Odatv'de yer alan habere göre, Gülen’in son konuşmasında takipçilerine ölüm mesajları yollaması dikkat çekti.
Konuşmasında isim vermeden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümeti eleştiren Gülen, “Bazen insan, yüz sene câmiye gelir-gider; gelir-gider fakat utanmadan yalan söyler; mü’mine ‘mürted’ der, gerçek mü’mine ‘terörist!’ der, gerçek mü’mine ‘paralelci’ der. Çünkü gidip gelmiş ama zerre kadar istifade edememiştir, dinden nasibi o kadar olmuştur onun. Duymamış Allah’ı hiçbir zaman; içtenleştirememiş Hazreti Muhammed sevgisini (sallallâhu aleyhi ve sellem); Râşid halifelerin yolunu sindirememiş” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a da gönderme yapan Fethullah Gülen şunları söyledi: “O işin aracısı olan evlatlarına telefon ederken ‘Falan şu kadar yerin ihalesini istiyor, fakat 10 milyon veriyor!’ sözüne mukabil —tapelere düşen şeyler bunlar- ‘Oğlum, 15’ten aşağı olmaz o, 15’ten aşağı olmaz!’ demişlerdir. Böyleleri, namaz kılsalar da, oruç tutsalar da, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanı içinde, ‘Nice namaz kılanlar vardır ki, nasipleri sadece yorgunluk ve zahmettir’, ‘Nice oruç tutanlar vardır ki, yanlarına sadece açlıkları ve susuzlukları kâr kalmıştır.’”
Konuşmasında sık sık ölüm mesajları vererek, ölümü öven Gülen, şunları kaydetti:
“Buradan bir kadem ileriye adımınızı attığınız zaman, içiniz muhabbet-i İlahî ile coşuyor. ‘Acaba Sana ne zaman kavuşurum?!. Şayet kendimi öldürmeyi yasak etmeseydin, Sana kavuşmak için o meşru olsaydı, şehitlik gibi bir şey olsaydı, hiç tereddüt etmeden Sana kavuşmak için hançeri sineme saplardım!..’ Bi’r-i Maûne’de şehit olan sahabî gibi: Gadre uğruyorlar; Hudeybiye’deki ahd ü peyman bozuluyor. Orada sadece din adına, irşad vazifesi gören masum, mübarek bir heyet, bir şekavet gürûhu tarafından gadre uğratılıyor. Başlarındaki insan, bir hâinin attığı mızrak sinesine saplanınca, âdetâ tebessümler yağdırarak, ‘Kurtuldum, Kâbe’nin Rabbi’ne kasem olsun ki!..’ diyor.
Şehadeti böyle karşılama… Allah yolunda yaşarken, öldürülmeyi böyle karşılama. Bu, kendini ölüme atma demek değildir; yerinde ölmektir esasen. Öbürü deliliktir, cinnettir. İ’lâ edeceğin şeyi i’lâ etme istikametinde yaşarken, bir kobra sokmuş seni, bir akrep sokmuş seni. Bir yılanın sokmasına, bir sırtlanın ısırmasına, bir panterin parçalamasına, bir kurdun, bir kuduz köpeğin saldırganlığına maruz kalmışsın. Ve dolayısıyla ruhunun ufkuna yürümüşsün. İşte ölüm ona derler; o, ‘vuslat’tır. Hazreti Mevlâna’ya nispet edilir ama büyüğüyle-küçüğüyle bütün Hak dostları o gidişe öyle bakmışlar ve ‘şeb-i arûs’ demişlerdir.(…)
(…) Ölümü gülerek karşılamak ve onu gönülden bir iştiyakla intizar etmek lazım. Bu, meselenin bir yanı. ‘Tenâkuz’ dedim. Diğer yanına gelince: Ey Rabb!.. Beni asker olarak bu talimgâha Sen gönderdin. Tezkeremi Sen doldurmayınca, Azrail ile göndermeyince, ‘Seninki buraya kadardı!’ demeyince, ben Sen’in emrine muhalefet ederek onu isteyemem; zira emre itaatteki inceliğin ne demek olduğunu biliyorum! Allah’a binlerce hamd ü senâ olsun.
Dünyayı ebedî zanneden ve tevehhüm-i ebediyet ile yaşayan kimseler, hiç farkına varmadan, kendilerine ediyorlar. O dünya sadece kendilerinin olsun diye, kendilerinden başkalarını yok etme mevzuunda, Şeytan’ın Hazreti Âdem’e olan şeytanlığından daha fazla bir düşmanlıkla, rakip olarak gördükleri insanların üzerine kuduz köpek gibi yürüyorlar.”