ABD’de Donald Trump yönetimiyle birlikte dünyada Amerikan hegemonyasının sınırları ve Rusya ve Çin gibi yükselen güçlerle kurulacak ilişkilerin akıbeti merak konusu. Batı dünyasında ‘Amerika’ya öncelik verme’ vaatleri yüzünden ‘izolasyonist’ olarak eleştirilen Trump’ın izleyeceği dış politika, Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e dünyanın sıcak bölgelerini etkileyecek. Astana ve Cenevre’ye taşınan siyasi müzakere masasına rağmen Suriye hala yakıcı bir mesele. Trump yönetimi İran’a yönelik sert retorikle işe başladı. Ve ABD gücü karşısında Rusya ve Çin’in sıkı işbirliğine dayalı bir Avrasya ittifakının belirdiği görüşleri eksik değil.
Ortadoğu’nun kısa ve orta vadede nasıl şekilleneceği ve küresel jeopolitikteki olası değişimleri Russia Today (RT) yorumcusu ve American Conservative dergisine de makaleler yazan Sharmine Narwani ile konuştuk.
CK: Rusya’nın genelde Ortadoğu’daki özelde de Suriye’deki etkinliğini artırması ile yeni bir sayfa açıldı. Rusya’nın öncülüğünde Türkiye ve İran’ın katıldığı Astana süreci var. Bu süreç Cenevre ile birleşiyor. Bu sürecin bölgede barış yolunu açma olasılığına katılıyor musunuz?
‘ASTANA İLE SURİYE İLK KEZ BÖLGESEL MESELEYE DÖNÜŞTÜ’
Bunu şimdiden söylemek zor. Çünkü bu önemli bir adım çünkü iki tarafın iletişime geçmesi her zaman olumlu ve önemli bir adımdır. Astana’nın bu çatışmada yeni bir momentum olup olmadığı, bu çatışmaya bir çözüm getirip getiremeyeceği henüz belirsiz. Bu bir başlangıç; kesinlikle öyle. Astana birçok sebepten ötürü önem taşıyor. Niye? İlk olarak Suriye meselesini bölgesel bir çözüme dönüştürdü. Yani, Astana görüşmelerine sponsorluk yapan, görüşmeleri destekleyen ve katılan oyuncuların çoğu artık bu bölgeden — veya makul bir yakınlıkta. ABD, Britanya ve Fransa bölgeden uzaklaştırıldı. Bu ülkelerin bölgede ve civarında yaşayanlardan birçok açılardan farklılaşan çıkarları var.
CK: ABD’nin Suriye’de çok zemin kaybettiğini görüyoruz. Afganistan’da ABD vardı, Irak’ta öyle. Fakat bölgeye ve vekil güçlere bakınca yok. Bu aynı zamanda bir ilk değil mi?
‘ÇÖZÜM GETİRME HAKKINA SAHİP ÜLKELERİ BİR ARAYA GETİRDİ’
Evet, Suriye anlaşmazlığıyla dünyanın pek çok farklı düzeyde yeni bir çağa girdiğinin müjdesini verdiğini gördük. Bence, çıkarları bizimkilerden farklı olan Batılı ülkelerin dışlanması, bölgede çok sayıda olan anlaşmazlıkların çözülmesinde önemli bir adım. Bundan bir sonuç alırsak, çok olumlu olacağını düşünüyorum. Astana sürecinin ortaya barışçıl bir çözüm getirme hakkına sahip ülkelerin çatısı altında başlatılması önemli. ‘Taraflar anlaşmazlığın bu noktasında bir çözüm bulmakla ne kadar ilgililer’ sorusunun cevabı hâlâ belirsiz. Askeri bir çözümün imkânsız olduğunu savunanlara hatırlatmam gerekir ki, sahada olanlar araçsal ve iletişim ve görüşme ihtimalleri yaratmada hayati önem ve tesir taşıyor. Yani aslında Astana gibi bir yerin öne çıktığını görmemizin tek sebebi, sahada durumların keskin ve kati bir şekilde tek bir tarafın lehine gelişmesi.
CK: Sizce Ruslar, Türkiye ve İran nasıl oldu da bir araya geldi? Zira Türkiye diğer taraftaydı. Bu çatışmanın başından beri ABD’nin ortağıydı, Suudi Arabistan’ın yanındaydı. Bir yıl önce Suudiler Sünni koalisyonu, İslam koalisyonu yaratmışlardı. Peki sizce Türkiye için ne değişti?
‘TÜRKİYE HESAPLARINI DEĞİŞTİRMEK DURUMUNDA KALDI’
Evet, haklısınız. Anlaşmazlığın tırmanmasına katkıda bulunan birçok bölgesel oyuncu vardı. Ama muhtemelen hiçbirisi Suriye’nin kuzeyinde çok tehlikeli bir biçimde bu tırmanışın geçiş kapısı haline gelen Türkiye kadar zemin oluşturacak durumda değildi. Aslında bu soruyu Türkler daha iyi yanıtlayabilir. Yine de, dışardan bakanlar açısından net olan şey, Türkiye-Rusya-İran birliğinin arkasındaki sebep, Türkiye’nin bu anlaşmazlıkla ilgili yaptığı hesaplarda büyük bir değişime gitmesi olduğu. Ayrıca bu yeni durumu, Türkiye’de gerçekleşen darbe girişiminin ardından oluştuğunu gördük. Bu süreçte Erdoğan kendi menfaatlerini ve Türkiye devletinin menfaatlerini tekrar hesapladı.
Akla gelen ilk iki şeyden biri; Özellikle ABD başta olmak üzere, NATO ile olan ittifakına artık güvenmiyordu. Erdoğan fark etti ki Suriye anlaşmazlığına bulunabilecek çözüm ancak diğer taraftakilerle, Rusya ve İran ile mümkün olabilir. Erdoğan diğer tarafı temsil eden pozisyona geçebildi çünkü, meydana para ve savaşçı yığan Suudi Arabistan ve Katar’ın aksine, Türkiye ana geçiş kapısı olması bağlamında bu anlaşmazlıkta birinci derecede önemli bir pozisyonda. Batılı müttefiklerine duyduğu bu güvensizlik hâli ve yaptığı hesaplar, Erdoğan’ın Rusya ve İran ile görüşmelere başlaması ve ortak paydalarının ne olduğunu anlamak istemesinde katalizör oldu.
‘KÜRTLERLE BİRLİKTE ABD’NİN YÜKSELİŞE GEÇEN ROLÜ’
Fakat onun için değişen bir diğer unsur da Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerle birlikte yükselişe geçen ABD’nin rolü oldu. Ve Kürt sorunu aynı zamanda Türkiye’nin bir iç sorunu. Erdoğan Kürt meselesini Türkiye’nin aleyhine azdırmamak ve Türkiye için daha beter durumlar yaratmaması için bir adım atması gerektiğini hesaplamış olmalı. Elbette Kürt sorunuyla iştigal ederken, yahut da Kürtlerin güç kullanarak devlet kurma arzularına karşı destek aldığı İran ve Suriye’de karşılığı var. Yani, sahada işlerin hızla değiştiği ve anlaşmazlıkların arttığı zamanlarda, her liderin yapması gerektiği gibi, müttefiklerini tekrar gözden geçirmek zorunda kaldı.
‘BÖLGEDE GÜVENLİK YAYI TESİS EDİLİYOR’
CK: Siz bir ‘güvenlik yayından’ söz ediyorsunuz. Neyi kast ettiğinizi anlatabilir misiniz?
2013’te fark ettim ki bölgede işler değişmek zorunda. Hatta kimsenin teorize etmediği, dikkat çekmediği bir yöne doğru değişim başlamıştı bile. Bu sebeple, bir makale yazdım ve bir de harita hazırladım. Artık her yere yayılmaya başlayan Ortadoğu’daki teröre karşı, ‘güvenlik yayı’ adını verdiğim bir ittifakın Lübnan’dan İran’a uzanabileceğini anlattım. Bu dört ülke, Lübnan, Suriye, İran ve Irak, mezhep veya diğer türden kimlik meseleleri yüzünden bir araya gelemeyebilirdi. Ürdün Kralı Abdullah bir keresinde bunu ‘Şii hilali’ olarak nitelendirmişti. Fakat aslında bu ülkeler bir araya gelebilir. Çünkü terörizme aşırılıkçılık ülkelerinin içinde ve sınırlarında kol gezmekte. Bu dört ülke terör tehlikesi yüzünden birlik olmaya, istihbarat paylaşmaya ve ortak askeri operasyonlar yürütmeye mecbur kalacaklar. Ve bu askeri güç ve istihbarat paylaşımının ötesinde ortak bir siyaset ve dünya görüşü ile kaçınılmaz olarak ekonomik bir görüşü de yaratacak. Bu ülkelerin birlik olmasındaki ana vurgu güvenlik. Ve aslında, üç buçuk yıl sonra bu güvenlik arkının gerçeklik haline gelmesini izliyoruz.
‘TÜRKİYE HALA MUALLAKTA’
Bu haritaya dahil ettiğim diğer konu, bu dört ülke ve güvenlik yayı istikrarlı kılındığında, tüm bölgenin güvenlikte belkemiği haline gelebilecekleriydi. Böylece diğer ülkeler de güvenlik çözümlerinde ve işbirliği için bu ülkelere başvuracaktır. Makalemde Mısır, Türkiye ve Ürdün’ün ikincil olarak dahil olarak güvenlik arkının parçaları olabileceğinden bahsetmiştim.
Son üç yıl içinde Mısır’ın özellikle Rusya ve Suriye cephesinde yerini alışına dair, katılımına dair büyük mesafeler kat ettiğini gözlemledik. İran’la ilişkilerini düzeltmede bile yol alındı. Mısır’ın, güvenlik arkına büyük katkıda bulunduğunu görüyoruz. Türkiye’nin de katkısı var tabii ki. Bence Türkiye hâlâ muallakta, yüzde 50’ye 50 görünüyor. Fakat sonuçta ekonomik sebeplerin Türkiye’nin bu güvenlik arkına katılımını katalize edebileceğini tahmin ediyorum. Cihatçı ve Selefi gruplar ile diğer militanlara destek vermeyi bırakabilir ve ekonomiye yönelebilir çünkü Suriye anlaşmazlığı Türkiye topraklarına yağmur gibi yağdı ve Türkiye ekonomisinde, siyasi sisteminde ve ulusal güvenliğinde komplikasyonlara sebep oldu.
‘ÜRDÜN ABD VE SUUD’DAN BAŞKA ARAYIŞTA’
Ürdün hâlâ monarşi kabinine sıkı sıkı tutunuyor gibi görünüyor. Fakat aslında ciddi ölçüde baskı altında. Artık ekonomisini desteklemek için aldığı milyarlarca dolarlık Suudi cömertliğine bel bağlayamaz. Çünkü Suudi devleti Suriye ve Yemen maceralarına ve kendi ekonomisinde yaptığı yönetim hatalarına para dökmekte. Obama zamanından beri Ortadoğu’dan çekilmek ister gibi duran ABD’ye, hele de Trump yönetimi sırasında, kesinlikle güvenemez. Ürdün’ün, İsrail için tampon görevi görmenin dışında, bölgesel bir önemi kalmadığını düşünüyorum. İsrail rejimi giderek sağ kanat hakim oldukça Ürdün fark ediyor ki İsrail’in tasarımında bir Filistin devleti haline gelecek. Yani Ürdün de başka yerlere bakmak zorunda.
Bizler medyada Ürdün’ü görmezden gelirken, Kral Abdullah son yıllarda Batılı ülkelerden çok Çin ve Rusya’ya ziyaretlerde bulundu. Oralardan ekonomik ve siyasi yatırım bekliyor olabilir – hatta belki de gelecekteki askeri bir angajmanlara girişti. Bence güvenlik arkı gerçekleşme yolunda sağlam adımlarla ilerliyor. İkincil katılımcılar, Türkiye-Mısır-Ürdün de ilerleyen yıllarda daha gerçekçi şekilde dâhil olacaklardır.
‘TÜRKLER, SURİYELİLER, IRAKLILAR VE İRANLILAR ALARMA GEÇTİ’
CK: Kürtler bu ‘güvenlik yayında’ nasıl bir rol oynamaktalar?
Kürtler, Suriye anlaşmazlığında yeni bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Yalnızca Suriye anlaşmazlığında değil aslında bölge çapında. ABD bölgenin tamamında onları kuvvetle desteklerken ve son iki yılda İran ve Irak’ta varlığı artan kendi muharip gücü haline getirdi. Bu durum, elbette, Türkleri, Suriyelileri, Iraklıları ve İranları da alarma geçirdi. Bu noktada, mesela İranlılar ve Suriyeliler arasında, ve hatta Irak’takilerde de kendi Kürt nüfusları konusunda iletişim yeterli düzeyde olduğu için, çok da endişe etmediler. Ama Kürtlerin dâhil olduğu bir Amerikan projesinin nerelere varabileceğini gayet iyi görüyorlar. Türkiye de görüyor bunu.
‘IŞİD’İN BÖLGESİ KÜRT DEVLETİNİN SINIRLARINI İŞARETLİYOR’
Ortadoğu’da yaşanan bu çatışmayı izleyenler için ilginç olan bir şey, IŞİD’in bulunduğu bölgelerin gelecekte muhtemel bir Kürt devletinin sınırlarını işaretleyecek şekilde haritaya yerleşmesi. ABD’de Kürt devletinin kurulmasını destekleyenlerin haritalarına bakıldığında, Pentagon içinde, Dışişleri Bakanlığı içinde, düşünce kuruluşlarının içinde, görülüyor ki bu bölgeler tam da bahsedilen Kürt devletinin sınırlarını oluşturuyor.
Peki bu neden önemli? Sonuçta, IŞİD ileride kurulabilecek Kürt devletinin sınırlarını çizdi. Bu bölgeleri IŞİD’den temizleyenlere bakmak gerek: Amerikan silahları, eğitimi, finansmanı ve planlamasıyla desteklenen Kürt savaşçılar. Ortada IŞİD var ve bu bölgeleri temizlemesi istenilenler sadece Kürtler. Kürtler bu bölgelere taşınmasıyla, elbette Arapların Kürtler tarafından zorla buralardan uzaklaştırıldığı gibi, etnik temizlik haberleri de işitiyoruz ki bunlar sadece duyduğumuz şeyler, bence bu durum bir düzeyde endişe yaratıyor olabilir. Aslında yine aynı sebeple, İran-Türkiye-Suriye yakınlaşmasını görmekteyiz. Çünkü artık bu Kürt projesinin gözlerimizin önünde tasarlandığını görebiliyoruz. Bu da, Suriye anlaşmazlığına ve bölgedeki devletler arasındaki teröre karşı savaşa yeni bir bileşen eklemiş oldu.
‘ABD RUSYA SAYESİNDE IŞİD’E KARŞI HAREKETE GEÇMEK ZORUNDA KALDI’
CK: Peki ya Rusya? Rusya Suriye çatışmasına neden bu kadar müdahil oldu? Salt askeri olarak savunucu konumda değiller, aynı zamanda politika çözümler getirmeye çalışıyorlar. Ortaya Suriye için anayasa taslağı konuldu. Kürtler için bir nevi ‘kültürel özerklik’ de içeriyor. Bölgedeki rolleri nedir?
Rusya, bu bölgede güvenlik anlamında ‘olan bitenin’ çok önemli bir bileşeni. Lübnan, Suriye, Irak ve İran sahada bu güçlerle savaşıyor olsa da, hava koruması militanlarla savaşmada yine önemli bir bileşen haline geldi. Kaldı ki, Rusların bu işe girişmesi Amerika’nın bile IŞİD’e karşı eyleme geçmesini tetikledi. Çünkü Amerikalılar bir yıl önce bu konuda pek de bir şey yapmamışlardı. IŞİD’i tamamen yok etmek yerine, sınırlarını belirlemeyi başardılar. Aniden Rusya bölgeye girdiğinde rezil rüsva olmamak için, IŞİD’a karşı savaşı tırmandırmak zorunda kaldılar. Rusya, güvenlik arkını oluşturan bu dört ülkeye hava koruması desteği vererek terörle savaşı bir sonraki seviyeye taşımış oldu.
‘RUSYA GÜVENLİK YAYINA MEŞRUİYET KATTI.. ÇİN DE ÖN CEPHENİN ORTAĞI’
Rusya, aynı zamanda güvenlik yayına, önemli bir meşruiyet ve güvenilirlik kattı. En üst düzeyde BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’in yanı sıra, ki Çin doğrudan bir rol oynamıyor olsa da bu savaşta ön cephenin ortağı. Rusya da Güney Çin Denizi’nde arka hatta Çin’in ortağı olabilir. Ortak çıkarları olan bu iki ülke için, bölgenin çeşitli sıcak noktalarında göstermeleri gereken, gittikçe artan ve hızla büyüyen roller belirmiş oldu. Bu ortak çıkarlardan biri, çeşitli bölgelerdeki egemen ülkeleri egemenlik haklarına tecavüzden, Batı’nın askeri müdahalelerinden ve istikrarsızlaştırma planlarından korumakla ilgili. Çünkü dünya düzeni ulus devletlere dayanıyor. Bir ulus devlet iki şeyi temel olarak alır: toprak bütünlüğü ve egemenlik. Kötü bile olsa, herhangi bir liderin meşruiyetini zayıflatmaya çalışırsanız ve ülkelerin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini ihlal ederseniz, küresel düzeni de öldürmeye başlarsınız. Ki bu da uluslararası hukukun katlolması demektir. Sahip olduğumuz sistem bu.
‘SURİYE CİHATÇILARLA DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILIYORSA MOSKOVA VE PEKİN’E DE ULAŞABİLİR’
Rusya ve Çin görüyor ki, anlaşmazlık Suriye’ye ulaşıyorsa ve Suriye cihatçıların kullanımıyla değiştirilmeye çalışılıyorsa, bu yakında Moskova veya Pekin’e de ulaşabilir. Ve sonunda nihayet İranlıların ne düşündüğünü da anlıyorlar: Bu tip bir hücumun Tahran’a ulaşmasını engellemek. İran tam da bu sebeple Suriye ve Lübnan gibi ülkelerle derin bir taahhütte bulunuyor. Bunu sağlayan da stratejik derinliği. Bu son savaş bu tür savaşların sonuncusu olacaksa, Suriye sınırlarında tutulacak.
Yani, Rusya’nın bu anlaşmazlıktaki rolü çok hayati çünkü küresel düzenin korunması meselesini Suriye meselesine dâhil etti. Yerel düzeyde, hava koruması gibi desteklerin yanında, konuyu uluslararası arenaya taşıdı; bu tür şeylerin BM Güvenlik Konseyi ve Davos gibi toplantılarda bunun Suriye’de bitmesi gerektiği konuşuldu.
‘TRUMP İÇİN SABIRLA BEKLEYİP GÖRMEK LAZIM’
CK: Trump yönetimi bölgede nasıl bir rol oynayabilir? Trump hala Suudilerle konuşuyor, öncesinde radikal cihatçılarla ilgili ithamlarda bulunuyordu. Şimdi başkan. İsrail ile güçlü bağları var. Diğer yandan Rusya ile birlikte operasyonlar yapmaktan bahsediyor. Biraz kafa karıştırıcı. Siz Trump’ı nasıl görüyorsunuz?
Trump hakkında bir şey söylemek için henüz erken. Çeşitli sebeplerden dolayı biraz sabırlı olmaları gerekiyor. Trump olabilecek en sıradışı aday. Onun tarzı ya da konuşma şekli, tweet'lerinden bahsetmiyorum. Ancak ABD'nin politik olarak çok çok uzun zamandır gördüğü en sıradışı siyasi aday. Küresel düzenin değiştiği bir zamanda ortaya çıktı. Küresel mali sistemler değişiyor ve küresel ekonomi acı çekiyor. O, kurumsal yapının dışında yer alan adaydır. Ve kurumsal yapı derken, ‘zengin elitler’den bahsetmiyorum; tüm zamanlarda karar meşalesini taşımış olan, her zaman nüfuz sahibi olanları kastediyorum. Ve Amerikan siyasi sistemine getirdiği şey, konvansiyonel Amerikan dış politika rotalarını ‘şoklama’ yeteneğidir.
Demek istediğim, Beyaz Saray’da kim görev yapıyor olursa olsun, o kişinin ABD'nin temel dış politika rotasını değiştiremediği görülüyor. İyi niyet ve değiştirme arzusuyla da gelmiş olsalar bile, bunu değiştiremediler. Trump, çok abartılı ve egolu bir karakter. Aklındakileri direkt olarak insanlarla paylaşıyor. Kurumsal yapıyı pas geçiyor, medyayı pas geçiyor, düşünce kuruluşlarını pas geçiyor. Alışılmadık düşüncelere sahip gerçek ‘üçüncü şahıslar’ getirdi. Fakat bunu konvansiyonel kurumsal yapıdan şahsiyetlerle neo-muhafazakar tipte şahsiyetlerle dengeledi. Bu yüzden, iktidar mücadelesinde kimin kazanacağından emin olamıyoruz. Trump'ı önümüzdeki aylarda ve hatta yıllarda değerlendirmemiz gerek. Bence Trump’a iki yıllık erimde bakmalıyız. Bu nedenlerden ötürü değil ama, elbette ki test edilmemiş bir politikacı; işi öğrenmek zorunda. Önünde büyük bir öğrenme eğrisi var.
‘İRAN İLE RUSYA ARASINDA ÇATLAK YOK. HAKİKİ STRATEJİK VİZYONA SAHİPLER’
CK: Amerika’daki tartışmalarda Trump yönetimi ile işbirliği için Rusya’nın İran’dan vazgeçebileceği gündeme taşınıyor, Suriye sahasında ortak hareket ettiği İran’ın çıkartılmasından dahi bahsediliyor. Sizce Rusya ile İran arasında ayrılık yaratmak mümkün mü?
Hayır, bu iki ülke arasında ciddi bir çatlak görmüyorum. Sadece yaklaşımları, mizaç ve siyasi anlamda, Batı’dan çok farklılar. Bu yüzden sabırlılar. Neden Suriye’yle ilgilendikleriyle ilgili gerçek bir stratejik vizyona sahipler. Bu stratejik vizyon taktiklerini de belirliyor. Stratejik vizyon, Suriye anlaşmazlığının mahallelerimizde ve bölgemizde sonuncusu olması gerektiği yönünde. Çünkü ülkelerimizdeki istikrarı bozmak için Batı’nın cihatçı neferlerini kullanmayı bırakmasını sağlamamız gerekiyor. Ama bunun da ötesinde yöneticilerin gayri meşrulaştırılmasını durdurmalıyız, ülkelerin istikrarını bozma ve toprak bütünlüğü ihlallerini durdurmalıyız.
‘TAKTİKLER FARKLI OLABİLİR, PAYLAŞTIKLARI VİZYON’
Yani Rusya ve İran, en yaşamsal stratejik vizyon açısından yan yana yürür konumdalar. Ancak taktiksel açıdan farklı olabilirler ki bu hiç önemli değil. Rusya'nın İranlıların Suriye’nin şu bölgesinde ne yaptıkları konusunda anlaşmaması önemli değil. İran’a kalırsa, Rusya'nın İsrail ile de ilişki kurması önemli bir mesele değil. Birbirlerine karşılıklı yeterince saygılılar ve ulusların çıkarları açısından çok da benzeşiyorlar. Her ulusun kendi menfaatleri vardır. Ve bunun, ulusların birbirleriyle iyi geçinebilmesi için anlaşılması şart. Başka bir ulusa emirler veremezsiniz. Uluslar bu şekilde işlerini görürler. Rusya ile İran arasındaki taktiksel farklılıklar ve ittifak farklılıkları ne olursa olsun, nihayetinde önemli değil. Sonuçta önemli olan tek şey birbirleriyle kesin olarak paylaştıkları stratejik vizyon. Elbette bu kısımları bölmek ve yönetmek isteyen, ayrımlar yaratmak isteyen birçok oyuncu var. Bunlar tamamen hayali.
‘RUSYA VE ÇİN İRAN’I ASYA VİZYONUNA KATTI’
Bunun da ötesinde, Rusya ve İran, Suriye anlaşmazlığı dışında çok önemli başka bir stratejik vizyonu paylaşıyorlar. Bu, ekonomi vizyonu, gelecek vizyonu, kalkınma vizyonu. Bu, Çin ile birlikte çalıştıkları Asya projesidir. İran'ın, bu Asya vizyonuna dahil olduğunu gördük. Çin ve Rusya'nın İran'ın Asya’nın kalkınması yolunda üçüncü bir taraf olarak yanlarına aldığını görmekteyiz. İki farklı cephede de Rusya ve İran kesinlikle benzer stratejik vizyonları paylaşıyorlar. Diğer her şey önemsiz.
‘ABD-İSRAİL-SUUDİ EKSENİ ÖFKELİ, FARKLILAŞMIŞ ÇIKARLARI VAR, ORTAK VİZYONLARI YOK’
CK: Peki ya karşıt cephe… Rusya’nın da bulunduğu sözünü ettiğimiz yeni ‘güvenlik yayının’ oluşma olasılığı kaşıt cephede öfkeye yol açmaz mı? Bu açıdan bir karşı karşıya gelme yaratmaz mı?
Bu eksende bir öfke var. Bunu bir nevi ABD-İsrail-Suudi ekseni olarak adlandıralım. Çok fazla öfkeleri var. Ancak, bunun 2006 yılında İsrail'in Lübnan'a karşı aldığı büyük yenilgiden beri olduğunu söylerdim. Bir zayıflık hakim oldu. Irak ve Afganistan örneklerinden sonra, artık ülkeleri bu şekilde istila edemezsiniz. ABD bunu yapmak için gerekli hazineye sahip değil. Bunu yapmak için kendi kanını dökmeyi de istemiyor. Bu yüzden vekil güçler vasıtasıyla işlerini görüyorlar. Ancak her zaman doğru zaman olmuyor. Ve 2006'dan beri güçsüzlükleri devam ediyor. Büyük düşmanları İran ile işleri kızıştırmak için yer arıyorlar. Mesele hiçbir zaman Suriye ya da Irak olması, meseleleri hep İran. Her şey, eninde sonunda Bahreyn ve Yemen ile ilgili her şey bile İran’a çıkıyor. Fakat bir yere de varmıyor. Çünkü sözünü ettiğimiz ülkelerin bu ABD eksinin bütün parçalarının hepsinin farklı menfaatleri, farklı stratejik vizyonları ve farklı hedefleri var. Suriye’de militanların asla kazanamamasının nedeni budur. Çünkü sıkça Türkiye destekli militanların, ABD destekli militanların, Suudi Arabistan destekli militanların ve Katar'ın desteklediği militanların bir araya gelerek yeni bir bölge kazandıklarını gördük. Ama bu topraklara sahip oldukları anda iç çatışma başlıyor ve kaybediyorlardı. Birbirlerini öldürüyorlardı. Görüyorsunuz, bu ittifak, bu eksen artık bir uyuşma içerisinde değil.
CK: Diğer eksenin aksine diyorsunuz…
Diğer eksenin aksine ki diğer eksen farklı taktiklerde farklılaşsa bile kati stratejik hedeflerde birleşirken, bu eksen birleşemiyor. Dolayısıyla ortak bir stratejik vizyon yok. Ve bu eksenin motoru bozuldu. Sadece öfkeleri var. Böyle kararları öfkeye dayanarak aniden veremezsiniz. Suudilerin Yemen'e saldırması gibi… Bunu yaptıklarında İranlılar arkalarına yaslanıp: “Bu bir şaka olmalı. Kendilerini öldürecekler.” Şaşkına dönmüş durumdalar.
‘RUSYA-ÇİN-İRAN SABIRLA ÇALIŞIP TEMELLERİ BELİRLİYOR’
Diğer taraf çok dikkatli, sabırla çalışıyor. Temellerini belirliyor, yarı yolda taktiklerini değiştiriyor ancak hedefi hiçbir zaman gözden kaçırmıyor. Bu taraf gerekli gereksiz her şeyi çöpe atıyor. Amerikan-İsrail-Suudi tarafı. Peki bu görüntü İran’ı nasıl hedef alacak?
Doğru, Trump İran'a karşı çok düşmanca bir dille işe başladı. Etrafını farklı kesimlerden yahut neoconlar’dan olsun, yüzeyde anti-İran görünen danışmanlarla ve kabineyle doldurdu. İran'a karşı çok muhafazakâr bir bakış açısı var.
‘İRAN ÜZERİNE DÜŞENİ YAPTIĞI SÜRECE NÜKLEER ANLAŞMA DEVAM EDER’
Tamam, hadi bunu bir kenara koyalım. Nükleer anlaşmada ne yapılabilir? Wendy Sherman, hâlâ ABD’nin müzakerecisi olduğu zaman bu soruları sorduğunu hatırlıyorum. Demişti ki: "ABD bu anlaşmadan çıkarsa küresel olarak izole edilir." Eğer kongre bunu zorlaştırırsa, eğer iç baskı bunu (makarayı) çözerse… Bu anlaşmaya çok sayıda taraf imza attı. Bu anlaşma devam edecek. İran üstüne düşeni yapmaya devam ettiği sürece bu anlaşma devam edecek.
Zaten, ABD'nin Obama yönetimi altındayken bile bu anlaşmayı feshettiğini iddia edebiliriz. İran'a anlaşma kapsamında ödemeleri gereken milyarlarca parayı geri ödemediler. Anlaşma gerekçelerinde bahsedilen iyi niyeti ihlal ettiler. Anlaşma, tüm tarafların, bu anlaşmayla amaçlandığı şekilde, iyi niyet sahibi olmalarını istiyor. Ayrıca İran'a daha fazla yaptırım uyguladılar. O zaman, ABD bu anlaşmanın tam katılımcı tarafı hiç olabildi mi ki? Bunun aksini iddia edebilirim.
‘AVRUPA’NIN İRAN’DA DERİN ÇIKARLARI VAR’
Eğer agresif bir şekilde bu anlaşmadan çıkarlarsa ve ABD bunu Trump yönetiminde yaparsa ne olur? Avrupa’nın durumu gibi değil ki. İran'la muhatap olmayacak. Avrupa'nın petrole ve gaza ihtiyacı var. Avrupa'nın kendi ürünlerini satması gerekiyor. Avrupa çapında ekonomik durum çok kötü. Satın alma gücüne sahip 75 milyon insanın oluşturduğu ortalama bir ekonomiye sahip İran gibi bir pazarı kaybetmeyi göze alamazlar. İran'ın temelde on yıllarca baskılara rağmen istikrarlı bir ekonomisi var. Küçük fakat dikkate değer bir ülke ve tabii ki Avrupa bu pazarları istiyor. Sadece hava yastığı değil, teknoloji, tıp gibi başka şeyler de satmak istiyorlar. Onlar için harika bir pazar. Avrupa bunun dışına çıkabilecek mi? Şüpheliyim, çünkü Trump Avrupa'nın birçok ülkesinden farklı yörünge çiziyor. Fransa seçimleri için bekleyeceğiz; Almanya seçimleri için bekleyeceğiz; Trump lehine nasıl dönüştüğünü göreceğiz ki dönüşebilir. Fakat yine de İran nükleer anlaşmasının ciddi şekilde engellenmeyeceğini düşünüyorum.
‘KÖRFEZ’DE İRAN İLE ÇATIŞMA MÜMKÜN’
Olası bir yüzleşme olasılığı da var. Eğer Trump İsrail'le hareket ederse ve İran'a meydan okuyacak kadar aptalca davranırsa, bence bir İran-Körfezi çatışması mümkün. ABD bu arenada çok sayıda askeri tatbikat yaptı. Trump aptalca bir şekilde, ABD'nin Körfez'e güç kullanarak adım atmasını gerektirecek bir senaryo oluşturmaya çalışabilir. Ancak kesinlikle İran'ın işgalinin söz konusu olduğunu düşünmüyorum.
Ama Trump en az paraya en çok geri dönüşü almak istiyor. ‘Paramı koymak için en büyük bankayı nereden bulabilirim?’ Trump’ı tek cümleyle özetleyecek olursak, onun sloganı bu olur. Ve bu, İran gibi bir ülkeyle tamamen askeri angajmana girmek için yeterli değildir.
‘BATI MEDYASI KURUMSAL YAPININ PROPAGANDA ARACI’
CK: ABD kamuoyunun oluşmasında düşünce kuruluşları ve medyanın rolü büyük. Suriye savaşında düşünce kuruluşları çok yanıltıcı oldular, medya da haberleri nedeniyle eleştiri odağında. Trump’ı işbaşına getiren seçimlerle birlikte Amerikan seçimlerine Rusya’nın müdahale ettiği iddiaları eklendi. Karşıt görüşler ve sert tartışmalar da var. Sizin uzun süredir Batı’daki düşünce kuruluşlarına da gazetecilik standartları nedeniyle medyaya da eleştirileriniz var. Nedir mesele?
Batılı ana akım medya, Batı’nın siyasi ve mali kurumsal yapısının sadece bir uzantısıdır. Bunlar çoğunlukla büyük şirketlerin sahipliğinde ve kurumsal yapının kültürünün beslediği bir yapı. Farkına vardığımız diğer bir şey de, propagandanın ABD'nin dış ve iç politikalarının ne denli vazgeçilmez parçası olduğu. 1950'lerde Smith-Mundt Yasası vardı; Amerikan hükümetinin Amerikan halkına propaganda yapmasını önlemek için. Yani, ABD'nin kendi nüfusu dışındaki nüfusların propagandasını yapmasına izin veren kamusal diplomasi yasaları vardı. Obama yönetimi sırasında Smith-Mundt konusu çözüldü. Bu bir savaşa dönüştü. Özellikle son birkaç yıldır bu deneyimi yaşayan gazetecileri Suriye anlaşmazlığının başlangıcından beri görüyoruz. Ana akım medyada yer alan gazetecileri kovdular, koltuklarından indirdiler, sürdüler. Çünkü ana akım anlatıları sorgulamaya cesaretleri vardı. Bu gerçek bir propaganda savaşıydı. Bence uzun zamandır ana akım medya propagandasının farkındayız, ancak bunu Suriye olaylarına kadar böyle şeffaf göremediğimizi düşünüyorum.
Benim için ilginç olan şey, Guardian ve NYT gibi ana akım medyada bir makale okurken, yorumlar kısmının, yazarı yerden yere vuran entelektüel bir okuyucu kitlesiyle dolduğunu görmek… Yani, Batılı gazetecilere yalnızca yeni ortaya çıkan alternatif medyadan değil, sosyal medya platformlarından ve blogculardan da artan sayıda sesler yükseldiğini görüyoruz. Ve şimdi, kurumsal yapının kendisinden de bunları görüyoruz. Yani; iktidarın hükümdarlığını elinde tutan insanlardan.
‘MEDYAYA KURUMSAL YAPININ İSTEDİKLERİNİ SEÇİYORLAR’
Bazıları, ana akım medyayı yerden yere vuranın yalnızca Donald Trump olmadığını unutuyorlar. Bernie Sanders ana akım Amerikan medyasına demediğini bırakmadı. Birleşik Krallık’ta ana muhalefeti Jeremy Corbyn de öyle. Bu, küresel bir feryat haline geldi. Okuyucular haber almak için başka yerlere bakıyorlar. Sosyal medya platformlarındaki ana haber kaynaklarını eleştiriyorlar. Ve liderler dönüp ‘medyamıza ne oluyor’ diye soruyorlar. Bu çok önemli. Bu insanlar neden böyle? Çünkü kurumsal yapının arzuladığı türden insanları seçiyorlar. Gazetecilerin yalan söylemeleri gerekmiyor. Ancak, burunlarının dibinde olanı göremeyen, gerçekten sorgulamayan gazetecileri seçiyorlar. Ve onlar elit gruba mensup insanlar. En iyi okullara gittiler.
‘ENTELEKTÜEL AMA APTAL MEFHUMU’
Bu arada, harika bir Lübnanlı Amerikan ekonomist ve NYT çok satan yazarı Nassim Nicolas Taleb bir makale yazdı. ‘Entelektüel ama aptal’ anlamına gelen ‘IYI’ (intellectual yet idiot) terimini ortaya attı. Temel olarak, bu entelektüel ve seçkin sınıftan insan kendi ‘yankı çemberlerinde’ yaşıyorlar, çok akıllıca söyler söylediklerini düşünerek bunları kendi aralarında doluşturuyorlar. Fakat aslında özgün bir düşünceye ve eleştirel düşünme becerisine de sahip değiller. Batı medyasının kurumsal yapısı tam da bunun orta yerine oturuyor. Entelektüeller fakat aptallar.