ABD yönetiminin Suriye'nin kuzeyindeki YPG'ye IŞİD'a karşı Rakka savaşı için ağır silah tedarikini onaylamasının ardından Pentagon yetkilileri doğrudan silah teslimatının başlatıldığını duyurdu.
Suriye ordusu da ülkenin doğusuna doğru ilerleyişini sürdürüyor. Üç yıla yakın zamandır IŞİD kuşatması altındaki Deyr ez Zor'da sıkışan yüzbinlerce insanın kurtarılması hedeflenirken, Irak tarafında da Musul operasyona katılan Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) Suriye sınırına ulaştı. Suriye ve Irak güçlerinin birleşme olasılığına ise Suriye'de ABD destekli YPG, Irak'ta ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden karşıt beyanla geldi. Son gelişmeler ve olası sonuçlarını
‘HAŞDİ ŞABİ SAHADA ABD'YE EN KARŞI OLAN GÖNÜLLÜ HALK GRUBU'
Altı yılı geride bırakılan Suriye Savaşı'nda, çatışma ilerledikçe ortaya çıkan aktörlerin sayısının artışıyla birlikte, kaçınılmaz olarak güç mücadelelerinin de yoğunlaştığına dikkat çeken Selim Sezer, bu mücadelelerin en yoğun yaşandığı yerlerden birinin de Suriye'nin kuzeyi olduğunu belirtti. Suriye sınırına kadar ilerleyen Haşdi Şabi birliklerinin ABD ve koalisyon güçlerini tedirgin ettiğini anımsatarak, "ABD'nin uzun zamandan beri tasarladığı şey Irak-Suriye sınırının her iki tarafında da kalıcı olarak konuşlanmaktı" diyen Sezer şu değerlendirmelerde bulundu:
İçinde pek çok grubu barındıran Haşdi Şabi'nin Irak ve Suriye'de IŞİD ile mücadele eden güçler arasında ABD karşıtlığının en belirgin olduğu oluşum olduğuna dikkat çeken Sezer, "Bu yapı ile ilgili Şii milisler denilerek sıklıkla hatalı bir adlandırma yapılıyor. Bu doğru değil ve yaklaşık 150 bin kişilik bir milis gücünden bahsediliyor sayı olarak. Bunların 25 bin kadarının Sünni aşiretler içerisinden bu gruba katılanlardan oluştuğunu belirtmek gerekiyor" anımsatması yaptı.
‘YPG İLE ABD'NİN KULLANDIĞI TERMİNOLOJİ ORTAK'
"Kamışlı'da asayiş güçleri bir toplantı yaptı ve Haşdi Şabi'nin sınıra gelmesi konusu ele alındı. Asayiş genel komutanı Civan İbrahim tarafından İran yayılmacılığına karşı bir savunma mekanizmasının hayata geçirilmesi gerektiği şeklinde bir ifade kullanıldı. Bu tanımlama başta ABD olmak üzere bölgedeki pek çok gücün kullandığı terminoloji ile önemli ölçüde örtüşen bir ifade. Diğer yandan Suriye Demokratik Güçleri'nin de bölgede kendisine giderek genişleyen bir egemenlik alanı kurmaya çalıştığı ve Haşdi Şabi'nin buraya gelişi ile birlikte, bu otorite kurma hedeflerinde ciddi bir engelle karşılaşma durumu olduğunu söyleyebiliriz."
‘KOBANİ'DEN SONRA ABD-PYD/YPG İLİŞKİSİ EVRİLDİ'
ABD ve PYD arasındaki ilişkinin Kobani kuşatması ile başladığını ve zaman içinde evrildiğini ifade eden Sezer, "Daha sonra dolaylı olarak bazı hafif silahlar verilmeye başlanmış ve giderek bugünlere kadar artarak devam eden bir durum oluştu" anımsatması yaptı. ABD'nin Suriye politikasının da Esad'ın iktidarda kalacağının anlaşılmasıyla değiştiğine dikkat çeken Sezer şu tespitlerde bulundu:
‘YPG SAVUNMADAN GENİŞLEME VE YAYILMAYA YÖNELDİ'
"Yaklaşık üç yıl önceki ilk Kobani kuşatmasından bugüne kadarki sürece baktığımızda, PYD ve ABD arasındaki ilişkinin ciddi bir dönüşüm geçirdiğini söyleyebiliriz. En son bugün ABD tarafından büyük çaplı bir silah dağıtımı başladı. Hem PYD-YPG unsurlarının yönelimi, hem de ABD'nin bu grupla olan ilişkisi bakımından gelişen ve değişen bir durumdan bahsedebiliriz. İlk aşamada PYD'nin yapmaya çalıştı şey, Rojava olarak adlandırılan ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu şehirlerdeki IŞİD saldırısını ve kuşatmasını ortadan kaldırma iken bu daha sonra bu sınırları da aşan bir genişleme ve yayılmaya doğru gitmiş gibi görünüyor. Diğer yandan ABD'nin genel olarak Suriye çatışmasındaki denklemin değişmesi ile birlikte bir politika değişikliğine gittiğinin altının çizilmesi gerekiyor. 2011'de beri ABD'nin amacı Suriye'de bir rejim değişikliğiydi ve bunun için bütün araçlar denendi. Ancak bunun büyük ölçüde başarısız olduğunun ortaya çıkması ve Şam hükümetinin devrilmesinin mümkün olmadığının anlaşılması üzerine, bir B planından bahsediliyor."
‘ABD GÜVENLİ BÖLGELER KURMA PEŞİNDE, BAŞ AKTÖRÜ SDG'
ABD'nin ve müttefik güçlerin Suriye'de yeni bir politika benimsediği ve ‘güvenli bölgeler' kurma planları bulunduğuna dikkat çeken Sezer, "ABD'nin politika değişimi ‘Madem Şam hükümeti devrilemeyecek, o halde bizde en azında Suriye'den alabildiğimiz kadarını alalım' diye kabaca özetlenebilir. Bu sadece kuzey kısmı için geçerli değil. Birçok yerde ABD'nin şu anda birtakım ‘güvenli bölgeler' kurma peşinde olduğunu ve bunların da merkezi otoritenin dışında kalacak bölgeler olacağını ya da en azından bunun planlandığını görüyoruz. Örneğin Ürdün sınırındaki Dera bu planın bir unsuru. Türkiye sınırına yakın İdlib üzerinde farklı tartışma ve seçenekler konuşuluyor. Bir de kuzeydeki Kürt nüfus yoğunluklu bölgeler ve buradan da giderek Rakka hatta Deyr-ül Zor'a kadar yayılan bir coğrafya merkezi hükümetin kontrolünden çıkarılmaya çalışılıyor. ABD'nin İngiltere ve Ürdün desteğiyle geniş bir coğrafyada bir tampon bölge kurmaya çalıştığı değerlendirmeleri de yapılıyor. Şu anda Suriye Demokratik Güçleri'nin her ne kadar kendi stratejik hedefleri daha farklı olsa da, örtüşen bir politika içerisinde olduğu görülüyor. Merkezi hükümetin denetiminin dışında kalacak birtakım ‘güvenli bölgelerin' oluşturulması ve bunların sınırlarının epey genişletilmesi gibi bir plan var. Suriye Demokratik Güçleri de şu anda bu politikanın başlıca aktörü konumunda olduğunu söyleyebiliriz."
‘HEDEF IŞİD İSE SURİYE HÜKÜMETİ İLE HAREKET ETMEK ZARURİ'
Sezer'e göre, "Suriye'nin farklı bölgelerinde başta IŞİD olmak üzere cihatçı, silahlı terör örgütlerinin ortadan kaldırılması, her şeyden önce merkezi hükümet ile koordinasyon içerisinde hareket etmeyi zorunlu kılıyor". Ancak SDG Suriye hükümeti ile ortak çözüm bulmak yerine ABD ile hareket ederek bir ‘de facto' durum yaratıyor. Sezer, Deyr ez Zor örneğinden yola çıkarak SDG'nin önceliklerini şu ifadelerle sorguladı:
"Yıllardan beri Deyr-ül Zor'da bir kuşatma süreci devam ediyor ve SDG'nin Suriye ordusunun oraya ilerlemesini engelleyecek çeşitli hamleler yaptığını görüyoruz. Bu oluşumun temsilcilerinden birinin birkaç gün önce ‘Rusya'da bize ortak hareket etme önerisinde bulundu ama biz koalisyon güçleri ile hareket etmeyi tercih ettik' ifadesi olmuştu. Bu söylediği şeyin gerçekliği ne kadar yansıttığını bilemeyiz ama kullanılan bu ifade bir politika tercihinin dile getirilmesidir. Eğer bugün can alıcı önceliğiz IŞİD'den kurtulmak ise ve bu tehlikenin ortadan kaldırılmasıyla yeni bir siyasi yapının konuşulabilir hale gelmesini düşünüyorsak, öncelikli olarak IŞİD'i ortadan kaldırılması ve sonrasında Suriye'nin siyasi geleceğine dair tartışılması yaklaşımının olması gerekir. SDG'nin ısrarla bunu yapmaması, bunu tercih etmemesi öncelikleri konusunda bir farklılığın olduğuna işaret ediyor."
"YPG başta olmak üzere Suriye Demokratik Güçleri iki seçenekle karşı karşıya. Ya hükümetle birlikte hareket edilecek ve IŞİD unsurlarından Suriye tamamen temizlenecek ve yeni bir siyasi çözüm ve yeni bir toplumsal sözleşmenin oluşturulması için bir yol haritası yapılacak, ya da ABD ve koalisyon güçleri ile hareket ederek, bir fiili durum yaratarak kendisine bir egemenlik ve otorite alanı oluşturmaya çalışacak" diyen Sezer, "Şu andaki veriler YPG ve müttefiki olan güçlerin ikinci şıkkı tercih ettiğini işaret ediyor" vurgusu yaptı
‘GENİŞ ÇAPLI BİR ÇÖZÜMDE KÜRTLER DE OLMALI'
Suriye'de geniş çaplı bir siyasi çözüme Kürtlerin de dahil olması gerektiğini, bu görüşü Rusya ve Şam yönetimi dile getirirken, ABD'nin Türkiye'yi hesaba katarak karşıt tutum aldığını anımsatan Sezer'e göre ABD güvenilmez bir müttefik olduğunun geçmiş dönemlerde kanıtladı:
"Suriye'de bu çatışma süreci sona erdiğinde, yeni bir toplum sözleşmesi hazırlandığında ve siyasi yapı oluşturulduğunda, mutlaka Suriyeli Kürtlerin de belli bir statüye sahip olması ve belli birtakım tarihsel hakları elde etmesi gerekecek. Cenevre süreci başta olmak üzere, bugüne kadarki siyasi çözüm yönündeki gelişmelerde Rusya'nın da, Suriye hükümetinin de Kürtlerin de temsil edilmesini istemesinin sebeplerinden bir tanesi bu. ABD bu yönelime zıt planlar içerisinde. Bunun da başlıca nedenlerinden bir tanesi, ABD'nin iki yönlü bir politika izlemeye çalışması. Türkiye de ABD'nin müttefiki, YPG ve Suriye Demokratik Güçleri de. ABD bu iki müttefik grubu arasında bir denge politikası izlemeye çalışıyor. Bu denge bazı durumlarda bir esnekliği de beraberinde getiriyor. Fakat Suriyeli Kürtler bakımından akılda tutulması gereken şey, ABD'nin geçmiş pratikleri itibari ile de herhangi bir zamanda sahada birlikte hareket ettiği güçleri yarı yolda bırakabildiğidir. İçerisinde bulunduğumuz şu anda, ABD kendi askeri ve siyasi projeleri dâhilinde YPG ve SDG ile birlikte hareket ediyor olmakla birlikte, yarın siyasi koşullar gerektirdiğinde yüzüstü bırakması da söz konusu olabilir."
‘YPG'NİN AĞIR KAYIPLARLA GÜCÜ KIRILABİLİR'
Türkiye, YPG'yi, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak görüyor ve bu yapıyla ilişkili DSG gibi örgütlerin de 'terör örgütü' olarak kabul edilmesini istiyor. Ancak, Başta ABD olmak üzere Batılı güçler, Ankara’nın bu görüşünü kabul etmiyor. Ankara, ayrıca YPG'ye silah verilmesine de sert bir şekilde karşı çıkıyor.