Yine El Halife’ye göre, 'bazı bölgesel güçler' krize 'karışıyor'. El Arabiya televizyon kanalının iddiasına göre, söz konusu bölgesel güçler arasında Türkiye de yer alıyor.
Bahreyn’in bu açıklamaları ne anlama geliyor? Bölgesel bir savaş tehlikesiyle mi karşı karşıyayız? Krizin çıkmasından ve büyümesinden gerçekten kim suçlu?
Konuyla ilgili Sputnik’e konuşan güvenlik uzmanı ve eski asker Abdullah Ağar şu değerlendirmelerde bulundu.
Bahreyn Dişişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed bin Mohammed El Halife’nin, konunun siyasi olduğu ve bu siyasi probleme bölgesel bazı ülkelerin dahil olduğu şeklindeki yaklaşımı, aslında Suudi Arabistan’ın ortaya koymuş olduğu siyasi fikrin bir devamı. Sonuçta biz bugün Bahreyn’in bir şekilde Suudi Arabistan’ın tamamlayıcı parçası olduğunu biliyoruz. Ve Bahreyn’de şu anda egemen olan siyasi irade, Suudi Arabistan’ın ortaya koymuş olduğu eksende fikirler temelinde üretilmektedir. Bu durum, son açıklamasıyla birlikte kendisini yine göstermiş durumda.
İlgili medyanın bu konuda hedef alınan iki ülkenin Türkiye ve İran olduğu iddiasına ben katılıyorum. Çünkü sonuçta bugün Türkiye ve İran, Katar’la ilgili ortaya koymuş oldukları refleks, diğer onüç ülkenin ortaya koymuş olduğu refleksten farklı ve bir şekilde karşıt yaklaşımlar söz konusu.
Böyle olunca doğal olarak bölgeyi bir şekilde analiz etmek gerekiyor. Şu anda Türkiye, kuruluş kimyasında olduğu üzere, mezhebi bir yaklaşım üretmemeye çalışan bir ülke. Ama son dönemde, özellikle Batı dünyasının ortaya koymuş olduğu kamu diplomasisi etkisiyle Türkiye’nin Sünni orijinli yaklaşım sergileyen bir ülke olduğu fikri yerleştirilmeye çalışıldı. Yani sonuçta Türkiye’nin kamusal iradesi ve devlet aklı mezhebi bir yaklaşımı öngörmüyor. Türkiye, sorunların çözümüne yana. Tabi doğal olarak kendi milli hedef ve menfaatlerini de gözeterek sorun çözmeye çalışıyor. Bu noktada aslında Türkiye ile İran arasında, Katar meselesi yeni gündeme gelmiş olsa bile özellikle Suriye’de ortaya çıkan fotoğrafla beraber çözüme yönelik çok ciddi anlamda bir yakınlaşma var. Bu denklemde Rusya’nın çok önemli bir misyonu söz konusu.
Şimdi tabi bu fotoğrafa Irak’ın ve Suriye’nin de dahil olacağına dair yapılan öngörüler ve değerlendirmeler doğal olarak pek çok cenahı rahatsız etmiş durumda. Burada süreç çok zorlu olsa bile bu coğrafyanın ve genel olarak Asya’nın stabilizasyonunu isteyen ülkelerin ortak akıl, ortak hedef ve menfaat ve ortak etki üretmesi, sadece Asya’nın ve İslam dünyasının geleceği adına değil insanlığın geleceği adına da büyük değer taşıyor.
Çünkü sonuçta Batı dünyasının coğrafyayı dizayn etmek niyet ve maksadıyla gerek radikal gerek etnik örgütleri bir şekilde dizaynına birer parametre ve vekalet savaşçısı olarak kullanma eğilimi, bölgede çok ciddi anlamda kırılmalara, düşmanlıklara neden olmuş durumda. Burada kamusal irade üretebilen ülkelerin insanlık için ve tabi kendi hedef ve menfaatleri doğrultusunda ortak bir payda çerçevesinde bir araya geliyor olmalarının ben çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer Batı dünyası gerçekten bu coğrafyada insanlığın iyiliği adına bir refleks üretme kararlılığını gösterebilseydi problemin çözümü çok daha kolay olurdu. Ama şu an gördüğümüz, bu fotoğraf değil.
Bu bağlamda şunu da hatırlatmak gerekir. Kriz patlak verdiğinde Katar bir açıklama yapmıştı. Demişti ki, “Bizi, sahada birbirleriyle mücadele eden, birbirini boğazlayan hem Sünni tabanlı örgütlere hem de Şii tabanlı örgütlere destek vermekle suçluyorsunuz. Halbuki Katar, küresel bir güç değil.” Aslında orada çok önemli bir gönderme vardı. Bugün bakıldığı zaman gerçekten de bölgede hem mezhebi karşıtlık hem de etnik karşıtlık üreten ve terör ve uyuşturucu bağlantıları olan örgütleri bir şekilde kullanarak bu coğrafyada dizayna girişmiş olan zihniyetin, Batı dünyasına ait olan bir zihniyet olduğunu görüyoruz.