‘MECBURİYETLER OLMASIN DİYE İŞTE'
Memleket siyasetinin gündemine oturmuş bir olayın ‘kahramanları'yla buluşmamı anlatmayı deneyeceğim. Sevinince ve heyecanlanınca mübalağa etmeye hep teşne oldum. Bunu baştan söyleyeyim de siz bu payı düşün ve öyle okuyun.
Mesleğimden ender haz duyduğum anlardan birine daha, heyecanla ve telaşla ulaşmaya çalışıyorum: Birinci derece kan hısmı olmadığım birini cezaevinde görebilme ayrıcalığına. Bu aralar her zamankinden daha kıymetli.
‘CART PEMBE DUVARLAR'
Daha önce gitmediğim bir cezaevi. Birazcık tedirginim. Acemi gözükmek istemiyorum. İçeri girdiğimde görüşmek istediğimi söylediğim iki tutuklu kadının ismine çok aşina gibiler. Başka avukatlarla görüştüklerini söyledi görevli memur, "Beklerim" dedim. Uzun bir bekleyişe hazırlanmışken, "İçeri geçebilirsiniz avukat hanım" dedi. Görüş yerine geçtim. Devlet binalarının içinde duvarların yarısı, kapılar, insanın içini bunaltan berbat bir griye boyalıdır ya hep; bakıyorum pembe her yer. Basbayağı pembe, cart pembe. Duvarların yarısı, kapılar, camlardaki parmaklıklar. Yüksek güvenlikli F tipi kadın cezaevindeki bu pembe güldürüyor beni.
Koridorda beklerken volta attığımı fark ediyorum. Hiç mahpusluğum yok ki benim. Adımlarımı daha hızlı mı atmalıyım diye düşünürken buluyorum kendimi. O arada camekanlı bölmeden görüyorum Gültan'ı. Üç kişi var karşısında. Hararetle bir şeyler anlatıyor. Nasıl gülerek anlatıyor.
Ayla geliyor, beni içeri alıyor gardiyan. İlk kez karşılaşıyoruz. Sımsıkı sarılıyoruz bir daha bir daha. Kendimi tanıtıyorum. Bizzat tanıdığım yüzlerce kadının ve tanımadığım binlerce kadının selamını, sevgisini, onu kucakladığını söylemeye çalışıyorum. Eksik söylersem diye kaygılıyım biraz. Karşımdaki kadın rahatlatıyor beni. "Temizlik yaptım, biraz deterjan kokuyor olabilirim" diyor. Bana mis gibi kokmuştu oysa. Temizlik kokusunu hep sevmişimdir. Anneden kalma bir arıza olabilir…
"Sizi kaybedecekler yazık" demiş polisler. "Bizim yerimize gelecek yüzlerce kadın var da, ama asıl siz kaybedeceksiniz" demiş. "Bizden sonra barışacak bir kuşak bulabilecekler mi bilmiyorum" diyor. Bu karanlığın bir sabahı olduğuna emin. Sabah olana kadar yaşanacaklara da çok hazır görünüyor.
‘SOĞUK BİR KOĞUŞ VE BİRBİRLERİNİ GÖREMİYORLAR'
Daha uzun konuşmaya hevesliyiz ama Gültan'ın yanındakiler çıkıyor ve Ayla'yla da konuşmak isteyince bir tereddüt yaşanıyor. Sonra onlar bizim yanımıza geliyor. Kocaeli'nden gelen avukatlarmış. 5 dakika kadar birlikte konuşuyoruz. "Telefona saz çaldığınız bir görüntü düşmüş, ne güzel" diyor biri; diğeri "Facebook'a yani" diye düzeltiyor. İçerinin koşullarını soruyorlar. İki katlı tek kişilik koğuşta kalıyorlarmış. "Soğuk biraz" diyor.
Gündelik alışkanlıkla kapının koluna asılıyorum çıkıp diğer odaya geçmek için. Ayla gülüyor, kapıyı onlar açıyor dışarıdan diye. Aslında biliyorum ama alışık değilim kitli bir yerde kalmaya. Evde odaların kapısını kapatmam bırakın kilitlemeyi, çekmem bile. Diğer odaya geçince beni karşılayan gülen gözleri öpesim var ama sımsıkı sarılmakla yetiniyorum. "Bir ay önce Amedspor maçında beraberdik hatırladın mı?" deyince kahkahayla "Ay ne iyi oldu beraber izledik maçı" diyor.
‘KIŞANAK'IN KONUŞMADIĞI TELEFON DÖKÜMLERİ'
‘ACEMİLİKLERİNİZ HAYATIMDAN ÇALIYOR'
"Baksanıza" demiş sorgu polislerine, "nasıl düzgün cümleler, hiç hata yok. Bunlar yazılı metinler benim okuduğum" Bu kadar çuvallamadan sonra sorgu amiri "Acemiliğimize verin Gültan Hanım" demiş. O da "50 yaşını geçtim acemilikleriniz hayatımdan çalıyor" demiş gülerek.
Kimse inanmaz görmeden, ama sanki Kadıköy'de denize nazır bir çay bahçesinde keyifle muhabbet ediyoruz. Ona sorsanız Amed'de bir çay bahçesi diyecektir elbette. Son çıkan kanun hükmünde kararname garabetindeki uygulamayı hemen başlatmış olsalar bu muhabbet kayda geçmiş olacaktı, diye geçiyor aklımdan. İzleyen devletlileri memnun eder miydi bilmem ama biz halimizden öyle memnunuz ki.
Darbe komisyonunda ifade vermesinin ardından "Diyarbakır'a döner dönmez gözaltına alınmayı bekliyor muydun?" diye soruyorum. "Aslında 3-4 aydır bekliyordum ama o gün beklemiyordum," diyor. Bir de gülerek ekliyor: "Komisyondan çıkınca uçağın saatine çok az kalmıştı. Arkadaşlara acele edelim dedim. Kayyim gelmeden biz belediyede olalım."
Sonra Ekvador'daki HABITAT toplantısını anlatıyor heyecanla. O kadar çok kadın varmış ki. "Rengarenk bir yerdi" diyor. Kadir Topbaş'la atışmışlar oturumlardan birinde. Ben duymamıştım bu hikayeyi, çok hoşuma gidiyor. Gültan kayyumlar ve belediyelere yapılan baskılarla ilgili bir konuşma yapmış. Sonra Topbaş çıkıp bu durumu savunmuş, yasaya uygun falan demiş. Sözünü bitirmeden salondan biri İngilizce bir tepki göstermiş. O da konuşmasını toparlayıp bitirmiş. Sonrasında Topbaş'la gelen heyettekiler fellik fellik o tepkiyi göstereni aramışlar salonda. Avrupa delegasyonları arasında mavra konusu olmuş bu. "Bulsalar ne yapacaklardı, dövecekler miydi?" diye sormuşlar Gültan'a.
Barcelona'nın yeni seçilen kadın belediye başkanını anlatıyor sonra bana. Orada tanışmış, "Bize çok benziyor" diyor. "Mutlaka tanışmanız, ulaşmanız lazım ona."
Birden aklına geliyor sanırım, "Bak kadınlara anlat" diyor. Gözaltında kendisine eşlik eden iki kadın polisle olan diyaloğundan söz ediyor. Önce çok mesafeliymişler. Sadece evet ve hayırdan ibaret bir diyalog. Sonra kulak misafiri olduğu telefon konuşmalarından öğreniyor ki o gün izinli olmaları gerekirken Gültan yüzünden çağrılmışlar. İkisinin de küçük çocuğu var ve bakıcılar o gün izinli. Artık kime bıraktılarsa çocukları, durmadan telefon geliyor, onlar da mamayı nasıl yapacaklarını, nasıl uyutacaklarını falan tarif ediyor. Gültan usulca "Çocuklarla çalışmak ne zor değil mi?" demiş. "Aslında kreş yasal hakkınız ama yapmıyorlar işte. Kreş olsa bu eziyeti çekmezsiniz." Buzlar eriyor, kapının sürgüsü açılıyor adeta. Sonrası bol bol muhabbet. Bir ara erkek polislerden biri göbeğini kaşımış gerine gerine onların önünde. Gültan dayanamamış "Kadınların yanında böyle hareketler yapamazsın" demiş. "Çok bozuldu ama bir şey de diyemedi" dedi.
'KADIN POLİSLERLE MUHABBET'
Sonra bir sandalye alıp yanlarına gelmiş. Çocuklarla ilgili muhabbetlerini dinlemeye başlamış. Bir ara "Ben bu kadar yıldır bir kere bile çocuklardan birinin altını değiştirmedim" demiş. "Kadın polislerden biri daha naifti" diyor Gültan. "İnsan bir kere hiç değilse karısını sevdiğini göstermek için yapardı" demiş. Diğeri daha cevvaldi diyor. "Öyle şey olur mu bir de utanmadan övünüyor bununla" demiş. Yemek saati gelmiş bu arada polislerin. Kadın polisler Gültan için de yemek istemişler. Erkek olanlar ona yemek yok demiş. Kadınlar sonra Gültan'ı adeta zorlamışlar kendi yemeklerini paylaşmak için. Kahkahayla "Biraz daha kalsam neler olurdu bilmem" diyor.
Saatlerce sürebilir sohbetimiz ama ben İstanbul'a döneceğim diye geç kalmamdan endişeli. Ayağa kalkıyoruz kucaklıyoruz birbirimizi. "Biliyor musun" diyorum "Gelirken ne düşündüm? Şahane iki kadını görmeye gidiyorum ve biz hiç sevdiğimiz filmleri, sevdiğimiz şarkıları, aşklarımızı konuşmadık. Belki hiç konuşamayacağız. Nasıl zalim bir dünya bu. Kimimiz gönüllü kimimiz değil ama mecburiyetler belirlemiş pek çok şeyi" Gülerek "Öyle" diyor, "Ama mecburiyetler olmasın diye işte."
Bu sefer deneyimliyim, kapının koluna asılmadan yumruğumla vuruyorum açsınlar diye. Dışarı çıkarken yüzümde bir tebessüm. Gültan'ınki kadar güzel değil ama olsun.
Dönüş yolunda hiçbirini unutma hiçbir şeyi unutma diyorum sürekli kendime. Asla bir yazı insanı değilim ama çok yazmak istedim bunu. Nasıl yaşamak istiyorum sorusuna yanıt arayan iki kadının, yarısı cart pembe boyalı dört duvar arasındaki buluşmasının absürtlüğü, memleketin vahşi absürtlüğünün yanında ne kadar naifti diye düşündüm. Bir de; birbirini hiç tanımayan iki yakın dostum iki farklı zamanda bana hakikat avcısı demişti de pek hoşuma gitmişti. Şimdi fark ettim hakiki hakikat avcıları onlar. Ben hakikat avcılarının takipçisi olabilirim belki.