‘MYANMAR’DAKİ TABLO ÇOK VAHİM’
Myanmar’da Müslümanlara uygulanan zulüm haberlerinin son dönemlerde sıklaşması ve 500.000’e yakın kişinin kaçarak, Bangladeş’e sığınmasını bir insanlık trajedisi olarak nitelendiren Kerem Çalışkan, ortada çok kanlı bir tablo olduğunu belirtti:
“Türkiye son dönemlerde medyada Arakan Müslümanları, Myanmar’da Müslümanlara zulüm haberleriyle doldu, taştı. Bu konu, çok yoğun bir şekilde Türk basınında ele alındı ve alınmaya devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın eşi de Bangladeş’e yönelik bir ziyaret yapıyor. Bu bölgede Müslümanlara yapılan katliamla da ilgili bu haber yoğunluğu. Bangladeş’te, Arakan Müslümanları denilen insanlara dair altıya yakın mülteci kampı var o civarlarda ve toplam o bölgede 500 bin Müslüman mülteci olarak yaşıyor. Genel olarak bakıldığı zaman, tam bir insanlık dramı yaşanıyor orada fakat gazetecilerin işi sadece görünen kısımla ilgili olmamalı. Önümüzde insani dram cereyan ediyor, kadınlar, çocuklar, Avrupa’ya geçmeye çalışan Suriyeli mülteciler, Afrikalı mülteciler gibi gemilerde ve neredeyse bambudan yapılmış teknelerde oraya geçmeye çalışırken boğulup ölüyorlar ya da Tayland veya Bangladeş’e geçince de esir olarak satılıyorlar ve zulme uğruyorlar. Çok karanlık ve kanlı bir tablo var ortada.”
Çalışkan’a göre, yaşanan trajedinin arka planında Çin ve ABD arasındaki güç mücadelesi bulunuyor. uTürkiye’de ilk etapta Rohinya Müslümanları ile ilgili tepkilerin ümmetçilik motivasyonuyla verildiği ancak daha sonra özellikle İslamcı yazarlar tarafından sahadeki ekonomik-politik durumun okumasının sevindirici olduğunu belirten Çalışkanşu değerlendirmede bulundu:
“Bu durumun neden şimdi yaşandığına ve bu tablonun arkasında ne olduğuna bakarsak; doğrudan bu işin arkasında ABD var ve ABD-Çin arasındaki ekonomik, enerji ve çatışma boyutuna da varabilecek bir çekişme var. Bu yorumum şu andaki tabloya çok mu aykırı düşünürken, bugün Yeni Şafak’ta Hayrettin Karaman’ın yazısına denk geldim. Kendisi bu katliamın arkasında açıkça ABD-Çin çekişmesi olduğunu yazdı. Sabah gazetesi yazarı Bercan Tutar’a da referans yaparak, daha açık bir şekilde bunun arkasında Arakan bölgesinden geçen gerek petrol, gerek doğalgaz olarak Çin’e dönük enerji hatlarının ve bölgede yapılmak istenen bir barajla ilgili bir kavga olduğunu yazdı. İktidara yakın medyadan ve İslam adına bir şeyler söyleyen kesimden böyle yorumlar gelmesi önemli çünkü belirli noktalara daha çok dikkat edildiğine işaret bu ve sevindiricidir. Birkaç gün önce Akit gazetesi ‘Ümmet nerede?’ diye bir başlık attı. Sayın Cumhurbaşkanı’nı dünya İslam lideri, ümmetin lideri gibi, görmek ve göstermek isteyen bir tutum içindeler ve hala bunu devam ettirenler var. Hem bölgemizde İslam liderliğini Erdoğan’a yakıştırıp, halife cübbesi gibi üzerine oturtmaya çalışıyorlar ve bununla yetinmeyip, dünya ümmetinin lideri yapmak istiyorlar. Arakan’ı da bu temelde kullanmak için, yazılar yazmaya başladılar. Böyle bir kesim ümmet liderliğiyle Arakan’a Erdoğan’ı sevk etmek isterken, İslamcı kesimin daha dikkatli takip ettiği basında Karaman, Tutar gibi isimlerin enerji kavgasına dikkat çekmesi önemli ve sevindirici bir gelişme. Bu kavganın 2012’den sonra kızışması önemli bir nokta ve Bercan Tutar 2012’de tam da Çin’in enerji bağımlılığının bittiğini ve bunu baltalamak isteyen ABD’nin oradaki Müslümanları silahlandırarak, bu olayı uluslararası çatışma düzeyine taşımak istediğini yazdı.”
Batı emperyalizminin özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren İslamı ve İslami cihat olarak tabir edilen şeyi kendi düşmanlarına yöneltmeye çalıştığını vurgulayan Çalışkan, Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin birer CIA projesi olduğunu anımsattı:
“Çeşitli Batılı emperyalist güçler İslamı, cihat üzerinden kanlı bir savaş olarak kendi düşmanlarını yıpratmak için kullanmaya çalıştı ve hala da çalışıyor. Rambo filmleri vardı ve bu meşhur Rambo, filmlerde İslamcı cihatçılarla birlikte Ruslara karşı Afganistan’da savaşırdı. Bu film Amerikan emperyalizminin o dönemde Sovyetler’e karşı İslam cihadını nasıl kullandığını, kullanmaya çalıştığını, nasıl bunu sempatik gösteren bir propaganda mekanizması haline getirdiğinin çok tipik bir örneğidir. İslam dünyasında Brzezinski’nin de bahsettiği Taliban’a deste ya da El Kaide’yi kurdurmak gibi hamlelerin bugün birer CIA operasyonları olduğunu biliyoruz. Buradan günümüze doğru gelince, CIA El Kadie’yi kurkurup, daha sonra 11 Eylül’de kullanıp, Irak işgalini gerçekleştirdiği gibi iddia olmanın ötesinde kanıtlanmaya yakın birçok şey yazılıp, çiziliyor. Çeşitli etnik, dini gruplar arasında çatışma varsa, emperyalist güçler bunları rahatlıkla manipüle ederek, kendi çıkarları için kullanıyor ve her dönem bu böyle oldu. Emperyal amaçları olan devletler yapmıştır bunu ve çatışmalı tarafları birbirine düşürmeye çalışmış, olmuyorsa kışkırtmıştır birbirlerinin üzerine. 2012’de Arakan’da Müslümanların silaha sarılıp, Çin yanlısı Burma yani Myanmar Devleti’ne karşı savaşa giriştiği yıllarda, ABD bizim bölgemizde IŞİD’i kurdurdu. Bugün artık eski CIA Başkanı David Petraeus tarafından IŞİD’in kurdurulduğu kabul ediliyor.”
‘1990’DAN SONRA DEĞİŞEN NATO KONSEPTİ İSLAMI DÜŞMAN SEÇTİ’
Çalışkan, ‘1990’da Berlin duvarının yıkılmasından sonra, NATO’nun komünizmi esas düşman olarak çıkartıp, zamanla onun yerine radikal İslamı koyduğunu anımsattı. Diğer yandan Müslümanların durduk yerde silaha sarılmadığını belirten Çalışkan’a göre ABD, bu grupların en militerlerine silah ve para aktarıp organize ederek kullandı:
“Bu İslamcı grupların en radikal olabilecek gruplarına para, silah aktarıp ve organize edip kışkırtmak gerekiyordu. Batı emperyalizmi, ABD emperyalizmi CIA üzerinden tam da bunu gerçekleştirdi. Afganistan’da da bu yaşandı ve son olarak Trump’ın güvenlik danışmanlığını yapmış Michael Flynn, 40 gün görevde kaldıktan sonra görevden alındı. Kendisi Afganistan’da CIA’nın İslamcı radikalleri silahlandırmasına karşı bir rapor yazdı, buna karşı çıktı ve daha sonra görevden alındı. ABD’nin kendi içinde de İslamcıları silahlandırıp, kışkırtma veya kışkırtmama konusunda bir çatışma ve kavga var. Bunun suni bir kışkırtma olduğu o kadar belli ki, şu anda mesela IŞİD Suriye’den temizleniyor ve IŞİD’in gerek Suriye’de, gerek Irak’ta dini, etnik Sünnilere veya Arap Sünniliğine dayanan bir temeli yok. IŞİD Avrupa’dan getirilen, para verilen sapık ruhlu militanlarla donatılmış bir örgüttür ve Irak ile Suriye’de temizlemeye başlayınca, geriye etnik bir temel de kalmıyor.”
Bugünkü tabloda ülkeler arası yaşanan gerilimlerin olası bir üçüncü dünya savaşına ön hazırlık olduğu görüşünü dile getiren Çalışkan, yıldızı parlayan Çin, Rusya gibi yeni güçler ile gücü azalan ABD arasında yaşanacak yeni krizlere vurgu yaptı. Bu güç savaşının en çatışmalı geçtiği yerlerden birinin de Ortadoğu olduğunu belirten Çalışkan, bölgedeki ABD-İsrail planlarına dikkat çekti ve Türkiye’nin bu gerilimde ulusal çıkarları birinci sıraya koyması gerektiğini vurguladı:
“Bir tarafta ABD gerek ekonomi gerekse siyasi olarak gerileyen bir güç durumunda. Yükselen güç olarak ise daha çok Çin var. Çin, Rusya, Hindistan ittifakı ipek yolu üzerinden yeni bir ekonomik alan açarak, bu projeyle ABD’yi çökertip doların hâkimiyetine son vermek istiyor. Bu çok büyük bir kavga ve bunun ekonomik, askeri, enerji boyutu var. ABD’nin Kuzey Kore ile çatışmasını da, ABD’nin Çin’e karşı tehdidi ve kuşatması olarak okumak lazım. Arakan’daki Müslümanlar da, ABD’nin Çin’i güneyden yani Bengal Körfezi’nden kuşatmaya çalışması ve vurmaya çalışması olarak bakmak lazım.”
Diğer yandan Irak Kürdistan’ında Mesut Barzani’nin yapmak istediği referandumun Türkiye’nin bütünlüğüne dönük bir tehdit olduğunu söyleyen Çalışkan, “Bunun arkasında da ABD ve İsrail var” tespiti yaptı. Çalışkan Ankara’nın artık etnik çatışmalara ümmet gibi soyut ve gerçek olmayan kavramlar üzerinden değil, gerçekten ulusal menfaatler üzerinden yaklaşması gerektiğini belirterek şöyle konuştu:
“Türkiye’nin çıkarı neyse, o yönde adım atmak lazım. İçinde bulunduğumuz bölgede ABD’nin Suudileri Katar’a karşı, bölgedeki Kürtleri Türkiye’ye karşı kışkırttığı çok açık. Diğer yandan İran ile Suudileri çatıştırmaya çalıştığı politikalar var ve ABD herkesi birbirine düşürerek, kendi iktidarını, petrol ve enerji sömürüsünü devam ettirmek istiyor. Bu tip oyunlara gelmeden, Türkiye’nin bölge ülkeleri olan İran, Irak ve Suriye ile daha sıkı işbirliği halinde, kendi ulusal menfaatlerini koruması lazım. Türkiye’nin çıkarlarını esas alan bir bakış lazım ve ümmet gibi hayali projelerin aslı astarı olmayan, saçma sapan şeylerin peşinden koşmamak lazım.”