Odatv'den Sinan Acıoğlu'nun sorularını yanıtlayan Abdülkadir Özkan'ın yanıtları şöyle:
Gülen'in NATO ve CIA bağlantıları artık yaygınca ve biraz da 'serbestçe' dillendiriliyor. Siz de çalışmanızda Gülen'in ilk olarak 70'lerin başında Graham Fuller'le ilişkilendiğini belirtiyorsunuz. Fethullah Gülen'in Türkiye'deki ilk sivil NATO örgütlenmelerinden olan 'Komünizmle Mücadele Dernekleri' kurucuları arasında yer alması önemli bir ayrıntı oysa… Sağ çevreler dış müdahaleleri ve “kökü dışarda” olarak kodladıkları operasyonları hep kendi 'dışında' aradı, siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu, “kökü içerde” bir Amerikancılık yok mu Türkiye sağında?
Ilımlı İslam, komünizm tehdidine karşı Türkiye’yi Amerikan saflarında tutmanın yolunu bu topraklarda politikadan arındırılmış, apolitik, ılımlı bir İslâm anlayışının hakim olmasına dayandıran bir tink tank projesidir. Gülen’in uzun yıllar cemaat görünümü altında örgütsel faaliyetlerine başlaması, devlet içerisinde teşkilatlanmasına müsaade edilmesi kökü içeride bir Amerikancılıkla izah etmek mümkün. Dönemin MİT müsteşarı Fuat Doğu, Kasım Gülek gibi 'Amerikancı' isimlerin Gülen’in gelişim sürecine katkı sağlamış olması bu söylediğinizi bir bakıma teyit ediyor. Ancak bu kökü içeride olan Amerikancılıkta yalnızca sağ geleneğin temsilcilerini değil, solun önemli aktörlerini de görüyoruz.
'Millîlik ve yerlilik' sağ ve sol ideolojilerin dar kalıplarına mahkum edilerek tanımlanabilecek kavramlar değildir. Asıl olan vatanperverlik, millîlik ve yerliliktir. Millî ve yerli olmak yerellik manasına da gelmemeli. Bilakis daha fazla dünyaya entegre olmak, çalışmak, çabalamak, üretmek demektir. Millîlik demişken, başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. 1 Mart 2003 yılında TBMM’de kabul edilmeyen Irak tezkeresi Türk Amerikan ilişkilerinde önemli bir kırılma oluşturmuştur. Bu kırılma esnasında Gülen ve örgütünün nerede durduğuna dönüp bir kez daha bakalım. Göreceğiniz şey bugünkünden farklı olmayacaktır. Benzer bir bakışı Mavi Marmara olayında da göreceksiniz. Bu topraklarda her zaman gizliden yahut aşikar bir Amerikancılık yahut şuculuk, buculuk olmuştur. Olmaya da devam edecek. Hem siyasette hem ticarette… Fethullah Gülen ve örgütünün bertaraf edilmiş olması bu topraklarda yeni Fetullah Gülenlerin çıkmayacağı manasına hiçbir zaman gelmez. Bu nedenle Türkiye, ülkesinin âli menfaatleri söz konusu olduğu zaman tercihini Amerika’dan yahut başka bir ülkeden yana kullanan ihanet şebekelerinden ve millî rolü yaparak insanların dinî duygularını istismar eden din bezirganlarından da kurtulmak zorunda artık."
'AKLI VE ŞAHSİYETİ UYUŞMUŞ TİPLER'
Times yazarı Abraham Wagner'in 15 Temmuz'dan altı ay önce Gülen Cemaati'nin hükümeti devrime planı yaptığını tespit ettiğini yazıyor ve bundan CIA'nin habersiz olmasının ihtimal dahilinde olup olmadığını soruyorsunuz. Siz, CIA'in 15 Temmuz'da haberdarlıktan öte bir dahlinin olduğunu düşünmüyor musunuz?
Amerika’da yaşayan, bir dönem FBI’a danışmanlık yapmış, bu alanda güçlü müktesebat sahibi isimlerin Gülen ve örgütü hakkında kaleme aldıkları rapor ve makaleler gün gibi ortada. Bu isimler arasında, Gülen ve örgütünün Amerikan derin yapılarıyla işbirliği içinde uluslararası bir suç şebekesi olduğunu söyleyenler de var. Biz bu iddiaların gerçeklik payını Türkiye’deki yansımalarından teyit edebiliyoruz. Ergenekon, Balyoz, Odatv dava süreçlerinde, 17/25 Aralık’ta, bu yapının nasıl acımasız bir suç makinesine dönüşebildiğine şahit olduk. Kendi menfaatleri uğruna siyaseti, dini ve her türlü mukaddesatı nasıl araçsallaştırdıklarını, 'davaları' uğruna uyuşturulmuş beyinleri nasıl harekete geçirebildiklerini gördük. O nedenle 15 Temmuz’da kalkıştıkları terör saldırıları, örgütün ideolojik temellerini yakından takip edenler için sürpriz olmadı. Çünkü karşımızda dinî kılıfa bürünmüş, gerektiğinde karşısındakini 'dava' dediği şey uğruna gözünü kırpmadan ortadan kaldırabilecek bir zihin dünyasına sahip beyni, aklı ve şahsiyeti 'uyuşmuş' tipler var. Bu nedenle Gülen’i Modern Zamanların Hasan Sabbah’ı olarak tanımlıyorum."
'15 TEMMUZCULARIN B PLANI: TSK'YI İTİBARSIZLAŞTIRMAK'
15 Temmuz darbe girişimi TSK içinde yuvalanmış Fetullahçı bir cuntanın eseriydi. Buna rağmen özellikle muhafazakar camiada TSK'nın bütününe yönelik hala bitmek bilmeyen bir öfke gözlemliyoruz. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Kitabınızın 'Bitirirken' başlıklı bölümünde Gülen Cemaati'nin merdiven altı faaliyetlerinin başarıya ulaşmasında laik çevrelerin de özeleştiri yapması gerektiğini savunuyorsunuz. Fethullah Gülen’in devlet içinde örgütlenmesinin zirve yaptığı döneme baktığımızda AKP hükümetlerini görüyoruz. Bununla birlikte hem MİT’in hem de TSK’nın 2004 MGK’sında Fethullahçılara karşı AKP’yi olgularla uyardığı da kayıtlarda mevcut. Zira, ondan çok önce de çok sonra da bu konuya dair onlarca rapor devletin kayıtlarına, onlarca kitap da kütüphanelere girdi. Ama gelin görün ki, gerek darbe komisyonundaki ifadelerde, gerekse darbe iddianamelerinde bu uyarıların dinlenilmediği görünüyor. 'Ne istediler de vermedik' sözünü de düşünürsek, ilk özeleştirinin bugünkü hükümet tarafından yapılması gerekmiyor mu? Hükümetin bu konuda yaptığı savunmalar sizce yeterli mi ve 17-25 Aralık’ı bir milat kabul etmek ne kadar doğru?
Konuya yaklaşırken hakkaniyetli olmak lazım. Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda bir zaaf olduğunu söyleyerek büyük bir açıklıkla millete yöneldi. Bir başka siyasînin cesaret edemeyeceği kadar çok önemli bir tavırdır bu. Bütün bu yaşananlara rağmen toplumun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan vaçgeçmemesinin altında da bu ayrıntı yatıyor. Çünkü Erdoğan, halkına dürüst davranan bir lider. Sayın Erdoğan’ın ontolojik olarak Gülen ve ekibiyle hiç bir zaman yıldızının barışması söz konusu değildir. Aynı şey Gülen için de geçerli. Millî Görüş kökenlerinden gelen bir siyasîye muhabbet beslemesi eşyanın tabiatına aykırı. O nedenle Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2002’den başlayarak bu örgüte her zaman mesafeli durduğunu düşünüyorum. 2002-2012 yılları arasında Türkiye’nin yaşadığı olağan dışı olaylara kronolojik bakıldığında ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.
FETÖ'NÜN DEVLETİN ÖNEMLİ MEKANİZMALARINA SIZDIĞI İDDİASI
'KRALDAN ÇOK KRALCI KALEMŞÖRLER İTİBARSIZLAŞTIRMA METOTLARINI KULLANIYOR'
Son olarak… FETÖ ile mücadeleyi yapan yargının ve FETÖ karşıtı yayınlarıyla bilinen hükümete yakın medya organlarının, kimi zaman FETÖ’nün yöntemlerini hatırlatan uygulamalarıyla karşılaşıyoruz. Keza AKP Milletvekili Aydın Ünal da 'FETÖ'yle mücadele edenler, düşmanlarına mı benzediler, yoksa hep mi böyleydiler?' sözüyle bu eleştiriye katıldığını gösterdi. Siz bu konuda ne yorum yaparsınız?
"FETÖ ile mücadele ederken hukuktan, adaletten ve hakkaniyetten ayrılmadan bu işi omuzlamak zorundayız. Çünkü bu, hem insan olmamızın hem de Müslüman olmamızın bize yüklediği önemli bir vazifedir. Bugün Türkiye, olağanüstü bir dönemden geçiyor. Böylesi olağanüstü bir süreçte hata ve kusurların olması kaçınılmaz. Önemli olan yanlıştan ve hatadan dönebilmek, yargı yollarının olası hatalara karşı sonuna kadar yürütülmesini temin etmektir. Bu nedenle hükûmet KHK kararlarına yargı yolunu açtı. Bu bağlamda normalleşmeyle beraber sürecin yakın zamanda daha da sağlıklı işleyeceğine inanıyorum. Ancak daha önce de ifade ettiğim önemli bir nokta var. Türkiye’de bürokrasi içerisine sızmış, oligarkların 'sinsi ve tuzaklarla dolu müdahalelerine' karşı uyanık ve tedbirli olmak gerekiyor. Aydın Ünal’ın getirdiği eleştirilere katılıyorum. 'Kraldan çok kralcı' bir tavırla kalemşörlük yapan bazı mahalle sakinlerinin, bir dönem itibar suikastleriyle kendisinden olmayanlara hayatı zindan edenlerin itibarsızlaştırma metotlarını kullanıyor olmasını üzülerek izliyorum. Türkiye, bu zor günleri atlatacak birikim ve tecrübeye sahip. Bu topraklar binyıldır benzer sıkıntıları yaşıyor. İyi ile kötünün mücadelesi kıyamet sabahına kadar devam edeceğine göre, bizler iyilerle aynı safta olup değerlerimize ve onları temsil eden liderlerimize sahip çıkmak zorundayız."