Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan S-400 hava savunma sistemleri alımı girişimi, ABD-NATO ile çatlakları artırıyor. S-400’ün NATO sistemine entegre edilmesi mümkün görünmezken, Batı’da Türkiye’nin stratejik yönelimi tartışması da derinleşiyor. S-400 tartışmalarına ABD-NATO’dan bakış ve Ankara’nın pozisyonunu güvenlik analisti, eski subay ve akademisyen Metin Gürcan ile konuştuk.
Metin Gürcan, Türkiye’nin uzun menzilli, yüksek irtifa hava ve füze savunma ihtiyacının 10 yıldan fazla bir süredir tartışıldığına dikkat çekiyor. Bu konuda Türkiye’nin ciddi bir eksikliği olduğunu belirtirken, hava sahası için ‘yol geçen hanı’ ifadesini kullanan Gürcan, bölgede yükselen güvenlik tehditleri ve teknik ihtiyaçlarla ilgili şu değerlendirmeleri yaptı:
“Türkiye’nin şu anda yer artı 24 kilometre ve üstü hava sahası yolgeçen hanı olmuş durumda. Türkiye’nin bu konuda çok ciddi bir kapasite eksikliği var. Zaten bu kapasite eksikliği nedeniyle Almanya’dan, Hollanda’dan, ABD’den 2015-2016 döneminde Suriye sınırımıza ‘Patriotlar’ konuşlandırıldı. Bu çok büyük ve acil bir ihtiyaç, ama ne yazık ki 10 yılda bu acil ihtiyaç bir türlü giderilemedi. Bunun temel nedeni de, asker merkezli güvenlik bürokrasisinin aşamadığı sorunlar ve mevcut kapasiteyi Türkiye içerisinde milli insanlarla mı geliştirsek, yoksa dışarıdan mı alsak sorusu üzerine tartışıldı. Bu süreç son beş sende hızlandı. Şimdi HK-9 modelleri var, Avrupa Konsorsiyumu’nun Aster-30 modelleri var. ABD’nin meşhur Patriotları ve Rusların S-400’leri Türkiye’nin ihale sürecinde yarışan modeller. Öte yandan, Çin sistemi ile ilgili yine şu anda Rusya’da olduğu gibi bir prensip anlaşması imzalanmış ve ihale süreci sonlanmıştı fakat teknoloji transferi ve mevcut küresel siyasi dengeler ile NATO’nun baskılaması ile Türkiye Çin tercihini 2015 yılında iptal etmişti, ardından ihale tekrar açıldı. Eldeki verilere bakılırsa; Türkiye’nin böyle bir sisteme ihtiyacı var. Bölgeye baktığımızda, 24 kilometre Türkiye’nin hava sahası yolgeçen hanı ve ciddi anlamda füze tehdidi bölgede yükseliyor. İran’ın Şahap füzeleri var, Rusya ve ABD’de de füzeler var. Kısacası, Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde hava ve füze savunma sistemi ihtiyacı var. Aynı zamanda, ciddi bir radar ihtiyacı var ve bu konu çok önemli.”
’15 TEMMUZ SONRASI NATO VE ABD’YE KARŞI GÜVEN BUNALIMI’
Hava savunma sistemleri kadar, beraberinde getireceği radar teknolojisinin de çok önemli olduğunu vurgulayan Gürcan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’nin NATO ve ABD’yi yanında göremediği için, ciddi bir güven bunalımı yaşadığını ve Rus hava savunma sistemlerine ilginin temel motivasyonunun bu olduğunu ifade etti:
“Türkiye başta İran, Suriye, Irak, Yunanistan, Ege denizi hatta Akdeniz’in tamamı olan totalde 400 kilometrelik bir menzilden bahsediyor. Türkiye NATO’nun ABD’de ortak komuta merkezinden yönlendirilen Malatya Kürecik’teki radarından ayrı bir sistem ihtiyacı hissetti. Özellikle 15 Temmuz sonrasında yaşanan güven bunalımı nedeniyle Türkiye’nin ABD ve NATO’nun da kendisine sırtını döndüğünü ve yeterince desteklemediğini düşünüp, bu konuda haklı ve giderilemeyen itirazı bir güvenlik açığı yarattı. Ankara bu durumda kendi imkânlarıyla güvenlik açığını kapatmak ve bağımsız bir şekilde sınırlarının 400 kilometre ötesindeki her türlü hava hareketliliğini de görmek ve değerlendirmek istedi. Bu da önemli bir stratejik tercihtir. Burada geldiğimiz nokta itibariyle, Rusya ile Türkiye arasındaki S-400 süreci aşırı şekilde politize olmuş bir süreçtir. Teknik gerekçe ve nedenlerden ziyade, şu andaki bu politize süreçte tarafların siyasi duruşları ve diplomatik manevraları üzerinden süreç şekilleniyor. Bu eleştirdiğim ve politize olmuş süreçte sonucu değil süreci konuşmak lazım. Öncelikle 2022 yılına kadar S-400’lerin Türkiye’ye gelmesi mümkün değil ve bu gerçeği öncelikle önümüze koymamız gerekiyor. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı ve Putin politik bir söylem olarak S-400 sürecini Batı’ya, NATO’ya ve ABD’ye karşı kullanıyorlar ve kullanmak istiyorlar. ‘Almak üzereyiz, prensipte anlaştık’ söylemlerini daha çok duyacağız ama şu anda geldiğimiz aşama itibariyle, prensipte anlaşılmış ama hala sorunlu konular var."
‘TÜRKİYE VE RUSYA’NIN ORTAK KABİLİYET KAPASİTESİNİN ARTMASI’
S-400’lerin alımı konusunda temel sıkıntılar olduğuna dikkat çeken Gürcan’a göre ABD ve NATO’yu asıl endişelendiren Rusya ve Türkiye’nin ortak iş tutma kapasitesini geliştirip, askeri anlamda tam mutabakat ile hareket edebilecek olmaları ihtimali:
‘S-400’LER HASSAS NOKTALARA YERLEŞTİRİLECEK’
S-400’lerin kullanım kapasitesine değinen Gürcan, bu sistemlerin tam anlamıyla etkili olup olmadığının henüz bilinmediğini ve Türkiye’nin hassas noktalarına yerleştirileceğini vurguladı:
“Bu füzeler uçaklara karşı, hava tehditlerine karşı etkili ve test edilmiş ama günümüzde balistik füze tehdidine karşı yeterli olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar var. Bu durumda sadece uçaklara yönelik, bölge hava savunması imkânı veren ancak radarları diğer rakiplerine oranla daha güçlü olan bu sistemler Türkiye’nin hassas olduğu bölgelere konuşlandırılacak. Ege, Suriye sınırı, Irak ve İran sınırı mutlaka düşünülecektir. Türkiye bu sistemler sayesinde kendisine tehdit oluşturabilecek her türlü uçuşu fark edebilecek ve karşı tarafı uyarabilecektir. Yani İran’ın, Suriye’nin 500 kilometre içinde, Ege denizinde, Doğu Akdeniz’de Türkiye caydırmak istediği veya ‘seni görüyorum’ mesajı vermek istediği her türlü hava hareketliğine, bu sistemler sayesinde radar işareti vererek mesaj verecektir. Ayrıca Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlere de bu sistemlerin yerleştirilmesi önemli. Bu sistemlerin Türkiye’ye verilmesi 2022’den önce mümkün gözükmüyor ama geldikten sonra bu sistemlerin Türkiye’nin nerelerine konuşlandırılacağı, Ankara’nın önümüzdeki dönemdeki tehdit algıları ve güvenlik stratejisi hakkında önemli ipuçları verecektir.”
Rusya’nın Türkiye’yi AB ve NATO içerisinde yapısal bir krize sürüklemek istediğine dikkat çeken Gürcan’a göre uçak düşürme gibi olaylardan sonra Moskova’nın Ankara ile bağlarını hala muhafaza etmesinin sebebi de bu:
“Burada dörtlü bir oyun görüyoruz ve bu oyunda taraflar ABD, Avrupa, Türkiye ve Rusya’dır. S-400 politize olmuş siyasi bir süreç gibi düşünülürse, Kremlin sonuçtan ziyade sürece odaklanarak Türkiye’nin geleneksel AB merkezli ekonomik ve NATO merkezli jeostratejik yönelimlerini değiştirmek istiyor. Bu sayede Rusya Türkiye’yi AB ve NATO içerisinde yapısal bir krize sürüklemek istiyor. Uçak düşürülmesi, elçi öldürülmesi gibi son üç senelik Türkiye ile fırtınalı ilişkilerine rağmen, Moskova’nın hala Akara ile bağlarını sıcak tutmasının sebebi Türkiye’ye tam da AB ve NATO içerisinde giderek gözüken yapısal bunalımları, yarılmaları ve krizleri daha fazla tetikleyebilmek için Türkiye’ye ihtiyaç duymasıdır. Burada S-400 de önemli bir noktayı oluşturuyor. İkinci önemli konu da Avrupa ile ABD arasındaki gerginliktir. Trump’ın işbaşına gelirkenki temel söylemlerinden biri ABD’nin Avrupa’nın güvenliğine çok fazla para harcadığı ve NATO’daki büyük yükü çekmesinin artık devam etmeyeceği yönündeydi. Trump artık NATO içinde ve Avrupa içinde çok fazla para harcamak istemediğini, Avrupalı müttefiklerinin de gerekli harcamaları yapmaları gerektiğini ifade etti. Bu tutum Avrupa’da büyük bir tedirginliğe sebep oldu. Trump’ın söylemlerini yavaş yavaş gerçeğe dönüştürdüğünü de gördük NATO toplantısında. Hal böyle olunca, Avrupa ve ABD arasındaki bu yapısal bunalım daha da kurumsal bir krize dönüşmüş durumda. Türkiye’nin de tam bu noktada bu krizi arttırıcı, bu güven bunalımını daha da tetikleyici bir rol üstlendiğini görüyoruz.”
’15 TEMMUZ MOSKOVA’YA YAKINLAŞMANIN TEMEL GEREKÇESİ’
Gürcan’a göre, Ankara’nın Moskova’ya yönelmesinin temel gerekçesi de 15 Temmuz’da ABD ve NATO’nun aldığı Erdoğan karşıtı tutum:
“Ankara’nın gerekçeleri de, 15 Temmuz sonrasında geleneksel Batılı müttefiklerinin yani NATO’nun, Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin meseleyi sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden okumaları ve 15 Temmuz’un Türkiye’de devlet ve toplum üzerinde yaşamsal bir kriz olduğu gerçeğini çok da kabullenememeleri, Türkiye’nin yakınında çok fazla olamamalarıdır. Burada Türkiye’nin de elbette hataları vardır ama onların da görmek istedikleri gibi görmeleri gibi bir durum da mevcut. Durum böyle olunca, Türkiye NATO karar mekanizmalarında bağımsızlaşmak, ABD’nin güdümünden çıkmak, özellikle çok kritik olan hava ve füze savunması alanında otonomi sağlamak istiyor. Bu haklı görülebilecek bir durum ve Fransa Türkiye’nin kararına saygı duyulması yönünde açıklamalar yaptı. Burada kimsenin kimseye güvenme lüksü yok ve bu durum hırsızlar arasındaki bir centilmenlik oyunu olarak düşünülebilir. Bu oyun üzerinde hayaller ve vizyon kadar elinizdeki kapasite, söyledikleriniz kadar yapabilecekleriniz ve sahadaki gerçeği gütme gücünüz ön plana çıkıyor. Bu da Ankara’yı ister istemez daha temkinli bir yol izlemeye itiyor. Türkiye’deki teknik tartışmalarda, NATO sistemine entegre edilemeyecek altı tane sistem için üç buçuk milyar dolar ödenip ödenmemesi tartışılıyor. Eğer bu rakam ödenirse, başta Hisar projesi olmak üzere, Türkiye’nin yüksek irtifa hava savunmasında kullanacağı, geliştirmesi gereken milli sistemlerin geliştirilmesinde S-400 kolaycılığına kaçılması, hem zihinsel hem entelektüel tembellik hem de finansal bir tembellik yaratır mı bilemiyoruz. Hepimizin vergilerinden oluşacak olan bu rakam belirlenirken ne kadar fayda-maliyet analizi yapıldığı da tartışılıyor.”
Türkiye ile Rusya arasında S-400’ler ile ilgili anlaşmanın bozulma ihtimalinin olmadığına dikkat çeken Gürcan’a göre eğer gerçekleşirse, bu anlaşma ile TSK’nın stratejik kültürü de değişebilir:
“Önümüzdeki bir yıl çok kritik ve bu sistemlerin Türkiye’ye gelmesi en az dört ya da beş yıl daha sürecek. Ankara’nın da, Moskova’nın da sonuçtan ziyade sürece odaklandıklarını, bu süreçte ABD’nin ve NATO’nun atacağı adımlar ve vereceği tepkilere göre davranışlarını şekillendireceklerini söylemiştim, bundan sonra da önemli olacak olan bu konu. Türkiye’nin çok hassas olduğu Suriye kuzeyindeki YPG varlığı, ABD’nin onunla olan müttefikliği, Almanya başta olmak üzere Avrupa ile bir türlü aşamadığımız siyasi krizler süreci Türkiye’nin S-400 konusundaki tercihlerine ne kadar bağlı kalıp kalmayacağını gösterecek ve bu da önemli bir koz olarak Türkiye’nin elinde bulunacak. Türkiye bu blöf kartıyla, stratejik yönelimini değiştirebileceği mesajını veriyor. Savunma ve güvenlik alanında Türkiye’nin 1950’den beri gelenekselleşmiş, kökleşmiş ve kurumsallaşmış, Batı merkezli güvenlik mimarisini değiştirebilecek, ibreyi doğuya çevirebilecek, daha Avrasyacı bir tutuma çevirebilecek bir stratejik hamleden bahsediyoruz. Bu hamlenin TSK’nin stratejik kültürünü değiştirebilecek bir etkisi de olacaktır. Umarım Ankara tamam da dense, devam da dense, Ankara her iki kararın da yaratacağı olumsuz tepkilere göğüs gerebilecek zihin egzersizlerini yapıyordur.”
Türkiye’nin NATO’dan çıkması ile ilgili yazılara değinen Gürcan, ‘Türkiye’nin NATO’dan çıkmasının neden olacağı ekonomik ve siyasi maliyetler Türkiye’nin kaldıracağı ölçüde mi ona bakmak lazım. Yaklaşık 300 milyar dolarınız varsa, çok rahat NATO’dan çıkabilirsiniz. Türkiye’nin savunma ve güvenliğe ayrılabilecek bu kadar bir bütçesi var mı? sorusunu sormak gerekli. Bunlar popüler kültürün cevaplaması gereken sorular değil. Bu geri dönülmesi güç bir karar ve çok iyi analiz yapılması gerekiyor ve maliyetleri ağır olabilir’ dedi.