Küresel düzende ABD hegemonyasında aşınmalar yaşanırken uluslararası sistemde Çin, Rusya ve Almanya gibi yeni güçlerin yükselmekte olduğu ve daha bağımsız ve pozisyonlar aldıkları yeni bir yönelim yaşanıyor. ABD ise Donald Trump liderliğinde tutarsız dış politikalarıyla iyiden iyiye yalpalayan bir görüntü sergilerken, uluslararası sistemdeki sarsılmaların sonuçları tartışılıyor. Bunun Türkiye’deki tezahürü ‘kamp değiştirme’ ve ‘Avrasyacılık’ üst başlığıyla yürütülen tartışmalar.
Küresel sistemdeki kaymalar, ülkelerin yönelimleri ve Türkiye’ye akademisyen ve gazeteci yazar Ergin Yıldızoğlu ile konuştuk.
Ergin Yıldızoğlu, küresel düzlemde eski düzenin bütün parametrelerinin 2000’lerin başından bu yana çözülmeye başladığını anımsatırken, buna karşılık ABD’nin hegemonya yitimi karşısında kendi çıkarlarını yavaş yavaş ortaya getirmeye çalışan büyük güçlerin sahne aldıklarına dikkat çekti. Bush ve Obama’nın farklı yöntemlerle ABD hegemonyasındaki gerilemeyi durduramadıklarını belirten Yıldızoğlu, Trump ile ABD’nin dış politikada yönünü yitirdiği bir görünüm aldığının altını çizerken Çin, Rusya ve Almanya’nın öne çıktığı yeni manzarayı şöyle çizdi:
“Uzun süre önce, 2000’li yılların başından itibaren ABD hegemonyasındaki aşınma giderek hızlandı. Bush hükümeti ve arkasından Obama hükümeti bu gerilemeyi çeşitli yöntemlerle durdurmaya çalıştı. Bush imparatorluk projesiyle, Obama arkadan liderlik vermek, Batı ile ilişkileri güçlendirmek, Ortadoğu’daki Müslüman ülkeleri ile farklı ilişkiler kurmak çabaları ile yönetmeye çalıştılar. Ancak bu gerilemeyi yavaşlatamadılar ve bunun üzerine Trump gibi birisinin seçilmiş olması ABD’nin dış politika açısından yönünü kaybettiği bir görüntüye yol açtı. Bu durum dünyanın geri kalanı açısından önemli çünkü hegemonik pozisyonda olan bir ülke yavaşlıyor ve bu gücünü kaybediyor da olsa, hala lider olabilme, çözüm sunabilme, bazı problemleri aşabilme kapasitesini göstermediği takdirde devletlerarası ilişkiler düzen içinde birbiriden bağımsızlaşmaya başlıyor. Bunun üzerine Çin’in yükselişi, Putin yönetimi altında Rusya’nın yeniden toparlanıp güçlü bir askeri kapasiteye sahip olması ve kendi yakın çevresini ulusal çıkarları doğrultusunda düzenlemeye başlaması önemli bir kayma yaratıyor.
‘ALMANYA NORMAL ÜLKE OLMAK İSTİYOR’
Yıldızoğlu, bunun üzerine Avrupa’da da Almanya’nın öne çıktığına dikkat çekerek, şu vurguları yaptı: “Almanya çok önemli bir güç ve ekonomik olarak belki de dünyanın en büyük ve sağlıklı ekonomisi olarak şu anda düşünülebilir sanayi üretimi ve kapasitesi açısından. Öte yandan Almanya’da silahlanma eğilimi artıyor, askeri inisiyatif gösterme arzusu gittikçe artıyor ve kendi ulusal çıkarlarına öncelik veren ülke görüntüsünü güçlendirmek ve ‘normal’ ülke olmak istiyor.”
Yıldızoğlu, küresel dengelerdeki kaymalarla birlikte Türkiye’de öne çıkan Avrasyacılık tartışmalarına ise şaşırdığını söyledi. Böylesine bir algının hangi koşullarda, hangi kurumsal yapılar içinde ve ekonomik bağlamlarda gerçekleşebileceği gibi önemli soruların yanıtlarının henüz verilemediğini anımsatan Yıldızoğlu, şu değerlendirmede bulundu:
“Bu Avrasyacılık algısı bana şunu düşündürtüyor; ‘Avrupa, ABD hegemonyası altında kendi yerimizi kaybetmeye başladık. Sıçrayalım, kendimize başka bir büyük liderlik, hegemonya bulalım ve onun altına girelim’ demekten başka bir anlama gelmiyor. Çünkü Türkiye’nin kendi ekonomisini, teknolojisini, siyasetini, iç dengesini veya barışını sağlayıp güçlenme çabasına girmeden önce, kendi başına ayakta durabilecek ya da kendini diğer ülkelere anlatabilecek bir konuma gelmeden, sağa sola sıçramaya kalkması gerçekten şaşkınlık verici. Avrasyacılığın hangi kurumsal yapılar içinde, hangi ekonomik bağlamda, hangi finansal desteklerle, hangi teknolojik zemin üzerinde gerçekleşeceği sorularının hiçbirinin cevabı yok. Türkiye, bağımsızlığını kullanıyor ve NATO ülkesi olmasına rağmen başka bir ülkeden S-400 füze savunma sistemlerini alıyor. Buna büyük bir para harcıyor ama S-400’leri hangi yapı içinde, nasıl, nerede kullanacağı konusunda her kafadan bir ses çıkıyor ve bu çok ciddi bir şey.”
‘TÜRKİYE DIŞ POLİTİKADA PANİKTE’
Çin’in yükselen bir güç olduğunun ve dünyada kendi küreselleşme projesini yaratmaya çalıştığını belirten Yıldızoğlu’na göre bu koşullarda Türkiye’nin kamp değiştirmek yerine, stratejik öneminden dolayı ilişkilerini konsolide edip, çevresindeki ülkelerle ilişkilerinde perspektifini daha dengeli biçimde genişletmeli:
“Çin’in yeni bir İpek Yolu üzerinden kendi küreselleşme projesini inşa etmeye çalıştığı da doğru. Afrika’da önemli bir etki alanı yaratmakta olduğu da doğru ama bütün bunların hangi siyasi şekillenmeye doğru gideceği, var olan düzende nerede nasıl çatışacağı ve ortaya nasıl bir taslak çıkaracağı konusunda henüz bir şey bilmiyoruz. Bu koşullarda Türkiye gibi çok kritik noktalarda, önemli kapasitelere sahip ülkelerin şu kamptan bu kampa atlamak, geçmek gibi işlerle uğraşacağına, tüm çevresiyle mümkün olan ilişkileri kurarak, ülke içindeki kendi siyasi yapılarını, kendi ekonomik koşullarını ve etrafındaki ittifak ilişkilerini güçlendirmeye çalışarak yaşamaya çalışması gerekir. Biz bunu ne yazık ki göremiyoruz ve bu yüzden Avrasyacılık kavramı gündeme geldiğinde aklıma macera geliyor çünkü bunun içinde hiçbir şey yok. Batı ile çatışmaya başladığı zaman, Avrasyacılığı alternatif olarak ortaya atacak bir şey yok. Hükümete baktığımız zaman, dış politika konusunda bir panik söz konusu ve iyimser bir manzara değil bu. Bu anlamda Türkiye çok kritik bir noktada ve çok kritik fay hatlarının kesiştiği bir noktada bulunuyor. Dolayısıyla taraf tercihe etmek yerine, böyle bir uluslararası ortamda konsolidasyona gitmesi daha sağlıklı olacaktır.”
Kapitalizminin en son 2008’de yaşadığı krize atıfla, hemen her ülkenin çok ciddi problemlerle boğuştuğunu anımsatan Yıldızoğlu, şu anda çökülmekte olan modelin ardından gelecek olanların kaygı yarattığına dikkat çekerek şu değerlendirmede bulundu:
“Kapitalist model masa başında tanımlanan ve birilerinin bulup da, sonra herkese getirdiği ‘hadi bunu uygulayacağız’ dediği bir şey değil. Maalesef şu an geçerli olan ve çözülmekte olan model iki dünya savaşının, çok ciddi ekonomik krizlerin, teknolojik sıçramaların ve sınıf mücadelelerin sentezi içinde ortaya çıkmış bir şey. Avrupa’da sınıfların belli bir uzlaşmaya varmasıyla birlikte, sosyal demokrasi ve büyük sendikaların kabul edilmesiyle, bunun altına bant sistemlerinin, elektrifikasyonun ve kaçılmaz olarak tüketim toplumunun gelişmesiyle birlikte kediliğinden şekillenmiş ve biz yıllar sonra buna geriye doğru bakıp, kapitalizm demeye başladık. Bu yüzden, var olan rejimin yıkıntısı en çok korkutan olay ve bu yıkıntının herhangi bir akılla çözülmesi mümkün değil. Bu yıkıntının nasıl bir senteze yol açacağı, nasıl bir teknolojik yeniden şekillenmeye ve üretim modeline doğru açılacağı konusunda korkulardan başka bir şey söylemek henüz mümkün değil. Mesela yapay zekâyı bu kadar çok tartışmaya başlamamız, ileride bunun başımıza nasıl bir sorun açacağı çevresinde dönüyor çünkü teknolojik değişiklikler olmadan modeller de değişmiyor. Kapitalizmin ufkunun ötesine bakan bir şey mümkün, çok da hayırlı olur ama ne yazık ki o konuda henüz ortada fazla bir veri yok. Şimdi Rusya ve başka yerlerdeki devlet kapitalizmi modellerine bakarsak eğer, bunlar bir yenilik değil. Kapitalizmin ortasında yükselen güçlerin kendi ekonomilerini ve kendi sermaye gruplarını yetiştirmek için, devleti mümkün olduğunca fazla kullanmak, devlet kaynaklarını mümkün olduğunca harekete geçirmek ve beraberinde militarizm, bürokrasi vs ile beraber gelen bir süreç. Hem korunma, hem kendine yer açma hem de bir gün kartlar yeniden karılmaya başlandığında, uygun konumda olmak arzusu sonucu olarak karşımıza geliyor. Çin’de yeni bir ekonomik model görebilmemiz için, sermaye birikim süreçlerinde bugüne kadar görmediğimiz yeni dinamiklerin ortaya çıktığına ikna olmamız gerekir. Bir anlamda yeni bir sermaye birikim rejiminin herkesten çok daha hızlı, verimli olarak yükselmeye başlaması ve diğer ülkelerin onu taklit etmeye başlaması gerekiyor. Örnek verirsek; ABD’de fordizm, taylorizm yükselirken, Avrupa’da, Japonya’da taklit etme eğilimleri artıyordu. Bu yüzden iki ordu arasındaki boş alana verilen isim olan ‘no men zone’ alanı gibi tarihin boş bir alanındayız ve korkuyu da yaratan bu. Çünkü bu boş alanda işlerin ters gitme olasılığı ve şu anda göreli olarak büyük barışın kazaya gelme olasılığı çok yükseliyor.”
‘SAVAŞ TECRÜBELERİ HALA OLAN KUŞAKLAR…’
Diğer yandan savaş riskinin çok yüksek olduğu son günlerde, büyük güçlerin hala geçmiş savaş tecrübelerini yaşan kuşaklar tarafından yönetilmesinin, savaş riskini azalttığı şerhini de düşen Yıldızoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Bir tarafta aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği gibi bir yerden hareket edersek, aklın kötümser olduğu söylenebilir çünkü tarihsel olarak tanıdık bir konjonktür içindeyiz. Bu durum o kadar eski ki, Peloponez savaşlarındaki modele benzer bir durum içindeyiz şu anda. Her an bir şey olabilir ve büyük güçler birbirlerinin boğazına yapışabilirler ama teoriden hareketle bu kaçınılmazdır demek mümkün değil. Çünkü yakın tarihimizde iki büyük savaş ve bir de soğuk savaş yaşandı. Şu anda Almaya ile birlikte var olan dört büyük güç, bu üç savaşın tecrübelerini taşıyan kuşaklar tarafından yönetiliyor ve bu anlamda savaşmak istemiyorlar. Bu yüzden daha yumuşak bir çözüm olasılığı, kapitalizmin kendisini restore etmesi konusunda daha baskın, bir şekilde.”
‘SOL, ELİNİ KİRLETMEDEN SİYASET YAPMAK İSTİYOR’
Hal böyleyken günümüzde sol hareketlerin çok ciddi problemleri olduğunu ve pozisyon almakta sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Yıldızoğlu’na göre solun reel politika bakımından çok ciddi bir tecrübesizliği var: