Batılıların güzel şehirleri var. Londra, Nev York, Vaşington, Paris, Viyana, Roma ve diğer nice Batı şehrine gıptayla bakıyor, iç geçiriyoruz. Tarihi eserleri muntazaman muhafaza ediyorlar. Şehirlerin içine park yapmıyor, adeta parkların içine şehir yapıyorlar. Çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ediyorlar.
Yollar, kaldırımlar, tabelalar, binalar insanı, gözü, ruhu yormuyor.
Batı medeniyetinin olduğu gibi Batı şehirlerinin de temelinde Latin Amerika,
Afrika ve Orta Doğu’nun kanı var. Başka dünyalardan, kan akıtarak sömürdükleri zenginliklerle güzel şehirler inşa ettiler. Ama bu kadar mı? Mesele sadece para mı?
Mesele sadece para olsaydı, son derece zengin Arap ülkelerinde de güzel şehirler olurdu, ama yok.
Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi?
Mekke’nin bugünkü haline bakın, cevabınızı öyle verin. Mekke Kabe’nin etrafına inşa edilmişti; şimdi ise “şu Kabe olmasa 3 gökdelen daha dikerdik” der gibi küçük bir “ayrıntı”olarak kaldı Kabe.
Şehir, insan yapısı olduğu kadar, insanı da “taş ile toprak arasında” inşa eder.
Çirkin şehirler, çirkin nesiller yetiştirir; çirkin nesiller ise şehirleri daha da çirkinleştirir.
Şehirlerimiz, yeni bir medeniyet inşa edecek muhayyileden, yeni bir medeniyeti kuracak nesiller yetiştirmekten gittikçe uzaklaşıyor.
Olur olmadık yerlerden ucube binalar yükseliyor. Rant odaklı planlarla, plan tadilatlarıyla, imar düzenlemeleriyle şehirlerimiz vahşice katlediliyor. Gecekondular yıkılıyor, yerine çok katlı gecekondular dikiliyor. Yollar eziyete, kaldırımlar işkenceye dönüşüyor. Karmaşa, keşmekeş, gürültü, çukur, trafik, korna, toz ve duman arasında şehir gittikçe sıkan, boğan bir cendere oluyor.
Rant bir türlü doymuyor. Toprağı yutma iştihası bir türlü son bulmuyor.
Belediye başkanlarımız çokça yurt dışına temaslarda bulunmaya giderler. Gitsinler. Son derece gerekli. Ancak, Londra’da Hyde Park’a, Paris’te Lüksemburg Bahçeleri’ne, ya da Nev York’ta Central Park’a giden belediye başkanlarımız acaba ne düşünürler? Şehrin ortasındaki devasa parklara, yeşil alanlara bakıp, “buraya ne güzel AVM yaparım” mı derler, yoksa “bizim niye böyle parklarımız yok” diye hayıflanırlar mı?
Şehirler, sahiplerinin aynı zamanda Amel Defterleri’dir. Güzel şehir de çirkin şehir de, öldükten sonra bile insanın, insanlığın arkasından gelir.
3 kuruş dünyalık için milimetrekareyi bile ranta çevirip şehri cehennemleştiren, hak yiyen, hukuk çiğneyen, muhtemeldir ki cehennem ateşinden kurtulamaz.
Bize en başta, paraya, ranta tapan değil; Allah’a iman eden, şehir inşa etmenin insan ve medeniyet inşa etmek olduğu sorumluluğunu müdrik mimarlar, mühendisler, şehir planlamacıları, müteahhitler ve böyle belediye başkanları lazım.
Evinin önünü, sokağını, mahallesini güzelleştiremeyen insan, dünyayı hiç güzelleştiremez.
Filistin’in ya da Kudüs’ün toprağını sloganlaştırırken, şehirlerimizde yağmurun akacağı toprak bırakmadık. Kendimizi, şehirlerimizi kurtarabilsek, Filistin de kurtulur, Kudüs de…