİ GRUPLARLA YAKIN İLİŞKİ'
Selim Sezer, Türkiye'nin ise hem Hamas'la yakın ilişki geliştirip hem El Fetih'le ilişkileri sürdürdüğünü belirtirken, aynı şekilde İsrail’le de ilişkilerine dikkat etmesinin sonucu olarak bu son anlaşmaya dair tavrının olumlu olacağı tahmininde bulundu: “Daha dar anlamda baktığımız zaman bu 'Ulusal Birlik Süreciyle' ilgili Türkiye tarafından henüz resmi açıklama yapılmış değil. Ama alacağı tutum, izleyeceği yaklaşım ile ilgili tahminlerde bulunabiliriz. Muhtemelen bölgedeki ülkelerin birçoğu gibi, Türkiye hükümeti de bu anlaşma sürecini destekleyecektir. Türkiye'nin Filistin ile ilgili politikası bir dizi farklı zemin üzerinden gerçekleşiyor. Bir taraftan İsrail ile normalleşme süreciyle birlikte gelen doğalgaz anlaşması süreci başlatıyor. (Bu anlaşmaya rağmen iç politika için İsrail karşıtı birtakım retorikler dillendirilmeye devam ediyor. Tabii bu retoriklerin pratikteki karşılığı her zaman tartışma konusu) Diğer taraftan Türkiye hükümetinin aynı zamanda Hamas'la yakın ilişkiler geliştirdiğini biliyoruz. Halid Meşal'in buraya sık sık gelip gitmesi, iştişarede bulunması, verilen birtakım kurumsal destekler gibi gelişmeler olmuştu. Türkiye hükümeti El-Fetih ve Mahmud Abbas'la da ayrı bir şekilde kurumsal ilişki yürütmeye çalışıyor. Bu anlaşmanın Türkiye'nin iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştığı iki oluşum ve hareket arasında olduğu düşünüldüğünde muhtemelen Türkiye bu anlaşmayı destekleme yoluna gidecektir. Zaten Türkiye'nin resmi görüşü 1967 sınırlarındaki iki devletli çözüm olduğu için bu doğrultuda gerçekleşecek bir bölgesel mutabakatın muhtemelen parçası olmaya çalışacaktır diye düşünüyorum.”
Sezer, anlaşmanın Filistin davasının yararına mı olacağı konusunda ise çekinceler olduğunu belirtti: “Bu anlaşma 'Filistin davası'nın lehine mi olur, aleyhine mi olur sorusu da sorulması gereken bir meseledir. Çünkü El-Fetih yönetiminin yıllardır izlediği çizgi ve Hamas'ın da geride bıraktığımız yıllar süresince birçok meseleye yaklaşımında attığı adımlar ya da geçirdiği revizyonlar bilindiği için bu anlaşmanın iç barışı ve ulusal birliği sağlaması bütün kesimler tarafından olumlu karşılansa da daha uzun vadede lehte mi, aleyhte mi sonuçlar getireceğini henüz bilemiyoruz. Şu an Filistin'de bütün kesimler tarafından olumlu karşılansa da aleyhte sonuçlar getirme ihtimali mevcuttur.”
‘İSRAİL TAM OLARAK BEKLEDİĞİNİ BULAMADI'
Sezer, Filistinlilerin anlaşmasında İsrail’in ‘tanınma ve Hamas’ın askeri kolunun ortadan kaldırılması’ gibi arayışların karşılığını bulamamasını, anlaşmaya aksi yanıt verme sebebi olduğu görüşünde. Bu meselelerin anlaşmada sonraya bırakıldığını belirten Sezer, bu konularda gelişme yaşanmadığı müddetçe İsrail’in katı tavrının süreceğini e dile getirdi: “İsrail'den yni Politika Belgesi açıklandığı zamanında olduğu gibi bir tepki geldi. Aslında bu durum bazı bakımlardan İsrail'in lehine sonuçlar getirse de tam olarak beklediğini bulamaması nedeniyle toptan bir karşı çıkış şeklinde bir tepki verdi. ‘Biz orada aradığımız şeyleri bulamadık, biz Hamas'ın askeri kanadının tasfiyesini bekliyorduk’ dediler ki, El-Fetih ile Hamas arasındaki uzlaşmazlıkların aslında en temel noktalarından bir tanesi buydu ve bu anlaşmayla birlikte herhangi bir çözüm bulunamadı.”
‘SELEFİ VE TEKFİRCİ GRUPLARIN SORUMLULUĞU DA HAMAS’A KALACAK’
Sezer, İsrail’in taleplerinin ‘daha sonra görüşülecek’ diyerek ertelenmesinin ise Hamas için sonuçları olacağına dikkat çekti: “Bir de İsrail'li iki sivilin ve iki askerin naaşının teslim edilmesine yönelik talebi ve Netanyahu hükümetinin söylediği çok net bir ifade var: ‘Eğer Hamas silah bırakmazsa ve İsrail'i yıkma hevesinden vazgeçtiğini ilan etmezse, biz Gazze'de gerçekleşen bütün terörist faaliyetlerden Hamas'ı sorumlu tutacağız’. Şimdi bu şu sonuçları ortaya çıkarabilir: Orada son yıllarda selefi, tekfirci diye adlandırılan IŞİD uzantısı ya da benzeri birtakım oluşumlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı ve bunlar zaman zaman İsrail'e füze fırlatan örgütler. Ne zaman böyle bir şey olsa İsrail'in yanıtı Hamas'a ait bir takım noktaları vurmak oluyor. Şimdi Netanyahu'nun açıklamasından sonra da böyle olacağı anlaşılıyor, yani ‘Siz askeri kanadı tasfiye etmezseniz kim yaparsa yapsın ben Hamas'ı sorumlu tutacağım ve o şekilde karşılık vereceğim’. Dolayısıyla İsrail'in herhangi bir uzlaşmacı bir tutum almadığını ve esas beklentisi olan şeylerin somut olarak gerçekleşeceği yönünde bir emare olmadığı müddetçe aynı katı tutumu sürdürmeye devam ettiğini-edeceği görülüyor.”
'İSRAİL'İN İLE KÖRFEZ ÜLKELERİNİN KURDUĞU YAKIN İLİŞKİLER'
Son dönemlerde İsrail'in Körfez ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan'la artan ilişkilerine de dikkat çeken Sezer, İsrail'in Filistin üzerinde Riyad’ın etkisinin artmasını istediğini söyledi: “Öteki taraftan İsrail'in Körfez ülkeleri ve en başta Suudi Arabistan ile çok yakın ilişkiler kurmaya başladığını da görüyoruz. Bunun bir takım iktisadi boyutları da var. Şu tür şeyler örneğin gerçekleşiyor: Gerekçe olarak İsrail vatandaşı Müslümanların hacca gitmesi olarak söylenen Tel Aviv-Mekke ya da Tel Aviv-Riyad arasında birtakım doğrudan uçuşlar başlatıldı. Bu aslında birçok başka ikili ilişkilerin de genişletilmesi, ilerletilmesi demektir. Dolayısıyla böyle bir süreç var ve şu istek çok belli: İsrail, Filistin üzerinde etkili olan bölgesel aktörlerin en başında Suudi Arabistan'ın olmasını istiyor. Zaten tarihsel olarak arasında çok ciddi bir husumetin, ihtilafın olmadığı ve yakın zamanlarda da birçok bakımdan ikili ilişkilerini geliştirdiği bir ülke Suudi Arabistan ve istediği şey de gerek Hamas olsun gerek diğer oluşumlar olsun hatta Filistin hükümetinin kendisinin de Suudi Arabistan hegemonyası ve kontrolü altına girmesidir. Aslında bu anlaşmanın Suudi Arabistan tarafından da desteklendiğini düşündüğümüzde, birçok bakımdan ben Tel Aviv'in de bu anlaşmaya olumlu baktığını düşünüyorum. Fakat kendi durdukları yer itibariyle yapmaları gereken resmi açıklamaların katı olması gerekiyor. Bu yüzden de işte “biz aradığımızı bulamadık” diyerek bu katı açıklamalarını dillendiriyorlar.''