Avukat Oya Aydın, "Bu dosyada biz şunu gördük. Gazetecileri, muhalifleri, insan hakları savunucularını 'Seni bir ByLock'çu aradı' diye derdest edip tutukluyorlar, hapsediyorlar fakat o ByLock'çular hakkında bir şey yapılmıyor" diye başladığı sözlerini dosya üzerinden verdiği bir örnekle sürdürdü: "Bir ikincisi de ByLock'çu dediklerinde de bakıyorsunuz ByLock çıkmamış. Mesela İştar Gözaydın'a önce ByLock'çu dendi sonra itiraz üzerine hata olduğu kabul edildi. Ben artık detaylı teknik inceleme zaptını görmeden buna inanamam. Bunun inandırıcılığı yok."
Büyükada'da düzenlenen toplantıda insan hakları savunucularının stresle başa çıkma ve dijital ortamda kişisel verilerin korunması konusunda eğitim aldıklarını hatırlatan Oya Aydın, mahkemeye delil olarak sunulan harita ve bazı çizimlerin neler olduğunu şöyle anlattı:
"Toplantıda konusu mülteci hakları olan bir arkadaşımız var. Hayatının son üç yılını Suriye'den kaçan insanlarla geçirmiş. O insanların yaşadığı trajediyi anlatıyor ve toplantıya katılanlar ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine stresle başa çıkma konusunda eğitim veren arkadaşları diyor ki; 'Bir mola verelim, herkes bir resim çizsin kendisini etkileyen şeyleri resimlesin. Mesela Diyarbakır'dan hayatında ilk kez uçağa binen bir arkadaşımız var o uçağı çiziyor. İlknur squash (duvar tenisi) oynayan bir kadını çiziyor üstüne her yerden toplar geliyor. Türkiye haritası denilen şey Özlem Dalkıran'ı strese sokan unsurlar. Bunlar Suriye'deki tanklar, kentlerdeki yüksek binalar ve çarpık yapılaşma, HES'ler. Yani insan hakları alanında onu üzen onun için stres kaynağı olan birkaç sembolü çiziyor. Toplantıya katılan herkes bir resim çizip, sonra masaya bırakmışlar. Ertesi sabah polis gelince masanın üstündeki bu resimleri kanıt diye almış. Ve akıl dışı bir şekilde bunları haritaya benzeterek suç unsuru olarak kullandılar."
Toplantının diğer konusunun da katılımcılara dijital verilerinin korunmasıyla ilgili verilen eğitim olduğunu belirten Oya Aydın, bu eğitimin hiçbir şekilde suç içermediğini, zaten Kişisel Verilerin Korunması diye bir yasa olduğunu belirtti.
Bu toplantının daha önce haziran ayında yapılmasının planlandığını, en uygun fiyatı veren otelin araştırıldığını, Ramazan olduğu için katılımcılardan birinin 'Ben orucum gelemem' dediğini, bazılarının da bayram programları nedeniyle uygun olmadıklarını söylediklerini, bunun üzerine toplantının temmuza ertelendiğini anlatan Oya Aydın, "Bütün bunların son derece şeffaf yazışmaları var. Hatta toplantıdan fotoğraf paylaşmışlar. Biz bunları mahkemeye sunduk" diye konuştu.
Kendisini en çok toplantıya katılan yabancıların durumunun etkilediğini belirten Aydın sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yabancılardan biri hakime dedi ki, 'Ben Mozambik'te, Angola'da, Filistin'de, İsrail'de, Kore'de bulundum, böyle bir şeyle karşılaşmadım'. Türkiye'nin durumunu düşünün. Biz bu yanlışın en kısa sürede düzeltilmesini talep ediyoruz.
Bunlar herkesin, hepimizin haklarını savunan insanlardı. Bu insanların gözaltına alınması gerçekten de Türkiye açısından çok büyük bir kayıp. Ve de çok büyük bir ayıp.
Benim müvekkilim Türkiye'de İslamcı kadın örgütlerinden tutun eşcinsel örgütlerine kadar yüz küsur kadın örgütünden oluşan kadın koalisyonunun koordinatörü. 'Cinsiyet Eşitliği — Politikada Daha Fazla Kadın' adlı bir projeye İngiliz Büyükelçiliği tarafından bir destek verilmiş. Bu destek kendisine savcı tarafından soru olarak soruluyor. Dedim ki ayıp, 'Siz eğitime gittiğinizde sizin paranızı kim ödüyor?' Bakın Adalet Bakanlığı sürekli İsveç'le, İngiliz Büyükelçiliği'yle, Almanya'yla ortak proje yapıyor. Türkiye'de AB projesini en fazla TSK kullanıyor. Biz Avrupa konseyinin bir parçasıyız. O konseyin parasal kaynaklarını Avrupalı kadar Türk yurttaşı da kullanır. Sanki bu gayrı resmi bir şey gibi, ajanlık gibi gösteriliyor. Devlet yetkilisi bunu bilmez mi? Kendisi de yapıyor aynı projeyi. Ben Adalet Bakanlığı ile İsveç'in ortak yaptığı eğitime de katıldım. Sen İsveç'ten o parayı alınca meşru, ama bir kadın örgütü alınca casusluk. Bu akıl dışı bir şey."
RS FM'de Yavuz Oğhan'dan Bidebunudinle programına katılan hukukçu akademisyen Yaman Akdeniz de yaşanan sürecin akıldışılığına vurgu yaparak görüşlerini şu sözlerle dile getirdi:
"Tutuklamaların hepsi keyfi ve usulsüzlük içeren tutuklamalara dönüşmeye başladı. Gözaltı süreci başladığında bunun tutuklamayla sonuçlanacağını ben şahsen maalesef tahmin ettim. Çünkü daha önce de baktığımızda tutuklu gazetecilerin de başına geldiği gibi önce gözaltı süreci başlıyor, sonra tutuklamayla devam ediyor. Arkasından tutukluluğa yapılan itirazlar da gerekçesiz reddediliyor. Ondan sonra savcılıklar tarafından delil toplanmaya başlanıyor. Baktığınız zaman tutuklamayı gerektirecek sebeplerin hiçbiri oluşmamış. Terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorlar ama hangi terör örgütü mensubu oldukları ortaya konmamış.
Bu olan biteni hukukla açıklamak mümkün değil. Bütün bu olup bitenlerin korkutucu veya dondurucu bir etkisi oluyor. İnsanlar toplantı yapmaya korkar hale geliyor. Ben bu durumu hukuken olduğu gibi siyaseten de açıklayamıyorum.
Bu aslında daha büyük bir sorunun ve resmin parçası. Orada da Türkiye'de adalet sisteminin doğru düzgün işlemediğini ve üzerinde büyük bir baskı olduğunu görüyoruz."