İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri başkanlığındaki üst düzey İran askeri heyetinin Ankara ziyareti tartışılıyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Savunma Bakanı Caniklik tarafından da kabul edilen İran heyeti ile sınır güvenliğinden Suriye ve Irak Kürdistan'ında eylül sonunda düzenlenecek bağımsızlık referandumuna uzanan ikili ve uluslararası meseleler ele alındı. Temasların İran-Türkiye ilişkilerine etkisi ve anlamını Marmara Üniversitesi'nden Bilgehan Alagöz ile konuştuk.
Bilgehan Alagöz'e göre son 5-6 yıldır Türkiye-İran ilişkileri en sancılı dönemlerinden birini geçirmesine rağmen güvenlik meseleleri söz konusu olduğunda iki ülkenin işbirliği yapma pratikleri her zaman ağır bastı. Alagöz, İran ve Türkiye'nin Suriye'deki gelişmelerden doğrudan etkilenen iki ülke olduğuna dikkat çekerken, İran heyetiyle görüşmenin merkezinde de hem Suriye hem de Irak'taki gelişmelerin olacağının altını çizdi. Alagöz şu değerlendirmede bulundu:
"Türkiye ve İran ilişkilerini değerlendirirken, iki ülkenin de bölgenin en derin ilişkilerine sahip iki ülke olduğunu mutlaka belirtmek gerekli. Güvenlik söz konusu olduğunda genel olarak işbirliği yapma pratiğine de sahiptirler ama son altı yılda biz bu genellemelerin istisnalarını yaşadık. Bunun adını da koyarsak; Suriye konusunda ciddi bir ayrışma yaşandı iki ülke arasında. Fakat gelişmeler şunu gösterdi ki, bölgedeki tüm ülkeler Suriye konusunda önemli, stratejik hatalar yaptılar ve bu da bölgede ciddi bir güvenlik çıkmazına sebep oldu. Bunlardan doğrudan etkilenen iki ülke İran ve Türkiye oldu. Bu sebeple, İran'dan bu anlamda üst düzey bir ziyaret görüyoruz. Bu ziyaret şu açıdan da önemli; İran İslam Devrimi'nden sonra askeri anlamda ilk defa böyle karşılıklı bir ziyaret görüyoruz. Her iki ülke de, her ne kadar siyasi, ekonomik düzeylerde olduğu gibi birçok alanda görüşmeler yapmışsa da askeri anlamda birbirlerini anlamaları bir başka boyuttaydı çünkü Türkiye bir NATO üyesiydi ve İran böyle bir ilişki kurmadı. Artık Soğuk Savaş döneminde yaşamıyoruz dolayısıyla NATO da Soğuk Savaş dönemi NATO'su değil. Bu sebeple de Türkiye ve İran bu anlamda bir ilişki deneyimini şu anda yaşıyor. Dışarıya sızan bilgiler çok az, basına yansıyanlardan takip edebildiğimiz ölçüde konuşabiliyoruz ama yansıyan bilgilere göre görüşmenin odak noktasında Irak ve Suriye var."
Türkiye ve İran sınırında örülen duvarın Suriye-Türkiye sınırına çekilen setin devamı olduğunu ve son dönemde sınırda kendini gösteren PKK-PYD faaliyetlerinin iki ülke arasındaki işbirliğinin en temel motivasyonu olduğunu ifade eden Alagöz'e göre İranlı yetkililer sınıra örülen duvardan memnun:
"İran ve Türkiye arasında son yüzyıla bakıldığında, en önemli uyuşmazlık konusu sınır güvenliği ile ilgili olmuştur. 1930'larda da, ilerleyen Soğuk Savaş yıllarında da ve özellikle PKK'nin ortaya çıktığı dönemlerde de Türkiye ve İran sınırı hep gündemde olan bir konu olmuştur. PKK'nin İran kolu olan PJAK'da İran açısından aynı oranda tehdit üreten bir durum. Son dönemde özellikle Suriye ve Irak'taki gelişmeler, PKK ve PJAK'ın bir yaşam alanı bulmasına sebep oldu ve bu da Türkiye ve İran'ı şu an işbirliği sürecine iten en önemli motivasyon kaynağı oldu. Duvar da tamamen buna yönelik bir güvenlik tedbiridir. İranlı yetkililerin açıklamalarına bakıldığında, duvara yönelik bir eleştirel bakış açısı olmadığını görüyoruz. Bunda şu da etkili; Türkiye ve İran ticari ilişkilerini arttırma konusunda büyük bir motivasyona sahip ama sınırdaki güvensizlik ortamı büyük oranda engel oluşturuyor. Çünkü PKK ya da PJAK sadece güvenlik güçlerine saldırıda bulunmuyor, buradaki ulaşımı da aksattırıcı, ticari faaliyetleri engelleyici birtakım saldırılarda bulunuyorlar. Bu sebeple de duvarla bu güvenlik boşluğunun büyük oranda giderileceği ve iki ülkenin birbirleriyle bu anlamda daha kolay işbirliği kuracağı düşüncesi var. Bu sebeple de, duvarın İran tarafından da genel olarak olumlu algılandığı izlenimini elde ediyorum."
Türk Dış Politikası'nın son 20 yılına bakılırsa, Türkiye'nin Irak'ta oluşacak potansiyel bir Kürt Devleti'ne yönelik tavrının olumsuz olduğunun ve Türkiye'nin konuyu en eski zamanlardan beri bir kırmızı çizgi olarak ilan ettiğinin altını çizen Alagöz'e Türkiye ve İran Suriye'deki PYD oluşumunu daha öncelikli bir tehdit olarak görüyor ve bu konuda ortak strateji belirlemek istiyor:
"Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğü konusunda hassasiyetinin devam ettiği görüşündeyim. Fakat şu anda Türkiye, özellikle Suriye konusunda daha ciddi bir ulusal güvenlik tehdidiyle karşı karşıyadır. Buradaki PYD ve IŞİD eşzamanlı olarak Türkiye'yi hedef alması, Suriye konusunun bir tık daha ön planda olması durumunu ortaya çıkarıyor yoksa Irak'a yönelik bir politika değişikliği olduğunu gözlemlemiyorum. Bu vesileyle İran Genelkurmay Başkanıyla ilgili belki birkaç kelime söyleyebiliriz; İran'daki ordu yapılanması, Türkiye'den epey farklıdır. Devrim öncesinden gelen bir ulusal ordusu var ve bunun yanında bir de Devrim Muhafızları Ordusu var. Genel Kurmay da 1988 İran-Irak savaşından sonra oluşturulmuş çatı örgüttür. Şu anki Genel Kurmay Başkanı geçtiğimiz sene Haziran ayında atandı ve şu anda görev süresi oldukça yeni. Kendisinin alt yapısına baktığımızda, özellikle Devrim Muhafızları ordusunun kuruluşunun ilk yıllarından itibaren askeri istihbarat anlamında faaliyetlerde bulunduğu ve Irak-İran'daki PJAK yapılanmasına bir hassasiyeti olduğunu görüyoruz. Elbette bu tek sebep değildir ama İran'dan Türkiye'ye yönelik olumlu adımlarda, kendisinin de böyle bir alt yapıya sahip olmasının etkili bir faktör olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendisinin atandığı ilk zamanlar, mücadele alanının İran'a yönelik terörist faaliyetler olduğu yorumları yapılmıştı İran'da. Bu da gösteriyor ki; özellikle 2015 ve 2016'nın ilk yıllarındaki gerilimli Türkiye-İran ilişkileriyle kıyaslayacak olursak, 2016'nın ikinci yarısından itibaren yani kendisinin atandığı dönemden itibaren Türkiye'ye yönelik pozitif adımlar söz konusu. Bunda da kendisinin bu stratejik düşünme ağı içinde Türkiye'ye atfettiği önemin etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla iki ülke Irak, İran, Türkiye sınırındaki PKK-PJAK yapılanmasına yönelik ortak politika geliştirmeyi daha da öncelikli hale getirdi."
Körfez'deki son krizde Türkiye ile İran'ın Katar'dan arka çıkarak farklı tutum alarak ortaklaşmaları sorulduğunda bölgeyi sadece bir tarafta İran, bir tarafta Arap ülkeleri olarak görmenin yanlışlığını vurgulayan Alagöz, buranın kendine ait bir dengesi olduğunu belirtti. Alagöz, Türkiye'nin bölgedeki tüm aktörlerle eşit mesafede durması gerektiğini vurguladı ve şu değerlendirmelerde bulundu:
"Son yıllarda Basra Körfezi'ni sürekli mezhep üzerinden yorumlayan bakış açısı aslında altı sağlam olmayan bir bakış açısıydı. Burada tüm devletlerin kendi aralarında yaptığı çok ciddi bir rasyonel hesap var. Burada Körfez İşbirliği Konseyi önemli bir kutup oluşturuyor ama bunun içinde önemli ayrışmalar olduğu hep bilinen bir durumdu. Son yaşanan Katar ile ilgili krize bakarak da, Körfez İşbirliği Konseyi'nin kendi içinde bir rekabet alanının mevcut olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'nin hem İran ile hem de Körfez İşbirliği Konseyi ile eş zamanlı olarak yürütmeye çalıştığı bir politika vardı ve bu büyük oranda başarılı gitti. Türkiye, hem Körfez İşbirliği Konseyi'nin stratejik bir partneri haline gelmişti 2009'da ve aynı şekilde İran ile de Yüksek İstişare Konseyi adı altında işbirliği süreci var. Bu tempoyu devam ettirmek gerekiyor. Bir taraftan diğer tarafa ağırlık vermektense, Basra Körfezi'ndeki tüm aktörlerle eşit oranda diyalog halinde olmak Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından en doğru yaklaşım olacaktır. İran ve Türkiye arasında askeri anlamda en önemli ayrışmalardan bir tanesi Malatya'ya yerleştirilen füze savunma sistemi konusuydu. Bu bir NATO projesi olarak gerçekleşmişti. Katar'daki askeri üs, Türkiye'nin Katar'la kurmuş olduğu ikili ilişki olarak lanse edilse de, büyük oranda sanki bir NATO politikasının devamı olarak da değerlendirebiliriz. Dolayısıyla ikili ilişkilerde zaman zaman pürüzler olduğunda, bu konu belki İran tarafında bir hassasiyet yaratacaktır ama genel olarak Türkiye-İran ilişkilerini doğrudan etkileyecek bir konuya dönüşeceği fikrinde değilim."
Bölgedeki ülkeler arasındaki ilişkileri değerlendirirken, popüler söylemlere odaklanmanın doğru olmadığını belirten Alagöz'e göre bölgede yaşanan krizlere rağmen aktörler arasındaki kanallar açık tutuluyor ve bu tutum silahlı çatışma riskini önlüyor:
"Bugün en gerilimli olan İran-Suudi Arabistan ilişkilerine baktığımızda, belli konularda diplomatik kanalların açık olduğunu görüyoruz. 2015 Ekim ayında İranlı hacılar ile ilgili ciddi bir kriz baş göstermişti ve daha sonra Şii Şeyhi'nin idamıyla iki ülke arasında ciddi bir kriz yaşanmıştı ama bu yıla gelindiğinde İranlı hacılar için tekrardan kontenjan yaratıldı ve diplomatik kriz çözülmeye çalışıldı. Öte yandan OPEC nezdinde İran ve Suudi Arabistan daha uzlaşmacı bir dile doğru evriliyorlar. Dolayısıyla en gerilimli ilişkilere baktığımızda, o diplomatik kanalların her daim açık olduğunu görüyoruz. Zaten doğru olan da bu çünkü askeri anlamda karşılıklı bir çatışmanın bölgedeki hiçbir aktöre faydası yok. Bunun da farkında olan aktörlerden bahsediyoruz ve bu sebeple de Basra Körfezi'ndeki ülkeler karşılıklı olarak tehdit söylemlerini dile getireceklerdir ama bunu tırmandırıp, karşılıklı silahlı çatışmaya döndürecek eğilimde olduğunu da sanmıyorum."