Türkiye haftaya kamuya ait birçok şirketin beklenmedik bir şekilde Varlık Fonu'na devredilmesiyle başladı. Dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde kullanılan Varlık Fonu, Türkiye'de de ağustosta çıkartılan yasa ile pek çok kamu şirketini kapsayacak şekilde devreye sokuldu. Kafalar karışık. Hükümet kanadından, 'amacın devletin elinde kuvvetli bir kaynak oluşturulması' olduğu ve fonun bir nevi 'garanti' işlevi gördüğü savunulurken uygulamaya eleştiriler de eksik değil. Varlık Fonu meselesini dünyadan örnekleriyle Atılım Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ümit Akçay ile konuştuk.
‘1970'LERDEKİ KRİZDEN SONRA SAYILARI ARTTI'
‘ORTAK NOKTASI PARA VE FİNANS SİSTEMİNDEKİ İSTİKRARSIZLIKLAR'
Bugün, bu fonların oluşturulmasında temel olarak iki değişikliğin olduğuna dikkat çeken Akçay şu tespitlerde bulundu:
‘MERKEZ BANKASI REZERVİ GİBİ AMA…'
Bu değişikliklerin 1990'larda Asya'da yaşanan kriz ve 2008'deki küresel ekonomik kriz ile birlikte bazı değişiklikleri getirdiği analizini yapan Akçay, "Yani, finansal istikrarsızlıklar var, çöküşlere neden olabiliyor, ülkeler de bu tip uluslararası sorunlara karşı bir çeşit önlem paketleri uyguluyor. Mesela bunlardan biri merkez bankalarının rezervlerinin artması idi. Daha önceki dönemde görünmediği kadar rezerv biriktirmeye başladı merkez bankası. Ancak rezerv biriktirmek bir yanıyla da maliyetli bir iş. Çünkü rezervleri risksiz alanlara yatırmak zorunda merkez bankası ve likit tutmak durumunda herhangi bir durumda müdahale edebilmek için. Bu masraflı bir iş. Tam da bu noktada bu ‘Varlık Fonu' gibi uygulamalar devreye giriyor. Daha riskli alanlarda da yatırım yapabilecek hatta gelir kazanabilecek bir çeşit merkez bankası rezervi gibi de işleyebilecek ama merkez bankası rezervi kadar ihtiyatlı bir şekilde yatırım yapılmasını gerektirmeyen oluşlumlar bunlar. Ancak tek tip bir oluşumdan da bahsetmiyoruz" diye konuştu.
‘ULUSLARARASI KRİZLERE KARŞI BİR ÖNLEM'
"Yasaya baktığımızda böyle gözüküyor. Yani fona devredilen kuruluşların, kamu iktisadi teşekküllerinin teminat gösterilerek borçlanılacak. Kalkınma fonu dediğimiz de şu, Türkiye'de bir süredir inşaat sektörüne önemli ölçüde yatırımlar yapılıyor. Ama uluslararası finansal alanında ve Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar nedeniyle finansmanında sorunların ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Burdan geri düşmek de Türkiye'nin zaten yavaş ilerleyen ekonomik gidişatını iyice zorlayabilir. O yüzden böyle bir önlem alınmış. Çok karmaşık ya da ne olduğu belli olmayan bir durum değil. 2008'den sonra bu varlık fonlarının sayısının hızla arttığını görüyoruz. Yeni olan uluslararası finansal sistemde istikrarsızlıkların yoğunlaşması ve krizlere karşı önlem olarak varlık fonlarının oluşması" dedi.
‘İKTİSADİ ANLAMDA HER TÜRLÜ ŞEYİ YAPMASINA İZİN VERİLİYOR'
Varlık fonu için yapılan 'paralel hazine' tanımlamasının esas içeriğiyle gerçeği yansıtmadığını söyleyen Akçay "Hazinenin uygulaması dahilinde olan pratikler varlık fonunda yok. Kanun maddesine baktığımızda bir yanda sermaye piyasalarında araç çeşitliliğini sağlamak, diğer yanda yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek gibi pek çok şey tanımlanmış. Faaliyet konusuyla ilgili de neredeyse ekonomi ile ilgili her türlü, finans alanında iktisadi anlamda her türlü şeyi yapmasına izin veriliyor" değerlendirmesini yaptı.
‘HEM ŞİRKET YÖNETİMİNİ HEM DENETÇİLERİ BAŞBAKAN ATIYOR'
Uygulamaların amacı olarak gösterilen bazı maddelerde de sıkıntıların da olduğunu belirten Akçay, "Yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak" tanımına dikkat çekti. Akçay, BOTAŞ, PTT, Halkbank halihazırda bu işlevde olduğuna vurgu yaparak şu tespitleri yaptı: "Bunların bu maddeye dayanarak aktarılması nasıl gerçekleşiyor bilemiyoruz. Denetim konusunda ise farklı modeller var uluslararası anlamda. Birincisi doğrudan maliye bakanlığına bağlı olarak çalışan fonlar var. Bunlar normal bütçe denetimi nasıl yapılıyorsa öyle denetleniyor, yani demokratik denetime de açık durumdalar. Bizdeki biraz ilginç. Hem şirket yönetimini hem de onları denetleyecek kişiyi başbakan atıyor. Hem yönetimi hem denetçiyi aynı kurumun atamasında bir sıkıntı var. Ama bizim denetimle kastettiğimiz bu değil. Bunlar evrakların doğru tutulup tutulmadığını, düzgün şekilde muhasebeleştirip muhasebeleştirilmediğini inceleyecek denetimler. Ama biz milyonlarca lira değerindeki kamu varlığını hangi alanlara harcandığını ve bunların neden o alanlara harcandığını denetlemek istiyoruz. Ya da o yapılan yatırım kararlarının olumsuz sonuçlanması durumunda bunun mesuliyetinin ne olacağını merak ediyoruz."
‘VATANDAŞIN YATIRIM KARARLARINA HERHANGİ BİR ERİŞİMİ YOK'
Akçay, getirilen yeni uygulamalar ile vatandaşa hesap verilebilirliğin ortadan kaldırıldığını savunarak, "Örneğin şu anda hazineye bağlı bir kamu iktisadi teşekkülü düşünün. Botaş, yanlış yatırım kararı aldı. Biz vatandaşlar olarak bir kış doğalgazsız kaldık. Bunun hesabını hükümetten soracağız. Diyeceğiz ki, ben oy verdim ama hükümetin bu tür ekonomi politikalarını desteklemiyorum. Bir dahaki seçimde ona oy vermeyeceğim. Dolayısıyla cezalandırmış olacağım. Türkiye varlık fonundaysa ve bu tüzel şirket anonim şirket ise biz bunun hesabını nasıl soracağız. Vatandaşın demokratik olarak oradaki yatırım kararlarına herhangi bir erişimi yok. Denetim konusunda bence önemli olan yan bu. Yoksa kağıt denetimi, evrak denetimi vs. bunlar yapılmazsa zaten teminat göstererek borçlanma da yapamaz uluslararası piyasada. Burada kast edilen kamu kaynaklarının yatırım kararlarının demokratik bir şekilde vatandaşlara hesap verebilir olması" dedi.
'VERGİ GELİRİNDE KAYIP OLSA DA BORÇLAR BÜTÇEDE GÖRÜNMEYECEK' HESABI
Uygulamada ‘bütçe gelirinin azalmasının' da söz konusu olduğuna dikkat çeken Akçay, "Sanırım şöyle bir hesap var ortada. Bu varlık fonu vasıtasıyla elde edilecek borçlar, eğer kamu borcu olsaydı, bütçe açığı daha da artacaktı ve bu hem ülkenin kredi notunu hem de uluslararası kurumlar nezdindeki güvenilirliğinin daha da yitirilmesine sebep olacaktı. O nedenle, vergi gelirindeki bu kayıp diğer seçeneğe göre daha iyi bir olasılık diye düşünmüş olabilirler. Yani vergi geliri kaybı olacak ama, bu borçlar bütçede görünseydi daha kötü olacaktı. O nedenle bunu tercih ediyoruz, diye bir karar verilmiş olabilir" değerlendirmesini yaptı.
‘FARKLI KURUMLARI BİR HAVUZA KOYUP YÖNETMEK ZOR'