Türkiye ve Almanya arasındaki siyasi kriz devam ederken, Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmeyeceğinin bizzat Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından açıklanması, Ankara'da tepki yarattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sert çıkışlarını yaklaşan Almanya seçimlerinde Türkiyeli seçmenleri ‘Almanlara sandıkta gerekli dersi verme' çağrısı yaparak arttırdı ve Merkel'in partisi CDU'nun yanında SPD ve Yeşiller'e oy verilmemesini istedi. Erdoğan'ın açıklaması Almanya'da tepkiyle karşılandı ve birçok çevre bu söylemi iç işlerine müdahale olarak değerlendirdi. Ancak Almanya ile Türkiye ilişkilerindeki gerilim ekonomiye henüz yansımazken, bu söylemin sonuçlarının nerelere varabileceği merak konusu. Gelişmeleri Evrensel Gazetesi Almanya temsilcisi ve gazeteci yazar Yücel Özdemir ile konuştuk.
Yücel Özdemir'e göre, Almanya ve Türkiye arasında yaşanan kriz uzun vadeli ve kolay kolay bitmeyecek. Gümrük Birliği'nin güncellenmemesi yoluyla Türkiye'ye yönelik ekonomik yaptırımlar gündeme taşınmışken, Erdoğan'ın Almanya'daki Türkiye kökenli seçmenlere yaptığı çağrının geldiğini belirten Özdemir, Ankara'nın ilk kez bu ülkedeki seçimlere doğrudan müdahalede bulunduğuna dikkat çekti:
"Aradaki gerginlik Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son zamanlarda belirttiği gibi kısa vadede seçim malzemesi yapılacak bir konu değil. Almanya'da seçimler eylül ayında bittikten sonra her şey yerine oturur ve eskisi gibi ilişkiler devam ettirilir gibi düşünülse de gerçekte öyle değil. Kökleri daha derinlerde olan bir kriz söz konusudur. Türkiye'nin özellikle Almanya ile bir gerilim stratejisi var. Almanya ve özellikle Başbakan Merkel alttan alarak, yumuşak bir strateji ile Türkiye üzerinden bölge çıkarlarını korumak için büyük çaba harcadı ama öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı ve AKP başkanı Erdoğan, Almanya ile gerilim stratejisi üzerinden bir bakıma Avrupa ile hesaplaşmak istiyor. Erdoğan'ın bugün yaptığı açıklama doğrudan Almanya'daki seçimlere, alman iç politikasına doğrudan müdahaledir. Aynı zamanda da Almanya'daki Türkiye kökenli seçmenlerin karar verme yönelimlerine müdahale etmektir. Bunların bir kısmının Türkiye ile bir ilişkisi yok, Alman vatandaşları ve bunun için doğrudan müdahaledir. Bu söylemin ne kadar etkili olacağı büyük bir tartışma konusu."
Erdoğan ve AK Parti'nin Almanya'daki seçimi etkileme tartışmalarına, AK Parti'nin Almanya'daki uzantısı olan Avrupa Türk Demokratlar Birliği'nin (UEDT) üç ülkeye dair yaptığı Almanya'daki Türklerin seçim analizi üzerinden yorum getiren Özdemir'e göre Türkiyeli seçmen Almanya'da sol partilere oy verme eğiliminde ve Erdoğan'ın çağrısı onlar için seçimi boykot etme anlamına geliyor:
"UEDT'nin analizinde Almanya, Hollanda ve Fransa'da iki bin 700 seçmen üzerinde bir seçim analizi yapılmış tercihlerini belirleme yönünde ve özellikle Almanya'daki Türkiye kökenlilerin sol partilere oy verdiği belirleniyor. Yani Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Sol Parti'ye üçte iki gibi önemli bir kısmı oy vermiş ve çok az bir oranda Hristiyan Demokrat Parti'ye oy verilmiş. Bugün Cumhurbaşkanı'nın açıklamasını dinlediğimde, Hristiyan Demokrat Parti ve Yeşiller'in ismini belirttiğini gördüm. Bunlardan hariç geriye bir tek ırkçı, milliyetçi ve faşist parti AFD kalıyor. Çok küçük bir EFDP liberal parti var ama Türkiye konusunda bu partinin de eleştirileri var. Sol Parti'nin zaten milletvekilleri teröristlere destek vermekle suçlanıyor Türkiye tarafından. Aslında Cumhurbaşkanı'nın çağrısı bir şekilde Almanya'daki Türkiye kökenlilere seçimleri boykot etme çağrısı anlamına geliyor. Bu Almanya'daki Türkiyelilere yapılmış en büyük kötülüktür çünkü Almanya'daki siyasi hayata katılmaya bir engeldir. Almanya'daki Türkiyeliler 16 nisan referandumundan sonra yüzde 60 oranında ‘evet' dedi ve ardından ‘nasıl olup da Almanya'da doğup, büyüyüp, yaşayan insanların yüzde 63'ü otoriter bir rejime destek verdi' diye bir tartışma oldu. Bu tartışma Türkiyelilerin Almanya'daki yaşamını o dönem olumsuz etkilemişti. Şu anda ise, bu açıklamayla birlikte Almanya seçimlerine katılmayacakları yönünde siyasi telkinlerde bulunmak demek, dar bir siyasi bakış açısı uğruna yaşadıkları ülkeden bu insanları koparmak anlamına geliyor. Uzun vadede Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi düşünüp, ona destek verenlerin Almanya'da bir Türk Partisi kurma planları ve bu konuda girişimleri var. Bu konuda iki tane parti var. Bir tanesi yenilikçi ya da yatırımcı olarak ifade edilen ve AKP ile aynı ideolojide olan BİG Partisi ve bu parti Almanya'daki eyalet seçimlerine de katıldı Kuzey Westfalya eyaletinde. Diğeri de Alman Demokratların İttifakı olan ADD Partisi. Bu parti Remzi Aru adlı AKP ile çok yakın ilişkileri olan bir işveren tarafından kuruldu ve 24 eylüldeki seçimlere sadece Kuzey Westfalya'da katılacak çünkü partilerin ülke çapında seçimlere katılabilmesi için yeterli sayıda imza toplaması gerekiyor. Bu parti bu konuda yeterli imza toplayamadı. Yani AKP ile yakın ilişkileri olan bu iki parti Almanya'da seçimlere katılmıyor."
AK Parti'ye yakınlığıyla bilinen iki Türkiye kökenli parti eğer seçimlere katılabilseydi, Erdoğan'ın yaptığı çağrının etkilerinin daha net anlaşılabileceğine dikkat çeken Özdemir, Türkiyeli seçmenin Türkiye ile ilişkileri birinci kriter olarak belirlediğini ifade etti. Diğer yandan oransal olarak Türkiyeli seçmenlerin seçimi etkileme gücü olmadığına vurgu yapan Özdemir, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Geçmişte Sosyal Demokratlara, Yeşillere, Sol Parti'ye oy verenlerin ne kadarının Erdoğan'ı dinleyip, yüzde beş barajını geçme ihtimali bile çok zayıf olan bir partiye oy vermeleri beklenen bir durum değil. Almanya'daki Türkiyeliler muhafazakâr görüşte olsalar dahi yaşam tarzları, bu ülkedeki çıkarları gereği ve gelecekleri için sol partilere oy veriyorlar çünkü en mantıklı olan bu. Önümüzdeki seçimlerde de oy yönelimleri kendisini bu şekilde ifade edecektir. AKP'nin ve Türk hükümetinin aksi yönde yönlendirmeleri de tabi ki de mevcut. Hatta UEDT'nin analizinin sonunda Almanya'da özellikle bir partinin seçilebilme kriterinin, Türkiye ile iyi ilişki içerisinde olması olduğu belirtiliyor. Partilerin sosyal haklar gibi diğer konulardaki söylemleri önemsenmiyor. Ankette son seçimlerde oyunuzu kime verirsiniz? sorusuna yüzde 41 oranında katılımcı ‘bilmiyorum' diyor. Burada şu anda ‘Almanya'daki hiçbir partiye oy vermek istemiyorum' sonucu çıkıyor ve bu da bir arayış içerisinde olduklarını gösteriyor. Bir milyon nüfuslu Türkiye kökenli seçmenin Almanya'daki siyasi tabloyu ya da hükümetin kaderini belirleyebilecek bir pozisyonu yok çünkü toplamda 61 milyon seçmen var ve bu sayının yüzde 75'i yani 50 milyona yakını sandığa gidiyor. Bir milyonluk Türkiyeli seçmen üzerinden Almanya'daki siyaseti yönlendirmek mümkün değil ama asıl bu söylemlerle zararı o insanlar görüyor."
Diğer yandan son gerilimde Almanya'nın Erdoğan'ın gidişatını ekonomik yaptırımlarla önleyebileceğini gördüğünü vurgulayan Özdemir, Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmesinin daha çok Türkiye'yi ilgilendirdiğini anımsattı. Almanya'nın bu güncellemeyi zaten istemediğine dikkat çeken Özdemir, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Sigmar Gabriel'in yaptığı son açıklamada Alman şirketlerinin Türkiye'deki yatırımlarına devletin güvece vermeyeceğini söylemesinin üzerine Türkiye hemen harekete geçti. Interpol'e vermiş olduğu 680'e yakın şirketin listesini hemen geri çekti. Türkiye ve AB arasındaki tüm ticari ilişkilere ve hacmine baktığımızda, Türkiye dış ticarette Avrupa açısından en önemli ülke ve Almanya için ekonomi ile Erdoğan'ın zayıflatılabileceği görülüyor. Siyasi demeçlerle bu işin olmadığı çok belli ve sürekli protesto etmek, büyükelçi geri çekmek, nota vermek gibi eylemlerin etkili olmadığı ortadadır. Türkiye tam tersi davranıp, daha agresif bir şekilde Alman vatandaşlarını gözaltına aldı ve bunu kullandı. Ben ekonomik olarak hamleler yapılacağını ve Merkel'in son açıklamalarının bununla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yürürlükte olan bir Gümrük Birliği Anlaşması var ve anlaşmaya baktığımızda, 31 aralık 1995'ten bugüne kadar AB açısından zaten bir problem yok. Bundan sonra Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, Türkiye lehine düzenlemelerin olacağı anlamına geliyor çünkü Türkiye'nin istediği, özellikle tarım ürünlerinin serbest bir şekilde Avrupa'da piyasaya sürülmesi, kamu ihaleleri gibi pek çok madde değiştirilecek, güncellenecekti. Almanya artık güncelleme istemediğini, açık bir şekilde Türkiye'yi bu süre içerisinde ekonomik olarak daraltmayı ve Türkiye'nin ilerleme adına AB'den aldığı fonları da kesmek istediğini belirtti. Son olarak AB Komiserliği de bu yönde bir açıklama yaptı. Sanırım AB içerisinde ekonomik olarak Türkiye'yi sıkıştırma yönünde bir fikir ortaklığı var ama bu ne kadar Alman firmalarını etkileyecek bilmiyoruz."
Ekonomik baskı arttırılırsa, Türkiye'nin AB içerisinde uzlaşı arayışına gireceği fikrinin Almanya'da baskın olduğuna dikkat çeken Özdemir, Türkiye'nin belirlenen çizgilere gelme ihtimalinin böylece artacağını, aksi takdirde zaten siyasi olarak Avrupa değerlerinden kopmuş olduğunu ve siyasi konularda karşı tutum alınsa da, ticari konularda iki ülke arasında ilişkilerin bozulmadan devam ettiğini belirtti:
"Alman meclisi tüm milletvekillerini bilgilendirmek için bir broşür dağıttı ve bu broşürde ayrıntılı bir şekilde son yıllarda giderek azalan oranlarda doğrudan yatırım yapıldığı bilgisi var. Meclis'te yayınlanan bu broşürde, Türkiye'de istikrarsızlığın artacağı yönünde belirtiler arttığı takdirde, en azından yatırımların azalacağını ve Türkiye'nin AB'deki ticaret hacminin düşeceği ifade ediliyor. En azından beklenti bu yöndedir. Öte yandan silah tekellerinin Türkiye'deki yatırımları hiç gündeme gelmiyor. Örnek verirsek, Ryan metal Almanya'daki en önemli silah şirketlerinden birisi ve Türk firması BMC ve Endonezya ile birlikte İstanbul veya başka bir kentte büyük bir silah fabrikası kurmak için harekete geçmiş ve bu konuyla ilgili Cumhurbaşkanı ile de görüşmeler yapılmış. Şimdi Almanya'da muhalefet ve özellikle Sol Parti, hükümete bu konuda baskı yapıyor. Hükümet ise özel firmaların yapacağı işlere müdahale edemeyeceğini söylüyor yani Merkel hükümeti iş ticarete gelince hemen uzlaşmaya gidiyor. AB mimarisini bilenler, bütün kararların Almanya'dan geçtiğini bilir, bu yüzden Almanya'nın söyledikleri tüm Avrupa'yı bağlar ve önemlidir. Hatırlanırsa Sığınması Anlaşması da Merkel'in Türkiye'ye gelişi sırasında imzalanmıştı ve Merkel olmasaydı büyük ihtimalle o anlaşma da imzalanmazdı."