Sputnik'e konuşan Loğoğlu "Olması gereken sonuç kalıcı, adil bir çözüm bulunması olsa da sürecin neticelenmemesi maalesef bekleniyordu. Zira Rum tarafının tek yönlü isteklerinden vazgeçmemesi, Birleşmiş Milletler'in (BM) Rum tarafının niyetlerini doğru okuyamaması, Avrupa Birliği'nin (AB) Rum tarafı üzerinde yeterince ikna edici olmaması bu sonucun en önemli göstergeleriydi. Tabii her iki tarafında gayret gösterdiği muhakkak, günlerdir müzakere ediliyor. Fakat sonuçsuz kalması beklenen bir sonuçtu" ifadelerini kullandı.
‘TÜRKİYE VE KKTC YENİ BİR YOL HARİTASI ÇİZMELİ'
Kıbrıs sorununun bir türlü çözüme ulaşmamasında tarafların ‘zihniyetinin' rolü olduğuna işaret eden Loğoğlu "En büyük neden; Rum tarafının adanın tümüne sahip olduğu, Türk tarafını bir azınlık olarak gördüğü ve Kıbrıs Adası'nın Yunan Dünyası'nın Helen Dünyası'nın bir parçası olduğu yolundaki arka plan zihniyeti. Ne BM ne de AB, bu zihniyetin varlığına işaret ederek Rum kesiminin bunu fark etmesi için çaba göstermedi" dedi.
Başarısızlıkla sonuçlanan müzakerelerin adada barış için ‘son şans' olarak görüldüğüne dikkat çeken Emekli Büyükelçi "Eğer bu değerlendirme hakikati yansıtıyorsa Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının ve orta ve uzun vadede bir planlama yapması, amiyane tabirle yol haritası çizmesi şart. Zira Türk tarafı yıllardır çözümsüzlükle yaşıyor ve yol haritası çizilmezse süreç böyle devam eder. Kıbrıs Türk tarafını ekonomik olarak, siyasi olarak güçlendirmek için Türkiye ve KKTC el birliğiyle çaba göstermeli. Türkiye KKTC'nin daha fazla kabulü için de çaba sarf etmeli" diye konuştu.
Sputnik'e konuşan bir diğer isim KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu üyesi ve Kıbrıs uzmanı Ata Atun "Crans-Montana'daki Kıbrıs müzakerelerinin çıkmaza girmesi, Türklerin iki kırmızı çizgisiyle ilgili. Bunların ilki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin adadaki varlığının sürmesi. Bu iki kırmızı çizginin de haklı gerekçesi 1931 yılından başlamak üzere Rumların Türklere karşı düzenlediği silahlı saldırılar. Çünkü Türkler biliyor ki Türk askeri giderse, bu adada bir tek Türk kalamaz. Türklerin ikinci kırmızı çizgisi ise BM'nin önerdiği müktesebat. Ne diyor bu müktesebat: Eşit statüde iki devletten neşet eden federal cumhuriyet. 11 Şubat 2014 metni de bunu açıkça vurgular. Öte yandan Rumlar ise Türk askerinin adadan gitmesini ve Türkiye'nin garantörlüğünün iptal edilmesini istiyor" dedi.
Türkiye'nin devre dışı kalmasının 1896 yılında Girit Adası'nda yaşananlara benzer bir tablo oluşturacağını ifade eden Atun "O dönem Osmanlı Avrupa ülkelerinin telkini üzerine barış gelsin diye adadan orduyu çekti. Bu saldırıların ardından adada Türklere yönelik saldırılar başladı ve sürecin sonunda hiçbir Türk kalmadı. Rumlar şimdi de diyor ki Türkler tüm vatandaşlık haklarıyla gelsin ama çoğunluk azınlığı idare etsin. Polis de asker de gümrük de devlette Rumların egemenliği altında olsun. Kıbrıslı Türkler Batı Trakya'daki gibi yaşasın istiyorlar" dedi.
Türkiye'nin güvenlikten ve garantörlükten vazgeçmeyeceğinin altını çizen Atun "Türkiye adada yeni bir devlet kurulmasına ve 35 Rum, 35 Türk milletvekilinden oluşan meclis ve Türklerin çoğunluğu tarafından kabul edilmeyen yasaların geçmeyeceği bir düzen istiyor. Siyaseten Türkler ve Rumlar eşit haklara sahip olacak. Türkiye'nin de garantörlüğü devam edecek. Çünkü 1963'te Türkler azınlıkken Rumlar Türklere saldırdılar. Zannettiler ki Türkiye müdahale edemeyecek" diye konuştu.
Çözümsüzlüğün Türk ve Rum tarafına etkilerinin sorulması üzerine Atun "Rumlar bu süreçten hem olumlu hem olumsuz etkileniyor. Olumlu etkisi Rum kesimi, Dünya Bankası'ndan kredi almaktan tutun pek çok şekilde AB tarafından üye tanınan bir ülke olmanın avantajlarından faydalanırken, Türk kesimi bunların hiçbirinden faydalanamıyor. Türk kesiminin yurt dışıyla ilişkisi Türkiye üzerinden. Bizim için olumsuz olan tanınmamış olmak ama hiç bir çatışmanın yaşamadan, ölüm korkusu olmadan yaşaması en önemlisi" ifadelerini kullandı.
Sürecin çözüme ulaşmasını olası görmediğini ifade eden Atun "Bu çözümsüzlük 49 yıl sürdü, bir o kadar daha sürer. Ben Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun sözlerinden anlıyorum ki artık başka bir çözüme gidilecek. Bu Tayvan, Nahçıvan veya Kosova misali olabilir. Türkiye'nin vilayeti olabilir veya KKTC için bağımsızlık talep edilebilir" dedi.
‘RUMLARIN ASIL AMACI KENDİLERİNE AİT OLMAYAN BÖLGELERDE DE NÜFUZ ALANI TESİS ETMEKTİ'
Annan Planı Kıbrıs Adası'nın bağımsız bir devlet olarak birleştirilmesini öneren BM planının Rum oylarının büyük çoğunluğu tarafından reddedilmiş olması sebebiyle hayata geçmediğini hatırlatan ANKA Enstitüsü Başkanı Rafet Aslantaş, Sputnik'e yaptığı açıklamada "O günden bugüne kadar arkasına Yunanistan'ın, AB'nin ve küresel/bölgesel güçlerin bir kısmının da desteğini alan Rumlar daha fazla kazanç ve hatta nihayetinde Ada'nın büyük bölümünde nüfuz alanları elde etmeye yönelik çabalarını sürdürdü. Crans-Montana aslında bitmeye mahkûm bir süreçti. Başından beri Rumların asıl amacı kendilerine ait olmayan bölgelerde de nüfuz alanı tesis etmekti" dedi.
"12 Haziran 2017 tarihinde İsrail GKRY'de tatbikat yaptı. Ardından İsrail, Rum ve Yunan politikacıları üçlü fotoğraf veriyor. Münhasır ekonomik bölgelerden dem vuruyorlar. Masada bir pasta var. Pasta Türkiyesiz yenmez. Hatta mumunu Türkiye de üfleyecek. Türkiyesiz hesap yapılamayacağını bilmeleri gerekmekte."
‘KIBRIS PAZARLIKLARI SONLANDIRILMALI'
Türkiye'nin de kararlı olması gerektiğine değinen Aslantaş "Kıbrıs pazarlıklarını sonlandırması lazım. Bir daha ne Annan Planının ne de 2017 koşullarının pazarlığı yapılmamalı. Sanal paylaşım içeren haritalar rafa kalkmalı.
KKTC, dünya ülkeleri tarafından tanınmayacaksa Türkiye ezberi bozacak hamleler yapabilir. KKTC ile yönetsel anlamda organik bağları kurmasının zamanı da geliyor. Bölgeyi güçlü bir istikrar alanı haline getirmeliyiz. Doku bozulmadan yatırımlar artırılarak Kıbrıs Kuzeyi'nin ekonomisi, turizmi, eğitimi hızlıca canlandırılabilir" diye ekledi.