Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'in Kati Piri ile yağtığı söyleşi şöyle:
Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Elmar Brok ile birlikte Türkiye'ye yapacağınız ziyaretin iptal olmasının gerekçesi nedir? Türk tarafının sizi istemediği doğru mu ve bu size ifade edildi mi?
Bu konu AB Bakanı Ömer Çelik'in geçen haftaki Brüksel ziyareti sırasında Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile yaptıkları görüşmede tartışılmış. Ben görüşmede yoktum ancak anladığım kadarıyla Ömer Çelik heyetin mahiyetinin Schulz'un önerdiği isimleri kapsaması durumunda Türkiye'nin ziyareti kabul etmeyeceğini söylemiş. Heyet zaten Elmar Brok ve benden oluşuyordu. Türkiye'nin beni heyette istemediğini bu şekilde anlamış oldum.
AB Komisyonu'nun yıllık İlerleme Raporu'nun açıklandığı gün AP'deki oturumda müzakerelerin dondurulması gerektiğini savundunuz. Size göre Türkiye'nin üyelik müzakereleri askıya mı alınmalı?
Avrupa Parlamentosu'ndaki görevim sadece Türkiye raportörlüğü değil, aynı zamanda parlamentodaki çoğunluğu temsil etmek. Bahsettiğiniz günkü tartışmada parlamentodaki 8 siyasi grubun hepsi aynı şeyi söyledi. Cumhuriyet gazetesine operasyon, hapisteki 142 gazeteci, 10 milletvekilinin hukuki süreçsiz tutuklanması… Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde AP'deki 8 siyasi grubun hepsi Türkiye'ye siyasi bir tepki verilmesinde hemfikir. Ama ben şunu da söyledim; Türkiye ile diyaloğumuz sürmeli.
Mensubu olduğunuz Sosyalist Grup'un argümanını diğerlerinden ayıran nedir?
Biz müzakereler resmen askıya alınsın demiyoruz. Üyelik boyutunun dondurulması gerektiğini savunuyoruz.
'İDAM KIRMIZI ÇİZGİMİZ ASKIYA ALMA GEREKÇESİ'
Türkiye'den bakınca bu söylediğiniz kelime oyunu gibi duruyor. ‘Müzakereleri resmen askıya almayalım ama katılım boyutunu donduralım' demek fiilen işin durması değil mi?
Resmen askıya almanın kriteri nedir peki?
Müzakerelerin resmen askıya alınması için Avrupa Birliği açısından kırmızı çizgi idam cezasının geri getirilmesidir. Bu, Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu ve AB Konseyi'nin ortak görüşüdür ve bu görüşümüz devam ediyor. Bugün bunu konuşmaktan dahi son derece üzgünüm. Ancak maalesef diyalog kayboldu, birbirimizi olumlu yönde etkilemeye yönelik manivelaları kaybettik. En kötü senaryoları konuştuğumuz bir aşamaya geldik.
İdam AB için kırmızı çizgiyse, hükümet bunu anayasa paketine koyar, referanduma götürür ve halk da onaylarsa bu müzakerelerin askıya alınmasına mı neden olur?
Evet, bu kırmızı çizgidir ve biliyorsunuz AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini tarafından ağustos ayında açıklandı. Komisyon, üye ülkeler ve parlamento da aynı pozisyonu tekrarladı. İdam cezasının geri getirilmesi resmen askıya alma sürecini tetikler.
AB Bakanı Ömer Çelik geçen hafta Schulz ile görüşmesinde idam cezasının pakette olup olmayacağına dair herhangi bir tüyo vermiş mi?
Bunlar kapalı toplantılardır ve ben katılmadım. Ama şundan son derece eminim; idam bütün AB yetkililerinin Türk muhataplarıyla yaptıkları görüşmelerde gündeme getirdikleri bir konu.
Türkiye'nin kaydettiği ilerlemelerden ve geldiği uzun yoldan sonra bugün bunları konuştuğumuz için hayret içindeyim. İdamı kaldırmış, işkenceye sıfır toleransı düstur edinmiş bir Türkiye'den buraya geldik. 15 yıl sonra, daha önce reformu yapılan konular tekrar masaya geldi. Üzüntümün AB açısından boyutu bir yana, Türk halkının bugün hâlâ bu tür tartışmayı yapıyor olmasından hicap diyorum.
Türkiye son yıllarda Avrupa kurumlarının kendisiyle ilgili hazırladığı raporları kabul etmeme eğiliminde. Sanıyorum 6-7 belgeye aynı tepki verildi.
Ben şahsen AB içinde Türkiye'ye yer olduğuna inanıyorum. Ancak siyasi farklılıklarımız var elbette. Yıllık ilerleme raporları gibi bir çerçevemiz olmazsa, bu belgeleri ilişkilerimiz için bir tartışma zemini olarak kabul dahi etmezsek o zaman verimli bir diyalog kurmak çok zor olacak. Devamlı birbirimize bağırır hale geldik. İki tarafın halkları da masanın diğer tarafının güvenilir olmadığını hissediyor.
AB cephesi krizin büyümesini engellemek için yeni bir girişim ya da jest yapar mı?
Ben bu istikamette yol alabilmek ve ilişkileri düzeltmek için her türlü görüşe açığım. Kapımız açık. Bu ziyaret ve heyet nedeniyle yaşanan krizin geçici bir şey olmasını diliyorum.
AB Bakanı sizi eleştirirken ‘ırkçı ve basiretsiz' gibi ifadeler de kullandı. Bu tür tepkilerin hedefi olmak sizi üzüyor mu?
İletişim kanallarını açık tutmaya çalışırken bir şekilde kendimizi yanlış bir iletişim şeklinin içinde buluyoruz ve sonuçta diyalog kanallarını açmak yerine kapatmış oluyoruz. Geçen hafta olan da tam budur. Parlamento Başkanı Schulz bir jest yapmak istedi. İki taraf görüşmeler yaparak yanlış anlaşılmaları gidersin, endişeler paylaşılabilsin diye Türkiye'ye ağustosta gönderdiği heyetini yeniden göndermek istedi. Ancak sonuçta yine diyalogdan uzak bir yere düştük. Benim istenmediğime dair haberler yapıldı ve yine medya üzerinden mesajlar verildi. Bu yaklaşım işleri daha da kötü bir hale sokuyor. Benim gibi Türkiye'nin geleceğinin AB'ye bağlı olduğunu düşünen bir raportör için giderek birbirimizden koptuğumuza tanık olmak büyük hayal kırıklığı.
'HDP DEĞİL KİM OLSA AYNI TEPKİYİ VERİRDİK'
Ankara'nın sizin Türkiye'ye dönük üslubunuzu çok sorunlu bulduğunu biliyoruz. Hem sizin hem de meslektaşlarınızın Türkiye'ye karşı dışlayıcı ve küstah bir ton kullandığınız düşünülüyor.
Bunları ilk defa duymuyorum. Devamlı benim objektif olmadığım, bazı partilere çok yakın olduğum ileri sürülüyor. TBMM'deki hangi partiye o şekilde muamele yapılmış olsa Avrupa Parlamentosu aynı tepkiyi verirdi. Verdiğimiz tepkinin, partinin siyasi tandansıyla ilgisi yok. 142 gazeteci hapisteyken, seçilmiş siyasetçiler iddianame olmadan hapse atılmışken ben o milletvekilleri hangi partiden diye düşünmeden endişelenirim. Dolayısıyla da bugüne kadar yaptığım hiçbir açıklamadan pişman değilim. Benim işim Türkiye'deki iç tartışmaların parçası olmak değil. Ben Türkiye AB kriterlerine yakınlaşıyor mu, uzaklaşıyor mu ona bakıyorum. Bir gün gururla Türkiye'nin yeniden AB ile yakın bir ilişkiye doğru yol aldığına dair olumlu bir rapor yazabilmeyi umut ediyorum.
'PKK TERÖR ÖRGÜTÜ AMA SİLAH ÇÖZMÜYOR'
Türk hükümeti tarafından, terörle aranıza net çizgi çekmediğiniz savunuluyor. Avrupa Parlamentosu'nun çeşitli vesilelerle PKK'lılara ev sahipliği yaptığı düşünülüyor. PKK sizin için ve mensubu olduğunuz Sosyalist Grup için bir terör örgütü müdür?
PKK konusunda Avrupa Parlamentosu'nda farklı düşünen sadece küçük bir azınlık var. Yedide bir temsil oranındaki bu grup, PKK'nın AB terör listesinden çıkmasını savunuyor. Ancak Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin çok büyük bir bölümü —ben de dahil- bunun doğru bir yol olmadığını düşünüyoruz. Ancak öte yandan parlamentomuzun büyük çoğunluğu askeri tedbirlerin de soruna bir çözüm olmadığını ve yaşanan acılara rağmen tarafların bir araya gelip konuşması gerektiğini düşünüyor. Kürt sorununun siyasi bir çözümü olmalı. Ancak barış görüşmelerinden yana olduğunuzda, hükümetin insanları havaya uçuranlarla değil ama ılımlılarla bir diyaloğa girmesini savunduğunuzda bir anda PKK'ya yakın biri gibi görülmeye başlıyorsunuz. Açıkçası ben bunu son derece akıl almaz buluyorum. Benim Türkiye'de siyasi partiler arasında bir tercihim olamaz. Hollanda'dan bir Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak böyle bir rolüm yok. Benim rolüm Avrupa Parlamentosu adına Türkiye'yi izlemek.
Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü olarak görev süreniz ne kadar? Yaşananlardan sonra bu görevi icra etmeyi sürdürecek misiniz?
Görev sürem tam bir parlamento dönemini kapsıyor yani 2019'daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar sürecek.
'BEN BİR GECEDE AŞIRI SAĞCIYA DÖNÜŞMEDİM'
Siz görev geldiğinizden beri Türkiye'nin AB üyeliğini savunan bir siyasetçi oldunuz. Son dönemdeki eleştirileriniz bu pozisyonunuzun değiştiği anlamına mı geliyor?
Birdenbire neden Türkiye ile müzakere ediyoruz diye düşünmeye başlamadım. Birdenbire Türkiye'nin diğer AB üyesi ülkelerden farklı bir kültüre sahip olduğunu düşünmeye başlamadım. Birdenbire aşırı sağcı siyasi partiler gibi Müslüman bir ülkenin AB içinde olmadığını söylemeye başlamadım. Birdenbire Türk halkının Alman ya da Fransız halkından farklı olduğuna kanaat getirmiş de değilim. Bir gecede aşırı sağcı popülist bir siyasetçiye dönüşmedim. Ama bir yandan da geldiğimiz noktada Avrupa Birliği'nin güvenilirliğinin tehlikede olduğunu düşünüyorum. Türk hükümetinin maalesef bizim hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüyle ilgili anlayışımızdan çok uzak bir yerde olduğunu görüyorum. Yani Türkiye ile ilgili fikrim değişmedi ama Türkiye'deki gelişmeler bizi AB'nin güvenilir bir aktör olarak kalabilmesi için şu anda üyeliği konuşmanın anlamsız olduğunu söylemeye zorunlu kılıyor.
AB DE BÜYÜK HATALAR YAPTI
Müzakereleri dondurma kararını alırsanız sonuçta bunun bedelini ödeyecek olan Türkiye halkı. Bunun hiç adil olmadığının farkında mısınız?
Söylediğiniz şeyi anlıyorum. Ama düşünün ki karşımızdaki ülke Balkanlar'dan bir aday ülke ve bu ülkede yüzlerce gazeteci tutuklanıyor, ülkenin ikinci muhalefet partisinin liderleri tutuklanıyor. Böyle bir ülkeye hemen kapıyı kapatmamız gerekmiyor ama siyasi bir sinyal vermemiz şart. Türkiye'de son haftalarda ve aylarda hiçbir şey olmamış gibi yola devam edemeyiz.
Haydi masaya dönelim ve güvenilir bir zeminde müzakereye devam edelim diyecek ilk kişi yine benim. İki taraf da samimiyetle hatalarını görsün diyecek ilk kişi benim. AB de Türkiye'nin müzakere sürecinde büyük hatalar yaptı. Biz bu süreçte inandırıcı ve net olmadık; müzakereyi neden yaptığımız konusunda hep muğlak davrandık. 10 yıldır Türkiye AB için daha az önemliydi ancak mülteci krizi patlayınca birden yüksek düzeyli diyalog mekanizması kurmak istedik. Bütün bunlara bakınca Türkiye halkının AB'nin eylemleri ve tepkileri yüzünden neden hayal kırıklığı içinde olduğunu görebiliyorum. Tekrar vurgulamak isterim; önerdiğimiz müzakerelerin resmen askıya alınması değil. Resmen askıya almak demek müzakereler muhtemelen bir daha hiç başlamayabilir demek. Ama müzakerelerin katılımla ilgili boyutunu dondurmak Türkiye'ye işlerin gidişatını değiştirmesi gerektiği yönünde siyasi bir uyarıdır. Ama yeniden söylüyorum, kalıcı değil geçici bir tedbirden bahsediyoruz.
Bu hafta Avrupa Parlamentosu'nun tartışacağı karar tasarısı da bu geçici dondurma formülü değil mi?
Evet, salı günü (yarın) Federica Mogherini'nin katılacağı bir oturum olacak Avrupa Parlamentosu'nda. Bu oturumda Türkiye'de son yaşanan gelişmeleri ve ilişkilerimizi masaya yatıracağız. Bu oturumda bahsettiğim karar tasarısı oylanacak ve büyük ihtimalle AB Konseyi'nin aralık zirvesinde Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma yönünde bir siyasi sinyal vermesi istenecek. Ama şunu da hatırlatmak isterim, Avrupa Parlamentosu'nun müzakereleri durduracak bağlayıcı bir karar alma yetkisi yok. Bu karar aralıkta toplanacak olan AB üye ülkelerinin liderlerinin elinde.
'KAPIYI TÜRKİYE KAPATIYOR'
Diyelim ki dediğiniz oldu ve siyasi liderler Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınmasına karar verdi, sonra yeniden makul bir müzakere zeminine dönülebileceğine inanıyor musunuz?
Kesinlikle, kesinlikle… Geçici dondurma siyasi bir mesajdır ve biz bunun düzeltilmesi için diyaloğa açığız demektir. Ama şu aşamada üyeliği konuşmak ne kadar gerçekçi? Diyalog kanalları açık kalacak. Türkiye'ye kapıyı kapatmıyoruz. Ama Türkiye'nin eylemlerine, bize kapıyı kapatıyor olmasına tepki veriyoruz. Bakın bu da yanlış anlaşılmasın, Türkiye'nin bana kişisel olarak kapıyı kapatmasından bahsetmiyoruz. Parlamentonun görüşü şu; Türkiye son dönemde attığı tüm siyasi adımlarla Avrupa Birliği'ne kapısını kapatıyor.