Avrupa Parlamentosu, Avrupa'da ırkçılık, yabancı düşmanlığı, radikalleşme ve İslam düşmanlığının yaygınlaştığı bir dönemde skandal bir karara imza attı. Avrupa stratejik vizyonunu ve dünyadaki önemini kaybediyor. Ancak 24 Kasım'da alınan karar yersiz korkular, köklü önyargılar ve siyasi popülizm bağlamında değerlendirilmeli. Bağlayıcı olmasa bile bu karar, Avrupa Parlamentosu'ndaki zehirli siyasi iklimi ortaya koymakta ve eski kıtada Türkiye ve Türklere dair önyargıları canlandırmaktadır. Ancak daha da önemlisi, Türkiye'den ziyade Avrupa'nın siyasi ufkunun daraldığını gösterir.
Avrupa'da birilerinin puan toplamak amacıyla Türkiye'yi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef almadığı bir ay geçmiyor. Siyasetçiler, gazeteciler, komedyenler, sanatçılar ve diğerleri öyle bir Erdoğan takıntısı geliştirdiler ki artık Erdoğan bir şahsı değil, topluma bir ‘öteki' gerektiğinde saldırılacak bir hedefi temsil ediyor.
'ERDOĞAN TAKINTILI GÜRUHUN ÇALIŞMALARI'
Geçmişte bu Erdoğan takıntılı güruhun hakaretler ve korku siyasetini kullanarak bir tepki almaya çalıştığını; bu tepkiyi de Erdoğan ve destekçilerini şeytanlaştırmak için kullanmak istediğini müşahade ettik. Eylül ayında Alman Der Spiegel dergisinin özel sayısının kapağında Erdoğan'ı ‘Baba' filminden bir figür gibi tasvir edip Sultan Ahmet Camii'nin minarelerini ise füze olarak gösterdiğini hatırlayın. Minarelerin yansıması Erdoğan'ın güneş gözlüklerinde görülüyor, bu yolla ateş ve zulüm imajı veriliyordu. Kapakta yer alan ifade ise tüm bu imajların vermeye çalıştığı mesajı temsil ediyordu: "Türkiye özgürlüğünü kaybediyor."
Der Spiegel'in bu özel sayıyı 15 Temmuz darbe girişiminden sadece iki ay sonra yayımlaması çok şey anlatıyor. Belki de bu Alman dergisi darbenin başarısızlığından mutsuzluk duyuyordu. Belki başarılı bir darbeyi destekleyeceklerdi. Darbe başarılı olsaydı kapaklarında darbe lideri Fetullah Gülen'in Türkiye'ye özgürlüğünü geri verdiğini yazacaklardı. Der Spiegel, darbeyi demokrasi için iyi bir şey olarak değerlendirip, darbelerle demokrasi arasında aslında bir çelişki olmadığını duyuracaktı.
Bu derginin yayınları ve Avrupa'nın her yerinde Erdoğan takıntılı grupların tavırları, PKK teröristleri ve destekçilerini Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde ağırlamanın neden demokrasi ve terörle mücadeleye katkı sunduğunu da kendilerince anlatabilirler. Belki Köln'de düzenlenen bir darbe karşıtı gösteri Alman medyasında gündem olurken sadece birkaç hafta sonra bir PKK mitinginin Alman makamlarından izin alabildiğini de açıklarlar.
Tabii ırkçı NSU cinayetlerini meşrulaştırmanın sihirli yollarını da bulacaklardır. Almanya'daki Türkleri provoke ederek neo-Nazi saldırılarını makul göstereceklerdir. Muhayyel Hitler'ler icat ederek dünyaya sadece Almanların kötü olmadığını anlatmaya çalışacaklardır. Yeni soykırım hikâyeleri yazarak Holokost'un vahşeti yüzünden duydukları suçluluk duygusunu hafifletmek isteyeceklerdir. Entegrasyonu asimilasyon ve iyi göçmen-kötü göçmen ayrımı yapmak olarak sunmanın şık yollarını bulacaklardır. Bu liste daha çok uzayabilir.
'TÜRK MİLLETİNE SALDIRACAKLARINA ÖNÜNDE EĞİLMELİLER'
Avrupa'daki Erdoğan saplantısı sağlıklı bir şey değil. Tam aksine, daha büyük bazı sorunlar ve derin psikolojik sıkıntıların bir semptomu ile karşı karşıyayız. Bunun içinde Türkler ve Müslümanlarla ilgili duyulan huzursuzluktan tutun Angela Merkel'in Türkiye ile imzaladığı göç anlaşmasına kadar bir çok faktör var. Üstelik bu suni gündem, Avrupa'daki gerçek sorunları konuşmadan yola devam etme imkanı sağlıyor. Böylece ırkçılık normalleştiriliyor, ana akım siyaset ise aşırı sağ ve İslamofobiye mahkum oluyor.
Avrupa Parlamentosu, Der Spiegel ve benzerleri Erdoğan'a ve darbe durdurmuş Türk milletine saldıracaklarına önlerinde saygıyla eğilmelidir. Çünkü Türk milleti 15 Temmuz'da sadece kendi demokrasisini değil, dünya demokrasilerini korumuştur. Sadece Türkiye'nin değil, Balkanlar'ın ve Avrupa'nın güvenliğini muhafaza etmiştir. O yüzden PKK destekçilerini koruyup kollayacaklarına teröre karşı ilkeli bir duruş benimsemeliler. Bu karşılıklı bağımlılık çağında herkes güvende olmadığı sürece kimse güvende olamaz. Bunu görmeyen Avrupalılar Türkiye'ye saldıran herkese kucak açarak büyük bir hata yapıyor. Türkiye'yi kaybedilirse Avrupa daha iyi veya daha güvenli bir yer olmayacaktır.
Neyse ki Avrupa'da birçok aklı başında insan Türkiye karşıtı siyasi fırsatçılık trenine binmeyi reddediyor. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve özgürlüğe sahip çıkmayı başka milletlere ayrımcılık yapmakla karıştırmıyorlar. Küreselleşen dünyada müşterek sorunları çözmek için birlikte çalışmanın önemine inanıyorlar. Göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı yaparak ucuz siyasi puanlar toplamaya çalışmıyorlar. Demokrasinin yalnızca işlerine geldiği zaman makbul olduğunu düşünmüyorlar. Türkiye'yi bir düşman değil, ortak olarak görüyorlar.
Bu insanlar Avrupa'nın siyasi fırsatçılığa boyun eğmekten daha iyi şeyler yapabileceğine ve Türkiye ve dünya nezdinde önemini koruması gerektiğine inanıyor. Avrupa'nın mülteci krizine tepkisinden utanç duyuyor ve bu konuda somut adımlar atmak istiyorlar. Türk milletini darbecilere ve diğer terör örgütlerine karşı destekliyorlar. Türkiye'nin güvenliğinin Avrupa'nın da güvenliği olduğunu anlıyorlar. Her şeye rağmen bu insanlar, Avrupa'yı mevcut dertlerinden kurtarabilecek kişilerdir.